22 Temmuz 2021 Perşembe

NEREDEYSE ÖLÜ SAYILIRSIN, NASIL BİR DUYGU? (250. BASIM İÇİN SON SÖZ)



Sevişince cennetten kovuldukları söylenen hazretlerin yerine böylece, biz sevişince insanlar kovulmuş oluyor cennetten. Özensiz bir hesaplamayla insanların yüzde 50’si ölüyor; hadi öyle demeyelim, insanların yüzde 50’si kalıyor. OZ uğraşmak istemiyorum dedi bu tür hesap ayrıntılarıyla –tiksinmiş rolü yapıyor- 1 dakikasını alırdı oysa milyarlarca kişiyi yüzdeye vurmak… Kötü ve sıradan kötü olarak insanların yüzde 50’si yok olunca, kalanlar, yüzde 80’i sıradan iyiler ve yüzde 20’si iyiler olarak daha cennetimsi bir orana yükseliyor… Yakın bir gelecekte de yüzde 70’e 30 gibi bir oran bekliyorum diyor OZ.

-Nasıl yani; devam mı edecek?

-Böyle bırakmaz her halde Tan… Hiç 50 almışla 90 almış bir olur mu; sonuçta eksi 50 aldılar; Eksi İyiler. Dengelerini kötülük üzerine kurduklarından kaybolup gitti kötüler; cennetten çaldıklarıyla kurmuşlardı sahte cehennemlerini. İyilik üzerine kötü denge kuran iyiler de dayanamayacak; cehennemden getirdikleriyle sahte bir cennet kuramayacaklar.

-İlk masum ilk safrayı atsın, diyorum, organik editörüme…

Bir Eksi İyi hikayesi anlatıyor: Chonk Tzu Kru bir kere rüyasında bir çakal olduğunu gördü. Uyandığında çakal olduğunu düşlemiş sinsi bir insan mı, yoksa insan olduğunu düşlemiş sinsi bir çakal mı olduğunu bilmiyordu.

-İnsanları gruplara ayırabiliriz; hem aptal hem azınlık olunamaz: Yüzde 55’i BEŞ… Yüzde 25’i DÖRT... Yüzde 10’u ÜÇ... Yüzde 6’sı İKİ, ki ben bundan sonrasıyla ilgiliyim: Yüzde 3’ü BİR…

-Yüzde 99 etti.

-Sen de insansın…

Dev açıklıyor:

-Tan senin en iyi orgazmlarından küçük ölümler yakaladığını fark etti. Ölene kadar böyle oyalanacak işte garibim tanrım.

-Beni bir seks makinesi gibi görmesini kınıyorum, diyorum gülerek.

-Tanrı insanın pezevengiydi belki de, diye dürtüyor beni OZ…

Tan’ın bu kez buna güldüğünü sanıyorum; insan sevişir, Tanrı zevk alır…

Dev devam ediyor:

-Muhtemelen böyle bir an olacak, muhteşemen; gözlerini açmayacak; ve sen de dönmeyeceksin oradan… Ölüm ısmarlamıştın ya öbür tarafa, gönderdi işte; kendini gönderdi Tan; ölümün olduğu dünyaya cenneti gönderdi…

-Hem ölümü yazacaktın, diyor OZ; vicdan krizi geçiren eksi iyileri yakalayıp sor bari: Neredeyse ölü sayılırsın, nasıl bir duygu?

Sonra düşünceli düşünceli gülüyor:

-Öğrenemezsen sorarım ama ölürken.



Ama işte gerek kalmıyor sıradan ölümlere; bir gece bir kadınla sevişirken kollarımda ölüyor kadın: Mekanda bana bakıyor alttan alttan. Hiç ilgimi çekmiyor porno yıldızı gibi göründüğünden. Sanki kollarını uzatmış gibi ama, boynumdan çekiliyorum ona doğru; dans ediyoruz hiç kımıldamadan… Odalardan birine sürüklüyor beni giderek, sevişirken olacakları görüyorum peşindeyken, memelerinin ve kalçalarının formunu kavrıyorum.

Gidip gelmelerim öbür dünyaya gidip gelme; dibe vurup çıkıyorum, dibe vurup çıkıyorum; içine boşalırken de bomboşalıyorum; ama tükenmiyorum ve kendimdeyim; onun ise kalbi durmuş.

Ayılınca soruyorum; bayılmışımdır demesini bekliyorum en fazla. Hayır, diyor; öldüm… Abartma, diyorum; abartmayayım diye ona sormuştum ama diyor işte, öldüm diye. Görmüşündür öldüğümü diyor, memelerini sanki başkasınınmış gibi okşarken; ama doğduğumdan beri bu kadar güzel ölmemiştim…

Sevişirken bayılanlarım olmuştu ama işte öldürüyorum demek artık zevkten.

Olur mu diyorum böyle, yani orgazm olurken… Hayır diyor, donunu giyerken; ölürüm de dönerim ben böyle, merak etme; sonuncusu değilse.

İlk defa olan şeylere şaşkınlığından kurtulduktan sonra, yine o eski seksi haline dönüyor:

-Sen miydin o öbür taraftaki… Rüya görürken mi seviştik, yoksa senle sevişirken aynı zamanda rüyamda mı gördüm seni?

Karanlık kadın, diye geçiriyorum içimden:

-Tan’dır o.

-Tan kim?

-Nütopya’da var ya.

-Okumadım.

-Okumayan mı kaldı?

-Bu iz yoktu ama diyor…

Tan’ın kaşları arasında bendeki çukur yok. Suratımıza dikkatle bakılmazsa fark edilmiyor, bu ikimizi de benzemez yapıyor. Bir kere fark edilince ama o çukur, Tan fark edilmiyor artık. Sanırım bana değil o çukura bakıyor insanlar. Bir kara deliğe bakar gibi. Tanrıyı bile yutuyor, yutturuyor buradan bakınca... Nasıl bu kadar iyi bakmış olabilir bu kadın?

-Oğlun mu diyor?

-Oğlan denebilirse

-Ne denebilir ki?

-Tanrı olduğunu yazmıştım…

Gülüyor… Gerçekten okumamış…

-Okumam yok.

Yazmayı da sanırım aklına bile getirmemiş.

-Bebek gibiydin ama. Bebeklik evresi gibiydin, evrenin.

-Sen nerden biliyorsun?

-Aklımdan geçti. Bana bakıyordu. Bendi; ben o idim ve bana bakıyordum.

-Nerede, diyorum; duvarların içinde, diyor: Duvardık…

-Duvar mı!

-Kapı-duvar; madde olan her şeydim, havayı kucaklıyordum. Sen de havaydın. Tan mı diyorsunuz kendinize. Ben tekim, adım da An olsun.

-Bir adın yok mu?

-Var işte.

Dev, düşündüğüm gibi diyor; hiç kırpmadığı göz kapakları kapanmış Tan’ın, meditasyon yapar gibi.

-Siz orgazm olurken ekstetik dünyaya bir kapı açıldı demek, duvarsa bir duvar geçildi. Tan da girdi oradan. Senle ilk sevişmemiz gibi.

-Neden senle değil de her hangi bir kadınla?

-Tan’a sor… Son orgazmına kadar kimseye mutlu denmemeli; ya da Jane.

-Neden sonra hiç sevişmedik Dev?

Bir Tan daha olabilir miydi ki, diyeceğini sanıyorum ama şöyle diyor:

-Ben atom bombasıyım. Tek ve Tam. Ama kadın gerçekten ölümden döndü; Tan çünkü gözlerini açtı, dediğim gibi muhteşem bir gülümsemeyle.

Tan’la tanıştırıyorum onu. Zerre kadar benziyorlar birbirlerine. Tan her zamanki gibi konuşmuyor, ama Tan’ın dilinden anlıyor An; bir söylediği bir söylediğini tutmuyor; altıncıyı ve sekizinciyi tutuyor. Hatta eksi dördüncü ve eksi dokuzuncuyu. Araya başka cümleler giriyor ve başka başka cümleler tarafından hemen sıfırlanıyor; yine bir tetris; bu da Tan’ın söylemediği cümleler oluyor… Sözcüklerle koklaşıyorlar; buraya yazıp anlam yüklemek istemiyorum.

OZ açıklıyor:

-Rakamlar gibi sözcükler; bir milyar sekiz yüz on beş milyon iki yüz yirmi iki bin dokuz yüz otuz altı diye okurken, sadece 1.8.15.22.29.36 diye 7 artarak sıralanmış sayılar olduklarını anlıyoruz… Tan, 1’e indirirken, An sıfırlıyor. Bilgisayar hücreleri gibi, 1 ve 0, var ve yok. 01001000 01101111 101011111 11100111 01100001 01101011 01100001 01101100…

Takıldı sanıyoruz, bu zeki şey, açıklıyor:

-İkili sayı sisteminde Hoşça kal demek…

OZ işlemi bilirken Tan sonucu biliyordu, An ne biliyor? Jane parçaların toplamının fazlası değil anlamı idi, An nedir, anlamsızlığı mı… Boşluğu mu…

Bomboşalma deneyimimi anlatıyorum bizimkilere. An’ın ölüp dirildiğini sık sık. Hatırlıyorum diyor Nü. An’a soruyor, sorguya çeker gibi:

-Ölmüştün doğarken!

-Ölerek doğuyorum.

-Neler oluyor? diyorum.

-Genetiğim bu, diyor… Capcansız.

-Jane’siz Jane…

-Bana da açıklar mısınız?

-Genetiğinde var ve genetiğinde yok, diyor OZ. Yüzde yüz var ve yüzde yüz yok.

-Ve?

-İkizim diyor Dev, şaşkın şaşkın bakıyorum…

-İkinci kızın diyor OZ; benden hızlı anlıyor; ve/veya, diyor, Sotori’nin ikinci kızı...

-Ya da ilki; sıfırıncı.

-Sıfırıncının kızı, diye gülüyor OZ; Jane kaçmış içine…

-Dev tekmelerken sen?

Göğüs dekoltesini düzeltiyor:

-Jane tümden Dev’e çekildi, ben hiçbir şeye çekilmedim.

-Kimseye çekmemişsin, diyor OZ; bayrak düşmüş, atlet koşmaya devam etmiş…

-Anti-atlet…

-Binde bir, bin birincidir dememiş miydin… 1000, 1’lerine ayrılıyor. Ortaya saçılan tüm 1’ler aynı ve tek 1’de toplanıyor. Tüm sayılar böyle atomlarına ayrılıyor. Tanavarıyorlar... Sıfır kalıyor bir.

-1 ve sıfır… An sıfır mı?

-Ve’yi unutma… Aramızdaki kimya, parçaları 1arada tutan boşluk, yapbozun zemini, Dev gibi.

-Sıfırıncı an, diyor Dev. Tan şimdi en tanrısal anında, sonsuz şimdide. Her şey yerli yerinde… Hazır: Pılısını pırtısını patlamasını toplayıp gitmeye… Kendini kendine kurban etmeye. Tanrıya da ancak tanrı kurban edilirdi zaten. Sevişmemize gerek yok artık.

Şöyle yaz diyor OZ; An’ın ağzından:

-Adım An. Sanrı değilim… Hayır, orası uzay değil, kara delik de değil, göz bebeklerim.



İNCİTMEKTEN KORKU İMPARATORLUĞU

OZ’dan sonra şöyleydi: Sanal bir salgın oluşturacaktı kalabalık bir hafta sonu; sokağa çıkma yasağı ayarlayayım mı dedi, hatta eğlence olsun, tüm dünyada; rahat rahat gezeriz işte. Yapma diyorum, şu hep oturduğumuz masayı boşalt yeter. Sosyal medyalarına kafadan dalıyor oturan iki erkeğin, eski sevgilileri mi çağırsın yoksa anne ya da baba arayıp diğerinin hastaneye kaldırıldığını mı söylesin; yok, tekinin babası zaten mefta.

An’dan sonra şöyle:

-Annem ölmüş. Ha, dedim, gömün. Yani, gömülsün bence. Yakılması zor şimdi.

Kalbinin sesini dinlemiş, yüreğinin götürmediği yere gitmemiş; gerçekten böyle ama bu, çünkü içi sızlamıyor… Eski sevgili arasa da önemsemiyor; ne alakam var ki benim onla diyor; ayrıldık, bunları düşünmek istemiyorum… Artık seviyorum demiyor kimseye, içinden gelmiyorsa; yapay sözleri karşısındakinden önce kendi canını acıtır çünkü… Kankası yok mu hiç? Yok ve yoktu zaten… Vicdan kankaları var, yaklaşmadan. Yalnızlık hata yapmamak için en güvenli liman. Ve herkes böyle; hislerine güveniyorlar artık, çünkü yanlış hissetmiyorlar, çünkü yanlış düşünmüyorlar, çünkü hiç düşünmüyorlar.

Nasıl oldu bu?

Devamlı telefonu çalıyor ve birilerine buluşmamızın nasıl gittiğini anlatıyor, yarınki işlerini randevularını konuşuyor, çocuğum var telefonumu kapatamam kusura bakma diyor. Rahatsız olmadığım gibi kendime çekilmeyi aradığım için ararım bile zaten böyle durumları. Ama o rahatsız: Senin telefonun neden hiç çalmıyor, diyor; bir şey mi saklıyorsun!

Bunu dediği an, başı dönüyor, gözleri kararıyor. Hemen geçiyor ama. Ayrılırken sana gidelim diyorum; seni eve alamam dediği an, midesine bir ağrı saplanıyor, yine hemen geçecek ama o an neredeyse bir yayaya çarpacak. Araba kullanırken yalan söylenmez, Allah çarpar… Reglim sanırım, diyor. Eski eşi sanmış yayayı, adam onu dövdüğü için ayrılmışlar; eski eşin eksi eşi. Kötü anında gördüğü herkes ona yediği dayağı hatırlatıyor.

Bu An’dan önce olan biten tabii; şimdi telefonu kapalı. Cep telefonu mu vardı önceleri diyor.

-Tan sen nelere kadirsin, diyor Oz; An’ı da sen ayarladın di mi…

Sevgilimin, birlikte yaşadığı ablası beni arıyor ve küfredip kapatıyor. Geri arıyorum ve telefonu annesi açıyor! Halbuki annesi onlarla yaşamıyor... Ablayı rica ediyorum telefona, şu an müsait değil diyor annesi. An’dan sonra, şimdi geliyor aklıma: İletir misiniz diyorum: Demin arayıp anama küfretti, aynen iade ediyorum…

Ayşen bu bir; bu da bir başka Ayşen:

-Geldiğinde sana bir hoş geldin bile demedim ama sen bana güle güle dedin, hoşça kal.

Şu da Bahadır: Bana bakmadan konuşuyor; sen şöylesin böylesin diyor, yanımızdaki arkadaşlara, caddeden gelip geçenlere, dolmuşun şoförüne, uçağın pilotuna, hostesin bacaklarına, fikirlerin şöyle böyle...

Neden bana bakmıyorsun diyorum, kime ne anlatıyorsun…

Kimi sorsam seni tarif ediyor, diyor; seni tarif edemiyorum. Bulamadığım adres, yapamadığım yemeksin, midemde oturuyorsun. Vişne suyumu döküyor üzerine; beni suçlayacakken kafasını kaldırıp avizeye bakıyor allahım diyerek. Avize bu, düşer. Hıdır, diyor yanımdaki yeni tanıştığımız kız, sakin ol… Benim adım Bahadır, diyor… Mantıcıya gelmeyelim artık, dayanamıyorum… Geleceğiz yine, ama artık sadece mantı yiyecek.

Çarşıdaki meyhanelerin arasından yürürken 8-10 kadınlık bir masaya rastlıyorum… Bir kadını fark ediyorum önce, ilk bana bakan, hemen yanındakine bakma alışkanlığım yoktur, merhaba dediği için bakıyorum yanındakine, ve onun yanındakine, yanındaki ve yanındakine, hepsi teker teker merhaba dediğinden, sadece ilk bakıştığım merhaba demediğinden… Hepsini ayrı ayrı bir yerlerden, hepsi beni muhtemelen aynı yerden. Masanın başına oturtuluyorum kadın garson tarafından; a Gizem naber, buraya mı geçtin, diyorum garsona; evet diyor, ama gözü kızlarda: Elif, Pınar, Deniz, Deniz, yan yana oturmuşlar, Zeynep, Özlem, Defne, Gizem, 2, Gülfem, Ceyda, Hülya, biri daha adını hatırlayamadığım, evet ya diyorum, o da vardı di mi, en uzak köşede... Siz diyorum, hepiniz, nerden? Onlar bilemezler ama, An görmüş, Tan ayarlamış, OZ da hani bana hani bana demiş olabilir… Son birkaç senede hepsi sokakta, yan masada, alışveriş yaparken, tatilde, birer birer tanışmışlar, sonra birbirlerine eklemlenmişler… Bunu şimdi, şu anda fark etmişler. Önemsiz diye geçiriyorum içimden; önemsizler toplantısı. Toplu şey, ortak bişey, armi of lavırs.

Hepsi masanın başına onlar sonradan gelmiş gibi kurulmuş olmama bakıp bir şey söylememi bekliyor. Kimsenin sakalını yalamadı senden sonra, diyor Elif... Sonra yine suskunluk. Korkutucu tabii, ne susarsan bir eksik, söylersen bir sızı fazla… Etraftaki masaların da gizemli bir sessizliğe bürünmüş uzun kadın masasına baktığını fark etmek zor değil. Makinistini izleyen lokomotif, lokomotifi izleyen motifler. Serseri buluşmalarına bir anlam katıldı, nereye varacaklarını anladılar; muhtemelen dağılacaklar; son (bu) önsöz okunmuş. Ceyda’dan sonra, Özlem ve Zeynep rakılarından bardağımı doldurmuşlardı yakınımda olduklarından; suskunluk sırasında birkaç yudumlayıp durumun etkileyici önemsizliğini kavradıktan sonra şimdi de son yudumu kafama dikip kalkıyorum: Bana müsaade…

Bize müsaade diyor Gülfem. Bir ağrı çekmiyor da hepimiz rahatlıyoruz, gülümsüyorum. An geçiyor aklımdan. Peşine takılıyorum.

Kadına doğru yürürken sağa sola bakmadığım için sert bir fren yapıyor karşıya geçmemi engellememek için ilk otomobil… Arkasındakilerle birlikte takribi 6 araba birbirine giriyor, 6 buçuk. Hepsi çıkıyor arabalarından, üçü çıktığı yere seriliyor, kalp krizi gibi görülüyor buradan. Biri kusmaya başlıyor. İkisi nispeten gülümseyen suratlarla birbirlerine bakıyor. Biri sonra tampona, arabasındaki hasara bakacak, diğeri kusan arkadaşına… İyi biri sanırdım, diyor. Diğeri daha tecrübeli: Muhtemelen bunla övündüğünden kusuyordur…

Ruhla çarpışmazsa durmaz kalp.

Hitler’in tehlikeli bir Yahudi’yi öldürmek için gönderildiği; hafızası net olmadığından, nefretini tüm Yahudilere sanıp, beceriksizliğinden esas kişiyi de tespit edemeyince katliamını yaptığı anlaşılmayacak ama. Böylece insanlığa nispeten daha az zarar verdiği de.



-Vicdanları batsın, diyor OZ… Batan yerden içleri boşalsın…

Fark etmiştik aslında, ama OZ dikkatimizi daha çok çekti. An’ın ölüp döndüğü, benim bilinçaltıma bomboşaldığım, Tan’ın içine tam olarak çekildiği o birkaç dakikada, eksi iyiler dakikalarca yine ruh krizi çekmiş, son yaptıklarından. Bu seferki daha sakin bir şey ama, ve hatta son kriz, çünkü artık kronik…

Birbirlerinden uzak duruyorlar, sohbetler azalıyor. İncitici bir şey dediğinde, hatta basit bir imada bile, bir tarafların ağrıyor; ben de yazarım ne var dediğinde mesela bir yazara… Konuşmasan da düşünürsün ama di mi… Düşünceden uzaklaşılacak o zaman… Düşündüğün çoğu anda baş dönmesi, mide krampları, diretirsen ay çarpması; düşünemeyince de boşluk; rüyalarında düştüğün o boşluk; yataktan ya da ağaçtan düştüğün. Ne tam dolu, ne tam boş olmak arasındaki boşluk; Tan ile An arasındaki. An’a hapsoluyorsun.

Bu bomboşalmanın adını da sonunda buluyor OZ: TANZEDHİFR…

-Tanzehir ha… Ha, Tanzehir…

-Yeni evren bu, diyor OZ: Düşündüğün an, cezan hazır…

-Sen sıkı reklamcı oldun bakıyorum…

-Tanzehir, diye havaya yazıyor parmağıyla; tüm eczaneler ve ruh noktalarında…

-Tanzehir. Jane’in yeni kıyafeti. Yeni 23 Nisan kıyafeti.

-Sonrası artık… 24 Nisan… 34 Nisan hatta... 404 Nisan.

Potansiyeline çekil, böyle çok daha güzelsin. Hayır, kendini de düşünemezsin; ne geçmişi, ne geleceği; kayırırsın çünkü yine kendini, çamur atarsın bir zamanlar yana yıkıla seçtiklerine. Meditasyon istasyonunda inecek var, yapbozun zemin etüdü yapılacak. Mantranı sev, mantran sensin… Dünya bir seyirliktir; seyredenler seyredilir. Ama alışıyorsun; çünkü görüyorsun ki çıkışsızlığın güvenli, ne bunalıma ne komplekse giriyorsun; hem Jane izin vermez buna, kendine hakaret olacağından, aileye girdin ya artık, onla dolusun henüz tam olarak sindiremesen de; hem de Tan’a ayıp; koca tanrı ölmeye gelmiş senin üzerinden; onu kaliteli ağırla; An’lık boşluğunla… Nasılmış bakalım An’lık Tan olmak... Neredeyse ölü sayılırsın, nasıl bir duygu?

-Ölümden sonra mutlu olmamak mümkün değil, diyor OZ; daha ne. En kötü günleri böyle olsun.

-Nütopya’nın yeni baskısı yapılmayacak artık, diyorum.

-Ben yazardım diyor OZ: Konuşabilen insanlar buluyorum az da olsa dünyanın dört bir yanında. Düşünebiliyorlar çünkü, ve çoğu zaman başlarına bir şey gelmiyor. Belki de eski zamanların suskunlarıydı bunlar. Yüzde 3’ler, 5’ler… Yok sayılanlar. Artık şöyle diyebilirler: Konuşabiliyorum, öyleyse varım…

İnsan evladı ilk süper gücünü tekrar buluyor…

-Sıkılmayacağım, diyor OZ… Bu dünyaya yapay zeka getirmek istemiyordum.

SON