2.2
PRENSEST
GÜZELLİĞİN BEŞ PARA ETMEZ BENDEKİ BU AKIL OLMASA.
Masadaki 4 kadından 5’iyle sevişmiştim.
Naz ve Zehra da oralardaydı. Biri aşağı diğeri yukarı
doğru geçiyordu. Naz’ın yanında köpeği vardı, beyaz itli prenses, Zehra’nın
kedisiyse evdeydi, besleyebildiği tek canlı, insan dahil. Hande de geldi buldu
beni, ya Dilek? Dilek’e ve Sevin’e, Zuhal’e ve Ferah’a, ve başka kimdi adı, ona
da rastlamış mıydım gerçekten…
Tüm eski ama eskimemiş sevgililerle bir adada mahsur
kalma fantezisi kimin yoktur ki. Kadın ay aman hiçbirini istemem diyor, erkek
seninkilerleyse olur diyor, ayıp… Neyse, biz kendi adamızdan devam edelim;
arada geçen gemilere el eden elenecek... Ya hiçbiri el etmezse diye sordu
kadın; o zaman adaya seferler başlayacak… Tabii seçimle girilecek, kadın
türünün en güzellerinden birer adet; henüz üçüncül bir ırk olarak, bana bağlanana
kadar…
Bu tufanda kimse eşini seçemediğinden beklemiyor Nuh,
kimsenin eşini seçememesi tufan.
BANA ŞAİR LEYLA ONA DAİR MURAT
Güneş arıyor ve görüşelim diyor. Çok şaşırıyorum. Şair
Leyla’ya gidelim diyorum, demek hayatında başka Leyla’lar var, o şair olmayan
Leyla’yı biliyor. Cihangir’deki Leyla’da değil Beşiktaş’taki Şair Leyla’da
buluşacağız, ben önceden gidiyorum, bira içip bekleyeceğim, neyi bakalım…
Nalan’ı bekliyordum durakta
Özlem geldi arabayla
Görüp şaşırdı gelsene
Binmemek gelmedi
Aradı Özlem sevişirken
Hayır Nalan aramadı o sizin aklınıza gelen
Özlem üstümdeyken telefonla aradı
Öyle bir fantezisi olduğundan da değil ihtiyaç
hissetmiş
Benle telefonda konuşmak
Sonra rastlayınca yolda
Nalan aramadı.
BİRAZ VAKTİN VAR MI, SENLE BİR ŞEY ÖPÜŞMEM LAZIM.
(SELİN VE BİRA)
Selin yaklaşıyor, merhaba, bu sefer oturabilirim.
Genelde beni hep yalnız otururken gördüğünden ve birkaç kez çağırdığımda
korkusundan gelemediğinden. Oturuyor. Konular konuları açıyor, hatta bira
içiyor. Bira içmez, içkiye karşı, o yüzden içiyor, hayatın değişecek
dediğimden. Seninle kalbimin tüm kapıları sonuna kadar açıldı dediğinden, kara
göründüüü diye bağırdığımdan, piyanonun üstünde...
Tanışırlar Güneş’le diye düşünüyorum, sakıncalı
olabilir mi. İyi bir teori zora sokularak test edilir, iyi bir kadın da neden
olmasın. Güneş Özlem’le de (ya da Banu) böyle tanışır gibi olmuştu. O zaman Güneş
sevgilimdi, Özlem’le çıkıyordum. Çat kapı gelmişti Özlem, Güneş evdeyken. Neden
telefonlarımı açmıyorsun? Arkadaşım olduğundan. Baktı, Güneş’in kafası abajurun
arkasında kalmıştı, gördü, gitti. Aynen bu hızla. Güneş bakmadım demişti.
Tanışmışlar mıdır şimdi. Sevişecektik, bir şekilde olmadı, sonraya bıraktık,
abajurun ardında değil yatakta da görebilirdi demek. Ki ben Özlem’i içeri davet
etmeye hazırdım. Hayır yataktayken değil, abajurun önüne. Gitmese aniden, gel
diyecektim, o da geçer otururdu... O zaman ne olacağı aslında konuydu. Yatakta
olsa Güneş ve kapı da kapalı olsa görmeyip girebilirdi Özlem; böylece koltukta
da Özlem’le, sevişir miydik bir süre; Güneş yatakta bekliyor, of bu Murat ne
geç geliyor…
Bu kez arayan Güneş’ti, telefonuna çıkmıştım, Selin’i
yanımda görecekti şimdi. Görme görülme dünyası.
Her şey olacağına varır.
Bir tuvalete gideyim, atladığım şeyler olabilir
alışsanız iyi olur.
KAH KAH KAHİN
ÖNÜMÜZDEKİ 365 GÜNÜ ANLATAN BİR METİN KALEME ALIYORUM, 365
GÜN SÜRECEK.
(ÜMİT VE ÖZLEM)
Geldim bir de göreyim. Selin’le Ümit (ya da Yasemin) yan yana oturuyorlar.
Masalar fazla yakın, Selin’le oturduğumuz masanın yanındaki masaya gelip Ümit
oturmuş. Selin’e doğru gittim. Sen napıyorsun burada. Korktu, ağlamaklı oldu
yine. Şey dedi, ben… ne… dedi. Sana demiyorum ona diyorum dedim Ümit’i
göstererek, ama bana bakıyorsunuz dedi, eski günlerden bir diyaloğumuzdu bu, o
yüzden bana siz demişti, arada hâlâ derdi. Ümit şaşırmadı, beni göreceğini
tahmin ediyormuş, ona söylediğimi de anlamış, onu öpüp Selin’in karşısına
kurulunca ama, şaşırdı, kıza asılıyorum sanmış, asılmıyorum birlikteyiz demek
zorunda kaldım. Rasta saçlı Ezgi bana hüzünlü hüzünlü bakarak Ümit’in masaya
iki tane bira koydu, alkolik olamazdı, sevgilisi olamazdı, kimlesin dedim,
benle dedi arkadan biri, Özlem, lezbiyen olamazdı, sadece arkadaştılar, ben
tanıştırmıştım, daha doğrusu benim üzerimden tanışmışlardı, Güneş ve Özlem’le olmayan
Ümit ve Özlem’de olmuştu zamanında, geldiklerinde oturmadan tuvalete gidip, ben
içerdeyken yan tarafa giren ve ben çıkınca da görmediğim Özlem; hayatta iki tür
özlem vardı, bir, şimdi -mesela- Paris’te olsam; iki, şimdi -mesela- Paris
burada olsa: bu kentte böyle karşılaşmayan kaç tane sevgili vardır. Her şey
olacağına varır.
Güneş aradığında Ümit’in telefonunu yeni kapatmıştım,
başka randevusu olduğundan görüşemeyeceğimizi söylemişti, randevusu meğer
Özlem’leymiş. Beşiktaş’a gidelim demiş Özlem, Murat’ı görebiliriz diye uyarmış
Ümit, olsun demiş gülerek, görelim, ne olur ki. Sonradan anladım ki dedi Ümit,
seni görmenin değil, görmemenin bir sakıncası olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
Siz neden benim yüzümden düşman olacağınıza bana
rağmen dost olmuyorsunuz demiştim. Dost olamadılar tam olarak, ama ara sıra
görüşüyorlar. Birbirlerine eski güzel günleri hatırlatıyorlar. Eski güzel
günler beni hatırlatıyor. Artık ben kimi hatırlatıyorsam.
Özlem ile Ümit’i birlikte gördüğümde hep Dilek geliyor
aklıma, bana kimseyi hatırlatmadığından seviyorum seni diyen Dilek; şimdi nerde
acaba, gelir mi belki.
Banu’ya hâlâ âşık olmadığımı tekrarlaya tekrarlaya,
bunun doğruluğunu gerçekten düşünmemeye başlamıştım. Dilek’in, hâlâ âşıksın
deyişlerindeki ısrar yüzünden peki dedim, âşığım, böylece duygularımı rahat
bıraktım, ama işte yönelmediler Banu’ya. Âşık değilim diye ısrar etmem
boşunaymış, zaten âşık değilmişim. Olmadığımı söyleyip, olduğumu içten içe
düşünerek, olamayacaktım az kalsın Dilek’e âşık, kendim yüzünden, eski kendim...
-BİRAZ GECİKTİM AMA SEN ZATEN
ISMARLAMIŞSIN.
-EVET, ÇÜNKÜ GELİP DE BENİ ÖYLE HÂLÂ
BEKLER VE GARSONLARI GEÇİŞTİRMEYE ÇALIŞIR HALİMLE GÖRÜNCE HİSSEDECEĞİN SUÇLULUK
DUYGUSUNDAN KURTARMAK İSTEDİM SENİ...
(ZEHRA VE KEDİSİ)
Özlemle ayakta öpüşüyoruz. Buldum; ayakkabının
sahibini sonunda buldum; yine de; bacaklara da bakayım biraz, dediğim kadın.
Ümit’ten daha âşık bana. Selin’den, bilemiyorum. Ümit ve Selin oturdukları yerden
inceliyor, bir baktım, Zehra incelemiyor, doğrudan üzerime geliyor, uzaktan
görmüş. Öyle oradan geçerken, beni görme umuduyla, neşeyle, öpüştüğümüzü ancak
yaklaşınca fark ediyor, görünmez bir duvara çarpmış gibi, sonra masadakileri de
algılıyor, dişi kurtların arasına düşmüş bir çıta, ama gelmiş bulunuyor,
Özlem’le yeni öpüşmüşüz dönmüş donmuş ona bakıyoruz. Selam diyorum. Sen beni mi takip ediyorsun diyor. Yarı ciddi, yarı
ciddi. Nereye gitsem bir eski sevgili, ben sizi mi takip edeceğim… Kızlar,
bu Zehra. Zehra, bu kızlar. Kış güneşi gibi ısıran merhabalar. Gel otur diyorum
Zehra’ya, pek bir yer de yok aslında ama, başımın üstünde de.
-ALKOL KULLANIYOR MUSUN?
-HAYIR BEN SADECE İÇİCİYİM.
(NAZ VE KÖPEĞİ)
Ezgi’ye uzaktan bakıyorum, yalnız geldiğimde kekeleyen
güzel garson kız, her gün aynı şeyi içtiğim halde ne içersiniz diye soran; bir
gün Zehra’yla kalkarken hesabı getirip Zehra’ya dalmış bakarken hesabı almayı
unutup giden; bakıyorum ki araya biri girsin, hah, Naz… Hani köpeğiyle geçen.
Dobiş, hımbıl, çirkin mi güzel mi diye düşünmeyeceğin, erkek bile diyemeyeceğin
bir köpek, düzgün karakterli biri belki, ama suratı asık, Naz ile biz
kesişirken bir şeylerden yakınıyor, el eleler, ağzını kapa sinek kaçacak Naz,
ayakta Zehra ile yan yanayız, Özlem de oturmuş, kızlar da izliyor, hımbıl da
bakmak zorunda kalıyor, bu kadınlar niye bizden tarafa bakıyor, bu kadınlar
niye kendisiyle beni kıyaslıyor, hımbılla dambıl…
Bazen adama bakıyorsun, koluna taktığı kadın artık
ilgini çekmiyor. Oysa benim bundan neyim eksik diye düşünüyordu adam, yanındaki
kadını baştan aşağı süzerken.
Ne salak şeysin sen hep yaşın 18 sözünü ve Erorik
Kadın adını bulmama yaramıştı Naz, göbek adı Ayşe idi, Ayşenaz yerine Ayşenik,
onun üzerinden de Arsenik derdim ona gülerdi, mutlu günlerimizde… İskeleden
atmıştım onu, kıyıdan girmiyorsun diye; işte kıyıdan girmiş. Ha bir de, bir
erkek bir kadını asla içki almaya göndermemeliymiş: Boşanma davası sürüyor uzun
süredir, ayrı yaşadığı eşiyle. Evine gizli gizli girip çıkıyorum. Bunun için
çok teşekkür ediyor bana, ama. Bir akşam yine neredeyse saklanarak girmişim, bir
süre sonra, canım diyorum, bana bira alabilir misin inip, biraz gevşemeye
ihtiyacım var; ben görünmeyeyim diye. Sabah bunun üzerine söylüyor lafı, bir
erkek bir kadını asla… babası dermiş.
Ya içki ya ben diyen bir başkası geldi aklıma; içkiyi
zamanla azaltmıştım, onu hemen.
Selam falan verilmiyor, bitmiş aşka selam verilmez,
böyle bitmiş aşka, böyleleri biter gider; gidiyor köpeği çekiştirerek, köpek
arkaya bakıyor söylenerek, oyun vardı da kaçırdım mı. Bu adam niye bana öyle
üstten üstten bakıyor. Köpük olsun adı.
-BENİ BAŞKASIYLA KIYASLAMA.
-HALBUKİ BEN BAŞKASIYLA KIYASLANMAM.
(HANDE VE BİRA)
Biraz gevşemem lazım, birama uzanıyorum hâlâ ayakta,
bir bira iç bari diye uzatıyorum Zehra’ya, alıp içiyor, masaya bırakacakken bir
el kapıyor elinden biramı, bira benim, kapışan kapışana, Murat ve Bira
olmalıydı sanki bu bölümün adı. Bir yudum da o içiyor, Hande. Haydaa. Sohtorik
ve kadınları diyor, Zehra ile mi geldiler, yok canım, yani benim bildiğim, önce
de içmiş belli Hande.
Ayakta kokteyl gibi takılıyoruz işte. Konu açmak lazım
böyle durumlarda da, hiç de beceremem de, ben derin muhabbetlerin adamıyım da,
falan filan, bu kadın, diyorum, biramı elinde tutan bu kadın, ilk birlikte
olduğum kadındır, nasıl, yeterince derin mi, yani beni ilk erkek yapan kadın.
Güldürme beni Sohtorik diyor Hande. Ben senin
hatırladığın o saf kız değilim artık. Hadi hadi şerefe, diye kızlara kaldırıyor
birayı, büyükçe bir yudum daha alıp masaya bırakıyor, bardak sallanıyor
dengesini buluyor, iyi eğlenceleeer diyerek gidiyor, kimse bir şey diyemiyor,
sadece Özlem ya da Yasemin, bunlardan biri, uzanıp o da bir yudum alıyor,
birası bitmiş.
Biramı son içene, artık hangisiyse, dik dik bakarken Zehra,
ben oturmayayım kalabalık diyor, iyi eğlenceleeer, Hande’yi taklit ederek. İlk
kendisiyle olduğumu sanmamıştı her halde. En son da kendisiyle olacağımı… Hem
evde kedi onu beklermiş.
Kedi dediğin gitsen de bekler.
SELİN VE ŞAŞKIN
Selin şaşırmaya devam ediyor çünkü Ümit’i Güneş
sanmış, ben ona Güneş gelecek sen de bizle oturabilirsin demişim, Ümit diye
tanıştırınca, bu da mı eski sevgilisi diye düşünmüş, sonra bir de bana daha
ilgili bir Özlem, bu da mı bu da mı diye düşünmüş, eski sevgililer üşüşmüş… Zehra
sanki buluşmaya gelir gibi çıka çıka gelince, eski sevgililer kulübü, Hande
Mande, kim kurdu bu kulübü, öyle demeyin, ben de şaşkınım yani… Naz'ın
yanındaki bu hım bıldan sonra dünyada şansı yok Murat için diye düşünmüş, o
konuda rahatım diyor, diyecek.
Every Brad you Pitt, i'll be watching you, diyor
Angelina Jolie…
Zehra’yı tanıdım diyor Selin, Yeliz’le geçerken
buradan, yanımda Zehra ile görmüş beni, hep yalnız oturduğum yerde, şu yandaki
bar taburesinde. Başkasıyla hiç olmayacakmışsın gibi gelmişti, beni
bekleyecekmişsin gibi, benle olmaman değil de bu koymuştu, gözümü açtı.
Mülkiyetçi, diyorum. Sen yapıyorsun bende bunu diyor, en az sen yapman
gerekirken. Yapmamışların yüzü suyu hürmetine diyorum.
-BİRİSİYLE YIKANAMIYORUM, RAHATSIZ OLUYORUM.
-GİYSİLERİNİ ÇIKARTMAN LAZIM…
(VEJETARYEN VE ET)
Özlem ortama yeni gelmiş bir köpek gibi henüz hiçbir
şeyin farkında olmadan bakıyor, (metnin buraya kadarki halini okutuyorum, oo
çok kuuul diyor) beni gördüğüne mutlu olması haricinde, hayali gerçekleşmiş,
basit hayalleri var, gör sen bakalım, vejetaryenlikten, kafa Leyla, sonra Selin’e
bakışlarımı yakalayınca bir duruyor… Çok güzel Selin, Özlem’den bile güzel, ki
güzel olduğunu ne kadar düşünüyordu, şimdi güzel olmadığını düşünüyor… Zehra da
çok güzel, ama onu çabuk unutuyor, vejetaryenlikten, oysa ela gözlerimin neden
sevildiğini anladığım kadın Zehra, onda gördüm bendekini, göze batmadan
etkileyen, demek bende de böyle gözüküyormuş.
Takmam kafaya hiçbir şey demişti Zehra, gelir geçer.
Kendisi de böyle gelip geçti işte. Her şeyi olduğun gibi kabul edeceksin derdi,
hayır canım, olduğu gibi olmalı, Zen rahipleri öyle yaparmış, ya da sadece
söylüyorlardır, seni ima ederek, kızım Zen’e söylüyorum Zehra’cım sen anla; iyi
biriysen hem, neden olduğu gibi kabul et denilsin senin için, densizin birine
denir bu. Kımıldama bir yaratık var boynunda, muck,
oh, öpmeye çalışıyormuş, kötü bir niyeti yokmuş… O yüzden mutluluğu da
ekstra ordinaryüs bir şey olarak görüp yalın hale dönmeyi uygun buldu, mutsuz
olmayacak ama mutlu da; mutluyken kaçacak delik arayacak, öyle demişti, sonra
da unutmuştur dediğini, vejetaryenlikten, yarın hiçbir şey olmamış gibi selam
verir, bir sonraki gün vermez bakarsın. Benim de istiyordu vejetaryen olmamı,
seni unutmam gerekirse olurum ancak demiştim, vejetaryenler son aşamada
vejetaryen olduklarını da unutup et yiyorlarmış zati, kelime vejetaryeniyim hem
ben, yutmuyorum kelimeleri.
Ümit’le muhabbete dalıyorum, bazı güzel kadınların
kıyafet zevkine bakıyorum da kendilerinin tanrıçası olsalardı suratlarına
bakılmazdı diyorum, insan vücudundan kötü giyinmemeli; bu gönül işi hiçbir şeye
benzemez diyor, güzele çirkine bakmaz; sanıyorum bunu diyen, çirkindir ya da
kadın... Özlem de Selin’le konuşuyor, Marquez’in oğluyla tanıştım Amerika’da.
Konuşuldu içildi falan. Bir ara kalkıp pencereden Muraaat diye bağırdım. Bize
özgü bir haykırış sanmıştı… Özlem’le ben yan yana rast gelmiş olsak hayatımız
değişmez mi, insanlık bile değişebilir, ikimizden bir dâhi çıkmaz ama onun bir
aptaldan embesil doğurmasının önüne geçilebilir… Selin’den bana dönüyor,
kafamın üstünde bir yerlere bakarak konuşuyor; aşk acısı deyince sanki alkollü
rakı demişiz gibi geliyormuş; külahıma anlat diyorum, rakıya bakıp sadece
alkolünü görüyorsun.
Hande bu sırada gelmiş olabilir.
GÖZÜMÜ DİKERİM, GİZİNİ DÖKERİM
(ÖZLEM VE ÖZLEM)
Karşı masaya iki kadın geliyor, tekiyle göz göze
geliyoruz ve çekmiyoruz, sanki omuz omuza vermişiz gibi, ayakta öylece oturmak
üzereyken bekliyorlar, yarı eğilmiş, peki yanındaki kadın niye oturmuyor, ona
çeviriyorum gözlerimi, hadi bakalım, bir tane daha. Bu bir ayıp mı, eski
sevgiliye yanındaki kadınla kesişirken yakalanmak, intikam mı, fark etmeden
aldığım… Dilek ya da Ferah… Tijen mi yoksa… Arkası dönük oturuyor. Hah Merve…
Yok, hatırlamıyorum, Merve diye biriyle çıktığımı hatırlamıyorum... Bir süre
sonra kalkacak, nereye, Murat’a gidiyorum, şey, tuvalete…
Erkek arkadaşlarım senin koyduğundan çok daha özel
yerlere koydular beni.
Erkekler öküzdür kadınlar özeldir demiyor muydun,
demek seni öküzler beni özeller özel yere koymuş.
Öküz, Özel, hah, Özlem. Masada bir Özlem olduğundan
hatırlayamadım.
SEÇİM VE SEÇİM
Onu ilk gördüğümde demiştim ki bu onu ilk görüşüm. O
tanımlayamamış, sadece “bu” demiş. İşte bu. Bunun üzerinden anlaştık. Pazartesi
patron odama getirdi, ajansta ilk günüm, tanışıyoruz ve öpüşüyoruz. İş yerinde
yeni tanıştığınla öpüşmezsin, hele dudaklardan hiç. Pardon diyorum, iki yıl iş
dünyasından uzaktım, biraz yabanileşmişim. Bu mu yabanilik diyor, çok başarılı
buldum, yani 2 yıl tatili demek istedim, gülüyoruz, dinlenmişsinizdir… Patron
ciddileşiyor, karşı binadaki müşterimizin mağazasını incelemeye gönderiyor
bizi. Tüm mağaza gezmesi sırasında utangaç davranmasının nedeni biraz önce
karşıdan karşıya geçirirken belini hafifçe tutmuş olmam. Her şey olacağına…
Çarşamba öğlen şu diyaloğu yaşıyoruz: Ne yapıyorsun öğlen. Bir planım yok…
Susuyor. Sen ne yapıyorsun. Bir planım yok. Anlaştık. Yemeğe çıkıyoruz. Cuma
akşam da şu diyaloğu: Ne yapıyorsun akşam. Bir planım yok. Susuyor. Sen ne
yapıyorsun. Bir planım yok. Anlaştık. Barda çok belli o akşam birlikte
olacağımız, o yüzden taksiye bindirirken gelmeyeyim diyerek geri çeviriyorum
teklifini. Hayal ile gerçeğin aşkını bozan şey gerçekleşmesidir. Bunları
hatırlıyorum, sanki zaten olmuşu, olmamış da yeni olacakmış gibi hayal ederken
burada, bu kadınların arasında, Özlem önümden geçip gitmek üzereyken Murat'a diye
tuvalete, hayatımın özeti gibi diyecek. Eve onsuz yürüdüğüm ilk gecemiz,
sevişmiş kadar olmuştum.
Sabah kalkacaktık, daha bir kez birlikte olmuşuz ve
hadi kahvaltıya çıkalım diyecektim, ama yasak diyecekti, neden, sokağa çıkma
yasağı var, nasıl ayarladın, sayım var. Mecburen yatağa döneceğiz, o yüzden mi
o kadar içki aldın akşam... Bunları düşünürken Hande’nin evindeyim, dolaptaki
içki stoğunu bitirmeye başlıyorum efkardan…
Günlüğümü bulup okuyor, ortaya bırakmışım çünkü; biz
sevişirken Hande’nin yatak odasının kapısında striptiz yapışını gördüğümü
okuyor, harika bir striptiz, kızlar yanımda kahkahalarla gülerken bile
sevişmeyi değil striptizi hatırlıyorum, sonra sevişmeyi sürdürdüğüm için küskün
bir suratla gidiyor Hande, göğüsleri ve kalçaları dik, boynu bükük.
Hayatımdan çıkarken selam veriyordu sadece.
Memeleriyle mi selam veriyor... Beni de öyle düşünmen
için hayatından çıkmam lazım belki.
Ve dediğini yapıyor.
Bu dünyayı erkek kötü
duruma getirmiyor; kadın kötü duruma getiriyor, erkek götürüyor.
RASTLANTI VE OLASILIK
Dur diyorum şu yoldan sapayım hiç girmem oraya. Şöyle
bir ters tarafa bakıp sapıyorum. İçimde kalıyor. Bir kadın gördüm simsiyah bir
atın üzerinde. İstiklal caddesinde.
Dönüp bakamam, bana yakışmaz. Ona çok yakışmış, siyah
bir giysi, mini etek ve topuklu ayakkabı. Yüzü beyaz sadece, bir yüzü varsa…
Nal seslerini duyuyorum arkamdan… Yavaşla diyorum, yaklaşsın. Ne olacak ki?
Olsun, yaklaşsın... Yanımdan geçsin, suratını görmezsem bu akşam kimle yatağa
gireceğim. Yaklaşıyor yaklaşıyor, yarım dönüyorum, en azından suratını göreyim
ki: Murat… Omzuma dokunuyor. Naber. Murat di mi. Gülüyor. Yeniden tanışalım mı.
Evden çıksam mı, hadi çıkayım; hep gittiğim kafeye
otursam mı, dolu; başka bir masa bulayım değişiklik olsun, güzel garson kız
yok; eve mi dönsem yorgunum, hadi biraz daha yürüyeyim; şu sokaktan mı girsem,
hiç girmem; şu geldiğimiz hale bak; eve mi gideyim, Özlem’le mi karşılaşayım;
hadi Özlem’le karşılaşalım… Bara gidilmiş, dizlerimi eline koymuşum. Yanlış
anlatıyorum ama doğru yaşıyoruz.
Buraya kadar neden yürüdüğünü bilmiyor, sanki taksiler
beni burada bekleyecekmiş gibi. Çıplak bacakları bacaklarıma değiyor,
öpebilirim onu, rastlantıyı
sözcük sözcük alt etmek şiir, öpücük öpücük alt etmek aşk; sonraya
bırakıyorum yine.
Yazı nasıl gidiyor; soydum, yatağa attım, yapılacak iş
belli ama içimden gelmiyor; neden; e aklım yazıda…
İlk aşkını ara demiş abisi ölüm döşeğinde, bunu
düşünürken karşısına çıkıyorum, arkamı dönüp yürüyorum, ilk aşkının peşine düş
demiş abisi... Ama abi, sen ara dedin bul dedin, sev demedin ki, daha iyi sev
demedin… Demek abisinin kemikleri sızlıyor. Biri ölüyor öbürü gömülüyor.
Tuvalete geçerken bunlar geçiyor aklımdan. Çok donuk
bakıyordun diyor, o yüzden selam vermedim.
Az göz teması kurmam depresyon belirtisi değil,
karşımdakini depresyona sokmamak için.
Şizofren naif faşizm propagandası olur mu; oluyor
bakın:
Sevil de sevme
Ağlama ağlat
Yoksa zehr’olur
Bu tatlı hayat…
GÜNEŞ VE DİĞERLERİ
Güneş görünüyor. Kulübü o ayarlamışsa müthiş bir
organizasyon. Daha tatlı bir gergin tanışma, herkes içkili artık Allahtan. Güneş’le
Özlem birbirlerini görmeye çalışıyorlar. Bu sefer abajur yok. Başka kadınlar
var. Gördün mü bak beterin beteri var, abajur masumdu. Selin kalkmak istiyor
saçmalama. Özlem Selin’i unutuyor Güneş’den sonra. Görmüşler demek
birbirlerini. Hissetmişler. Güneş de Özlem’i görünce Selin’i fark bile etmeden
masamıza tutunuyor. Hatta olana bakar mısın, Güneş’in beni araması kadar tuhaf,
Selin ile Güneş çok iyi anlaşıyorlar… İyi mi…
Taksiyle bırakayım diyorsun, otobüsle giderim canım
diyor; otobüse binelim dediğin diğeri cimriyiz bakıyorum diyor. Kadının kadın
tanımaması cimrilik…
Selin herkese abla muamelesi yapıyor, yaşından da
dolayı. Tabii bir seferlik, yani bir masalık. Bir ara tuvalete gidiyorlar
beraber. Selin’le diyor Özlem, nerde tanıştınız. Unutmamış, sıraya koymuş.
Buradan, buradaki şeyden, arkadaş grubu, falandan diyorum… Başka konu giriyor
Ümit sayesinde, çıkıyor, sevgili falan mısınız… Falanız. Özlem bunu hiç düşünmemiş
gibi şaşırıyor. Ümit zaten anlamış gözüküyor.
Evet, Selin benim sevgilim… Tabii ben de onun
sevgilisiyim.
Sabah
uyandırıldığında pazartesiydi, demiş şair, niyeyse. Pazar uyandırıldığımda pazartesiydi demek geldi içimden.
Öyle
enteresan cümleler kuruyorsun ki, beğenmek zorunda kalıyorum. Ama seninki daha
güzel.
Şşşt ayıp…
Dövmen ne güzel diyorlar Özlem’e… Kimin kimi sevdiğini
anlayamıyorum, sevmediğini… Murat yaptırttı diyor Özlem, susuyor, başı önde.
Hafif kaldırıp utanarak mı bakıyor bana, hin mi. Daha çok ilgi ve nefret
uyandırıyor, okumaya kalkıyorlar sırtı açık elbisesinden. Zor bir metin diyor
teki. Proust mu Joyce mu diyor Özlem. Bilmiyor musun? Hiç okumadım, hâlâ bana
bakıyor. Artık diyorum, benim okumam içindi, erken boşalmayayım diye. Filozofun
birinden. Okumaya kalkanlar dikilip yerlerine geçiyor. Şimdiki aklım olsa
edebiyatçının birinden olurdu, anlaşılmaması değil çok anlamlı olması daha
geciktirici, yani kalıcı demek istedim.
Ben de geç boşalırdım halbuki diyor Ümit…
LAFLAR VE BALKABAĞI
-Yüzde 50 indirim yaptıklarında, demek ki sezonda
yüzde 50 kazıklıyorlar diye elim gitmiyor.
Kız kıza sohbet ediyoruz. Tabii ablaları gibiyim.
-Hayatının erkeği kıstasların gibi, yüzde 50
azaltırsan kapışılırsın, şu anda yani, kazıklıyorsun erkekleri.
-Çocuk zekasının yüzde 80’ini anneden yüzde 20’sini
babadan alıyormuş…
-Ama şu insanlığa bakıyorum da, bu bilgi kadınların
aptal olduğunu gösterir, keşke babadan alabilselermiş o zaman demek.
-Sen başka bir şeysin zaten.
-Sen de zekanı benden alamasan da oluşturmuş bir
kadınsın.
Hani arabada trafikte sol şeride geçmek için sinyal
vermeyip sol kolunu camdan uzatan şoförler vardır ya, öyle bir kadın gördüm,
ama bu sağ şeride geçmek için sağ kolunu uzattı, sağ koltuğa doğru, yol
alamayınca da kornaya asıldı.
-İnsanları hatalarıyla kabul etmek lazım.
-Bir daha söyle…
-Beni hatalarımla kabul et…
-Bir daha söyle…
-Ben kötü biriyim…
-Bir daha söyleme…
-Yine de iyi biri olduğumu düşünmeye devam edeceğim.
-Bir okurunu anlatmıştın hani arkadaş olduğunuzda bile
sana hâlâ siz diyen.
-Biz de siz diyelim mi…
-Çünkü başta sizi kızdırmış, o saygısızlığını
hatırlatıyormuş siz demek.
-İyiler hatırlamak istiyor.
Refik’te oturuyoruz, Refik bir anda koşturuyor
yanımıza; biz burada böyle şeylere izin vermeyiz... Gülerek yerine geçiyor bu.
Meyhane sokağın ortasında, karşımdan kalkmış, gelmiş kucağıma oturmuş öpüyor
beni... Başka zamanlarda, başka mekanlarda, böyle sıkıştırılınca, bağırıyorum
havaya: Refik Abiii...
Bahar yağmuru altından çok güzel bir gün geçiriyoruz,
tek eksiği var keşke her ânı fotoğraflansaydı, bir fotoğraf yağmuru… Eve
dönüyorum, önüme fotoğrafları atıyor. Bunlar ne diyorum, bunlar ne diyor.
Birini tutmuş, beni izletiyormuş. Bizi… Minnetle sarılıp öpüyorum, seni çok
seviyorum, aklımı okuyorsun diyorum ve çıkıp gidiyorum, fotoğrafları kapıp…
Aldatıldım tabi… Gecenin tekinde bir kadın gelmişti
evime… Dikleştik… Hani ben sana geldim sen de bana gel diyen kadınlar vardır
ya, yoktur, yoktur öyle yani bende… Yat içerde dedim, gitme, içmiş, araba kullanma,
uyu, ben de yanına yatarım, merak etme, gitti yattı… Son biramı bitirip ben de
uyuyacağım, bir geldi yatak odasından, çıplak ya da uyduruyorum, bu çalan kim
dedi… Şöyle bir baktım, ona değil şarkıya; Jeff Buckley… Bunu kimse bilmez
dedi… Sene 2000 olmamış, ama tabi 69 da değil… Çok güzel dedi gitti yattı yine…
Ben de bir süre sonra yanına, uyuduk… Gece bir baktım üzerimde… Sonra altımda.
Yer yatağından başının parkeye düştüğünü ve giderek ittire ittire dibine
getirdiğim duvara çarpmasın diye elimle başını koruduğumu hatırlıyorum, o
kadar, ama bu sahne sonra Hoyrat adlı bir öykü oldu; duvara doğru iten cinsel
organım ve başını vurmasından koruyan diğer bir tinsel organ olarak elim...
Sonra da alışırsın… Sabah uyandık, nasıl oldu dedim, birbirimizi sevmemiştik…
Kokunu fark ettim dedi… Gece söylediği şeyi hatırladım işte o an: “İlk defa
altta orgazm oldum…” Hep kokumla hatırladım o geceyi… Sonra bir gün, günlüğümde
o geceye rastladığımda çıktı Jeff Buckley… Beni onla aldatmıştı… Seviştiği
oydu…
-Yolsuz kaldığım bir gün evine girip, sen bayramda
güneydesin, çalacak bir şey bulamayınca CD’lerini yürütüyorum. Onları sokakta
satarken rastlıyorsun bana, tatil dönüşü.
-Napıyorsun?
-Şey, yolsuz kaldım da...
-Neden kızardın, bu utanılacak bir şey değil ki...
-Henüz alışamadım... Neyse, seçebildin mi?
-Sana yardım için birkaç tane alayım. Çünkü bende var
aslında hepsi bunların.
Geçen senle karşılaştığımızda cebimde kitaplar vardı,
bol cepli parkayı o yüzden giymiştim ve onları kaybetmemeye çalışıyordum çünkü
oturduğum yerlerde çıkarıyordum ve markette senle karşılaşınca elimde şaraplar
cebimde kitaplar deseydim her halde ceplerime neler bunlar bakiim diye
bakacaktın ben de hatta ellerimi teslim olmuş gibi havaya kaldırıp market
insanlarına ne yapayım bu da böyle bir sapık diyecektim; neyse sonra tersi
geldi aklıma, biz kütüphanedeymişiz orda sen parkanın ceplerinden sucuk sosis
falan bakıyormuşsun, aaa ben bunu yememiştim, bu peyniri kim çıkarmış yeni
baskı mı… O komik olurmuş esas… Sıradan bir gündü yani.
-Benimsin derdi bana, nasıl sinirlenirdim, o da
inadına diyordu, bazen seviyor bazen cidden kızıyordum, sonra abarttı, malımsın
demeye başladı.
-İğrençsin.
-Şu koltuk nasıl benim malımsa sen de öyle malımsın
diyor çıldırıyorum. Sonra bir gün yakın arkadaşlarımla bir yerdeyiz, bu mal
yeni tanıştı, of çok ayıp oldu, bu malt, Murat, yeni tanıştı, herkes birbiriyle
konuşurken bir ara bana karşıdan baktı, suratındaki fırlama ifade, gözlerini
baygın baygın kısması, ağzını öper gibi büzmesi, belli ne diyeceği, gizli gizli
yapıyor ama herkes fark etti, susuldu, herkes duydu: Balımsın dedi… Bir şey
demek istedim, yutkundum, kızayım istedim, ne güzel, ne romantik, falan
diyorlar…
-Sinirden bir gülme tuttu bunu. Salak bu kız, boş ver
bunu Murat, insan sen de benim balımsın falan der di mi, diyor arkadaşları. Of
tam bir zaferdi.
-Allahım ya ne gıcıksın.
-Ya benimsin ya zamanın.
-Otoritersin…
-Hayır, otoritem vardır.
-Gösteremedin…
-Otoriter olmadığımdan.
-Yine de görebilmem gerekirdi.
-Kendi üzerinde otoriten yok, otoritersin sadece.
-Senin bu benmerkezciliği beni öldürecek.
-Ne kadar benmerkezcisin.
-İlk metinlerini okuyunca ukala bir esinti aldım önce,
sonra neden ukala olduğunu düşünüyorsun diye sordum kendime, seni aştığını
düşünüyorsun da o yüzden mi diye sordum…
-Nasıl bir okursun sen… Ölümden konuşuyoruz tak benden
bir alıntı yapıyorsun, aşktan konuşuyoruz tak bir alıntı benden… Havadan sudan
konuşuyoruz, bir alıntı daha, sudan, ama benden… Bunları hemencecik nerden
buluyorsun, bir yerde mi kayıtlı?
-Sen hemen nerden anlıyorsun senin olduklarını...
-Çok satar bile olabilirsin Murat ama böyle tek bir
okur bulamazsın. Hatta Nobel alırsın.
-Borges'in bir kitabı 7 tane satmış. 7 kişi tam
istediğimdi, demiş, maazallah 100 kişi falan olsaydı ben onları
tasarlayamazdım, oysa 7 kişiyi şimdi tahmin edebilirim, okurken ne
hissettiklerini çıkartabilirim, 7 iyi bir rakam... Bunu anlatıp jürideki 7
kişiye teşekkür etmiştim… Bir ödül
konuşmamdı, otobüste gelmişti aklıma, kısa bir konuşma yapacağım hatta bitirdim
diyeyim diye düşünürken.
-Bu grubu yatakta da istiyorsun di mi...
-Kendim için değil, yazı için, karakterlerin en iyi
sergilendiği atmosferdir orası. Sevişirken kırıtılmaz.
Çok iyi orgazm taklidi yapıyordun hatırladım, sanat
gibiydi; gerçekten orgazm olan kadınları sevemedim senden sonra, gerçeğini
değil sanatını arıyordum artık, kurgu olanını; büyük yazarlar gibi. Büyük
yazar, küçük sik.
Ağva’da dere kenarında karşımda Kısa Çöp'ü okuyorsun.
Ben bir şey söyleyince sesini keser misin lütfen, seni okuyorum diyorsun. Her
öyküyü bitirdiğinde, tamam biraz konuşabilirsin ama kısa kes, diğerine
geçeceğim diyorsun...
Canım sıkılıyor ve. 1000 basılan kitabımın eve aldığım
100 tanesinden bir tanesini çekiyor ve yola fırlatıyorum. Küçük bir yokuş. Tam
yolun ortasında duruyor. Bir araba geçsin de ezsin… Yukarıdan bir adam iniyor.
Taş ya da torba diye, nesne diye tekmelediği anda fark ediyor, peşinden
koşuyor, eğilip alıyor… Düşünmemiştim bunu, Allah Allah Allah…
Günümüz kadınıyla günümüz
yayınevlerinin ortak özelliği şu: İkisi de kendini esas sanıyor. Halbuki
yazardır esas olan.
Ben bir erkeğim ve emin ol senden daha çok kadın
tanıdım. Hangi kadın bir erkekten daha fazla kadın tanıyabilir ki. Birini
tanımak için: alışverişe gitmek, yola gitmek, aynı evde kalmak, sarhoş olmak, bunları
geçiniz, karşı tarafa geçiniz; karşı cinsten olmak önemli… Biliyorum, bir
kadını derinlemesine tanırız diyeceksin. Ama bir kentte çocukluğundan beri
yaşıyor olman dünya kentleri konusunda konuşabileceğin anlamına gelmez; bir
gezgin olman gerekir bunun için… Şöyle:
İstanbul kentini dibine kadar biliyorsun çünkü
yerlisisin… (Bu sensin, senin kendin, senin kadınlığın. Kendini gerçekten
tanıdığını, kendinin gerçekten yerlisi olduğunu farz ediyorum.) Dünya
kentlerinden de diyelim 10 kadarıyla dostane ilişkilerin var, gidiyor
kalıyorsun, bilgi sahibisin. Yerlileriyle sıkı fıkısın… (Bunlar da kadın
dostların. Kendi kendilerinin gerçekten yerlisi olduklarını ve senin onları
gerçekten tanımana izin verdiklerini farz ediyorum.) Bir de karşında işi de
hayatı da bu olan bir dünya gezgini var, dünya yerlisi gibi bir şey neredeyse,
senin yediğin içtiğin ayrı gitmeyen 10 kentin var ise onun seviştiği 100
neredeyse… (Bu da ancak bir erkek olabilir değil mi… Bu bir kadın olamaz.) Bir
dünya kentleri sempozyumuna seni mi çağırırlar ilk, onu mu? (Bir kadın sempozyumuna seni mi çağırırlar ilk, onu
mu, o erkeği…) Bir İstanbul kenti sempozyumuna peki, seni mi çağırırlar ilk,
onu mu? (Gerçek bir erkek tanıdığında, bu senin kafandaki erkek tanımını
değiştirmez sadece, kadın tanımını da değiştirir.) Son soru: İstanbul kentini
(kendini) dibine kadar tanıyor musun?
-Kaç kere oldu ki?
-823 kere falan.
-Başka adamlar da 823 kere sevişmiştir ne var!
-Onlar tüm giriş çıkışları sayıyor ben sadece ilk
girişleri.
-823 kadınla oldun yani!
-Abartıyorum tabii… 500’ü geçememişimdir.
-E iyi…
-Bak tam onların lafı oldu. 5 de 500’ü geçememiştir
mesela.
-Sevişmemizi silmeye zorlamıştım seni.
-Özür dilerim ki haklıydın, ben de olsam aynını
yapardım.
-Ah murat, ben olsam yapmazdım, ne güzel seyrederdik
şimdi...
-Ayvalık’tayız, pardon, Cundalık’ta. Yeniyiz.
Otelde. Biraz çıkıp dolaşıcam dedim yalnız. Üzülür gibi oldu da peki dedi. Yazı
yanımda, onla ilgilenirim, burada ne işimiz var, sevgilim bir kim, aramızda ne
var, gelirken yaşadıklarımız, düşüncelerim yanımda, duygularım da, onu özlemek
istiyorum daha ilk günlerden bile. Taş kahve. Bahar. Baharsı. Bahardan güzel
bahar başlangıçları. Yazlangıç. Tatil, İstanbul’u aldattığım aşüfte. Bir kadın
önümden birkaç kez geçti, bana bakarak; oturabilir miyim diye sordu neden
sonra, neden sonra? Buyurun dedim, o buyururken şöyle toparlanıp arkalara
baktım ki dolu boş. Konuşmaya ve çekinmeden ilgisini belli etmeye başladı.
Sanki onla geldik. Sevgilimle geldim diyeyim, de diyemedim, bir türlü, başka
türlü, olmadı, sohbet güzel. Akşam şu şömineli meyhaneye götüreyim sizi dedi de
diyebildim, ben de orayı çok sevdim, gülümsedi, bu akşam sevgilime gidelim
dedim hatta, sinirlendi. Neden baştan söylemediniz? Size asıldığım belli değil
mi? Sevgiliniz varsa asla istemem, sanki ben ona asılmışım… Tamam dedim artık
keselim… Uzat ki anı olsun. Gel burası boy değil deyip gelince boğulmasını
izlemek, boyu boyuma uygun değildi hakim bey. Tamam canım abartma, güzel oyundu
ama artık boyundu, boyunda bırak. Beni aldatacak mıydın yani? Seni senle
aldatacaktım en fazla. Hadi hatta gidip seni aldatalım. Akşam da şöminede
parlatalım. Uzattıkça uzattı, didiştikçe didişti, kafa bi cehennem oldu,
cehennem yapılan bir şeydir, yeter deyip fırladım, oradan geçen bir kadın
bakındım ki, yazdığım gibi yaşayayım, gülmeye başladı. Katıla katıla gülüyor,
delirmiş diye de düşünebilirim, yok, ne güzel yedim yazarı… Bir çeşit tatlı
küçük intikam da, sen beni yalnız bırakırsın, bir daha, bir daha beni, bir daha
ama, isteyecek eminim, akşam teşekkür ettiriyorum odada diz çöktürüp. Yalnız
bıraktığım için ikimizi de.
-Benleydi diyor Selin.
Herkes gülümsüyor.
-Hanginiz beni Depeche Mode
söyleyen kıza asıldım diye, yanındaki hımbılın omzuna başımı koyarak
kıskandırmaya çalışmıştı?
-Ben! Bırakıp gittin koştum
peşinden.
-Arabayla gelmiştin,
cipinle, kaldırıma çıkmıştın gece birden korkmuştum.
-Benim hiç cipim olmadı.
-Benden önceki sevgilin,
anlatmıştın bunu bana.
-Benden sonraki sevgilin,
anlatmıştın bunu bana.
-Bendim, dönüp o adamdan
özür dileyeceksin demiştin.
-Böyle mi dedim, adam
başkası olmasın.
-Ben başka adama
rastlamadım.
Ben hiç böyle bir sevişme yaşamadım dediğimde ben hep
böyle yaşadım ama bu hiçbirine benzemiyor demiştin.
-Bu, aranızdan biri değil. Evime gelmişti, ressamdı,
heykel de yapıyordu, soydu beni, vücuduma dokunuyor, organıma geldi sonuçta,
gülerek oynuyor, assolist, okşuyor da, devam edeyim mi…
-Bildik bir sonuçsa gerek yok.
-Bacaklarımın arasından bir adet saç teli geldi eline,
çekti çekti çekti gelmedi sonu, saçlarım uzun değildi o zaman.
-Çüş.
-Geçireyim seni dedim üzerimi giyinirken, sonra
vazgeçtim, geçirmeyeceğim dedim.
-Geçirmek derken.
-Taksiye bırakmak.
-Beni suçlar duruşu, açıklamamı beklemesi hoşuma
gitmemişti, haksızlık edilmiş gibi geldi ve geçirmeyeceğim dedim. Yatağa gittim
ve yattım, gelmesini bekledim, gelmedi.
-Geçirseymişsin.
SELİN VE YELİZ
Selin ben kalkayım mı diyor, Güneş biz de kalkalım
diyor. Sen otur diyor Özlem bana, sonra Selin’e dönüyor, sen otur, ne güzel
konuşuyoruz.
Biz kalkmışken Yeliz geliyor, bana hiç bakmadan Selin’in
yanına sormadan oturuyor, kim bu diye bakıyor herkes. Biz uzaklaşıyoruz.
Güneş’le ne yaptınız diyor Selin evde. Bunu asla
sormaz. Hüzünlü hüzünlü bakar, gözleri sulanarak yapar.
-Kıskandın mı?
-Kimi, Güneş’i mi?
Böyle sorar.
-Sadece onu mu?
-Seni kıskandım. Gülüyor. Bu beni rahatlatmalı mı
bilemedim, sonuçta eski sevgilinle gitmiştin ama eski sevgilinin yerine eskiden
tercih ettin diğer eski sevgilin benim yanımdaydı…
-Her şeyi biliyorsun.
-Kadın dayanışması.
-Yeliz’i merak ediyorum.
-Merak etmiyorsun, dalga geçiyorsun. Epey malzeme
verdi.
Yeliz sallana sallana oturmuş. Murat da buradaydı
yanında bir hatunla demiş sırıtarak… Eski sevgilisi demiş Selin, esas onların
randevusu varmış, biz tesadüfen. Özlem de eski sevgilisi… Ümit de.
Demek sevgilisi olmamak lazım demiş Yeliz, herkes bu
adamın eski sevgilisi.
Hiç olmamasından iyidir deseydin.
Ne buluyorsunuz şu adamda demişti Götkan. Yakışıklı
pop star. Hepinizi muma çevirmiş demişti Varil. Özgürlüğe övgüler mi dinliyoruz
şimdi demişti Melik, tatilimi anlatıyordum ajansa.
Adam bana resimli roman veriyor, Yaman, okumama çok da
gerek olmayan, ama kalın ve ağır! Israr edince peki diyorum alayım. Eve
taşıyorum. Sonra evden geri taşıyorum. Ona geri veriyorum emanetini, diyor ki:
Şu anda çantam yanımda değil taşıyamam. Ben onu eve taşıyacağım tekrar, sonra
bir de geri taşıyacağım... Hatta o gün de çantası olup olmadığını kollamam
gerekiyor! Çünkü yoksa ben onu eve taşı... Sizce de öküzün tarifi gibi olmadı
mı... Sokak çocuklarının okuması yoksa iyi ki resimli.
Oğlumun gözleri Murat’a benziyor demiş Ümit. Eşine
benziyordur dedik, eşim lens takıyor dedi, belli olmasın diye.
Telegoni deniyormuş; kadının daha önceki erkeğinin, en
etkilendiğinin vajinasında bıraktığı etkiye… Zenciyle birlikte olduysa sonraki
erkeğinden çocuğu koyu doğabiliyormuş. Bakışların ruhta bıraktığı iz de, olmaz
mı, mesela helegoni…
TARZAN DURURKEN MAYMUNU SEÇEN
(JANE)
Özlem, aklında başkası var diye seni terk etmiş, ama o
bir takıntıymış, eski bir sevgili, Murat’sa gerçekti dedi. Aklına düşmeye
başlamışsın, onun gibi. Murat’ı da öyle hatırlamak için bırakmışsın demek
dedik. Bazen duymuyor. Ben gerçeğim o hayal demişsin. Senin de hayal olacağın
geç dank etmiş. Hoş şimdi de öyle olabilir, diye Selin’a bakmış sorarcasına.
Yeliz Özlem’e asılmış.
Sonra masadaki tüm kadınlara asılmış. Hepsine
dokunuyormuş, birisi bana dokunma demiş, kim olduğunu hatırlamıyor, içki
çarpmış. Aldırmamış Yeliz.
Sabah hep gittiğimiz kafede karşılaşıyoruz Yeliz’le.
Orada olması hoşuma gidiyor, unutuyorum yeni kafeye gitmiyor oluşumu; yeni
kafede Zehra var.
Yaymış her şeyi ortalığa, gittiğimizde konu biliniyor
artık.
Herkese neden asıldın, belki birini seçsen şansın
olurdu diyorlar.
-Özlem’i seçtim, onu kıskandırmak için diğerlerine de
asıldım.
-Hiç tipi değilsin boşuna uğraşmasaydın… Hoş, seni
tipi göreni sanayiye çekmek lazım, tipide kalmış da ayarları bozulmuş olmalı.
Ata gülüyor. Bir kadın, onu ilk görenindir diyordu bir
zamanlar, Selin’in yanında bana, elde edemedi, elde etti sandıkları Yeliz de
elde edemedi, gördüler henüz alışamamış olsalar da bizi, her şey olacağına
varır, benim olacağına.
-Eskiden herkese asılırdım şimdi sadece Murat’ın
eskilerine.
Kendisiyle rahatlıkla dalga geçebilen biridir denmesi
için çabalayan biri.
-Siz ikiniz bitirin de Selin’e asılayım.
-Böyle haltlar edeceğine bana asılsana, kısa yoldan
halledersin.
-Gizli gay mi diyorsun adama.
-Önce adam olsun da gay olmak kolay.
Demişti ki bana:
-Yazıyor musun bu yaşadıklarımızı, ben de var mıyım?
-Olursun bakarsın.
-Ama adımı değiştir.
-Değiştirdim zaten, Yeliz yaptım.
Yeliz dediğim Yaman, yani bir erkek, yani. Naz’ın
köpeği gibi. Olan güzelim ada olmuş, ben de değiştiriyorum, Yeliz yapıyorum.
Direniş oluyor o sıralarda. Eşkıya filminin politik
versiyonu bu adam diyorum Devlet Başkanı için, ben yolsuzluk bile yaptım,
gençleri bile öldürttüm, dinimi bile sattım halkımı bile sattım, ama dinim
için, halkım için yaptım, diğerleri ne yaptı söylesinler, sadece muhalefet.
-Sen de öylesin diyorum Yeliz’e, aşkın için pisliğin
teki bile oldun.
Cemal Süreya’dan dize alıntılıyor, daha nen olayım
isterdin, onursuzunum senin.
-Senin onursuzunu istemiyordu ki benim onursuzumu
istiyordu.
SELİN VE BEN
Selin ile beni merak ediyorlar mekandakiler. Yeliz ile
birlikte gelen kız bir gün Murat ile gelmeye başlıyor. Doğru olan bu, ama neler
oluyor. Benim için de karmaşık. Sondan başa doğru bir gelelim.
23.
23 yaşındaydı, 46 yaşındaydım, tam iki katı. 68
yaşında kollarımda ölüyor. Demek ben de 130’lu yaşlarımdaydım.
Böyle bir son; pardon…
22.
Son gecemiz, ilk gecemiz, beraber oluyoruz, bana
piyano çalıyor… Sonra birlikte çalıyoruz, kalçalarıyla çalmasına yardım
ediyorum. Kaydetseydik keşke diyorum. Seyretmek için mi. Hem de dinlemek için.
İlk seksitalimiz... Yeliz'e dinletirdik.
Benim de ilk orgazmım. Daha önce neden olmadın. Çünkü
hiç olmadım, yani kimseyle. Hemen banyoya gitti seviştikten sonra bundanmış.
Anladığım şeyi soruyorum böylece: Ya Yeliz? Gereksiz soru. Edebiyat sorular
sorar cevaplar vermez edebiyatı yerine daha gerçekçi olanını, zaten bildiği
şeyleri soran bir edebiyat anlayışını desteklerim. Her şey anlaşıldı ve tersine
döndü, yerine oturdu. Bir erkeğin sevgilisiyle birlikte olmuştum, gözümün içine
baka baka başkasıyla olan kadına, onunla birlikte olarak ceza yerine ödül
vermek istemediğim halde, erkeğe ceza vermiş olacağım düşüncesiyle kendimi
ödüllendirerek, seksin zevki için de bir yerde, olmasa olmaz bir sevişme de
olacağı için, beni aldattığını kafama takmamaya karar verdim; hepsi, aslında
öyle olmadığını anlamam içinmiş. Her şey, olacağına, benim olacağına…
Zaten hiç dokunmadı bana, dokunamazmış gibiydi,
gibiydim. İkimiz de seni düşünüyorduk.
Beni düşünseniz iyi bir sevişme olurdu… Göstererek öpüşmüştünüz.
Tek öpüşmemiz… Senle ilk öpüşmemiz de oydu. Seni tam
okumamıştım henüz; sen şimdi benle birlikte olma, daha gençsin sonra erkek
beğenmezsin diyordun; aslında beğenmediğim erkelerle sana rastlama umuduyla
yaşlanayım yani diyordum.
Saf bir ilişki olmasa da, örneğin, onu kendime önceleri masum sonra daha masum öpücüklerle
bağlamıştım, diye yazacağım kadar saf, bir ilişkiydi artık.
21.
Kafede, köşede, iki kişilik deri koltuğumda otururken
yanıma geliyor. Konuşabilir miyiz? Ayakta bekliyor bir süre. İki bira al gel.
Kısa bir süre de kendini bekliyor. Alıp geliyor. İlk birasını içiyor.
O köşedeki koltukta, ve herkesin merkezindeyiz. Bir
trafik oluşuyor, birkaç kez geçip duruyorlar tanıdığım insanlar, katıla katıla
gülmeye başladığımızda artık tanımadığımız insanlar da bize bakıyor, fanusun
içinden bize bunlar nasıl nefes alabiliyorlar diye bakıyorlar, neyi dışarıda
bırakırsan gerçek merkez odur, hatta hâlâ inanmıyorum ama Zehra bile geliyor,
onun gelmediği öğleden sonra saatleri, kim haber verdi, tanınmaz halde, ya da
ben tanımayı umursamıyorum, algılamayarak bakıyorum, rastlantı, burnunun koku
alması, kıskançlığın çekmesi, gülüşlerimizin evinden duyulması, bir yıl gibi
bir süre onu görmek için geldiğim, her yerine her yeri sinmiş kafede; ve
şaşırarak bakışıyoruz ikimiz de, bana bakmıyor tabii, yanımdaki kahıra bakıyor;
duralıyor, selam veremiyor, içeri giriyor, çıkıyor, bunu nasıl yaparsınız, hem
de benim kafemde, olduğu gibi kabul ediliyordu hani, o zaman bulduğu gibi de
kabul edilsin, kabus, bu kez biralara bakıyor, sarhoş etmiş, el sallıyor,
gülümsemiyor, çıkıyor, gelip bakmadan tekrar giriyor, böyle geliyor gidiyor,
getir götürüyle ilgileniyorum şimdi, sevgilisiydim.
Selin’in arkası dönük, bu dramı görmüyor, Zehra ile
bizi otururken görmesinin rövanşı.
Herkesin önünde, neden bana bakıp gülüyorsunuz,
rahatsız oluyorum demesini anlatıyorum bir kadının bu kafede. Asılmış. Ben o
kadar emin değilim, deli gibi davranmasının nedeni deli olması olabilir.
Gelir birazdan diyorum, birazdan geliyor, kötü insan
gözünün gözünün üzerine gelir; bakışlarımdaki keskinliği yakalayıp tutuyor Selin,
çeviriyor başını, göz gözeler.
Bana dönüyor, koyveriyoruz.
Artık şimdi haklı diyorum, ona bakıp gülüyoruz,
üstelik grup olarak; bu kadarını beklemiyordu.
20.
Ben artık mekan değiştirip başka kafeye gitmeye
onunkine hiç gitmemeye başlıyorum. Aylar sonra bir gün benim gittiğim kafeye
geliyor, Zehra’nın beni götürdüğü, rastlantı mıydı hiç sormadım. Birkaç kez
daha geliyor. Seni aramıyordum ama buldum, aramalıymışım dedim o zaman, işte o
sırada Zehra ile Leyla’da gördüm, karar verdim. Ama bu kafede de yine sadece
bakıyor. Bir şey bekliyor, yine; ve kendi istediği gibi bekliyor hâlâ.
Kızgınım. Yeni mekanıma gelip beni taciz ediyor yine.
Bir gün bir anda gülümsüyorum, aklıma bir fikir, geldiğinden gülmüyorum,
güldüğümden geliyor.
Basit, komik, tokat gibi.
Merhaba diyorum bir gün.
Kekelemeden konuşabiliyor, merhaba.
Naber.
İyiyim… Siz nasılsınız.
Güvenli duruyor, nasıl da başarıyor.
Bu Cem.
Merhaba diyorlar, el sıkışıyorlar. Cem yumuluyor
gözleriyle.
Seninle tanışmak istedi de…
Gülerek uzaklaşıyorum.
Cem onu görüyor, dönüp dönüp bakıyor, görmemiş; şu kız
çok güzel diye haber veriyor kuş, tanıştırayım diyorum, anlatıyorum. Cemile
diyelim buna da, Canına Minnet Cemile.
Takdir edilmeli Allah için Cemile, hiçbir sevgilime
asılmadı. Yani o kadar kadına nasıl asılmadı, helal olsun.
Bir kez oldu sadece, yanlış anlama diyelim geçelim:
Hisar’da bankta, Sevin’i bekliyorum, arabayla geliyor beni gördüğünde geçmiş
bulunuyor, zınk diye yolun ortasında duruyor, taksici gibi kadın şoförler,
koşturuyorum. Tam Cemile’nin arkadaşlarıyla oturduğu bankın önünde durmuş,
kıyıya doğur bakıp benim gelmemi beklerken, Cemile kendine bakıldığını sanıp
hamle yapıyor, yan taraftaki kapıyı açmaya çalışıyor. Oha diyorum koşturup
geldiğimde, taciz yahu bu. Pardon pardon diyor beni görünce, Sevin kapının
kilidini açıyor ben giriyorum, nasıl koşturdum seni peşimden diyor, Cemile geri
çekiliyor, bir bu.
Nasıl bozuluyor Selin… Ama nasıl bozuluyor? Bir yerde
oturup izlesem? Onun da hoşuna gider, olmaz.
Cemile ile konu dönüp dolaşıp bana geliyor.
Birkaç gün sonra kızgın olduğunu hissettirmemeye
çalışarak geliyor Cemile, bu kız senin.
Senin yanındayken de beni mi kesiyor, yoksam gözleri
beni mi arıyor, konu dönüp dolaşıp bana mı geliyor, benden hiç gidiyor mu…
Yoo, ben hediye ediyorum.
Atma. Demiştim.
Ne yaparsın, umut dünyası.
Murad dünyası.
Devamlı beni sevgililerimle görüyor Cemile,
çocukluğumdan beri. Her seferinde bir otorite kurma ihtiyacı o yüzden, bir ben
bilirimci, her şeyi biliyor ya, neyi bildiği anlaşılmıyor. Yağmur yağıyor bir
gün, saçak altındayım, çıkacağım. Hah diyorum yanından geçerken, sonunda arttı,
artık çıkabilirim.
Çık da gör gününü diyor.
Yüzüne gülüyorum ağzımı yamultup. Anlıyor ama geç, ben
çıkıyorum o yağmur adam gibi kalıyor, terden.
19.
Yeliz eski kafede önümde öpüyor acemice ve korkakça,
öpücüğünü kabul ediyor Selin. Aralarında kara fatma varmış gibi öpüşüyorlar,
kara murat. Kalkıyor ortalıkta dolanıyor neşeli Selin, gereksiz mutlu, hopluyor
zıplıyor. Güldüğümü görünce, ona bakmaya tenezzül bile etmeden, okuduğuma mı
gülüyorum, çıkıyor kafeden sinirli, yeliz de arkasından, çantaları toplayıp.
18.
O kadını reddettiysen gay olmalısın diyor bir erkek
arkadaş, gençten; o kadını kabul edersen gay’sindir diyorum; olgunlaşana kadar
gay bir dönem yaşayacak o da, çoğu erkek gibi.
17.
Ata’yla dururken yanlarına gidiyorum, n’aber, iyidir,
siz nasılsınız, heyecanlı, sana söylemiyorum, Ata’ya söylüyorum, ama bana bakıyorsunuz,
demek insan baktığı yere dikkat etmeli...
16.
Mutlu, şımarık, güya umursamaz…
Ayağımın dibindeki ağlamanı görüyorum tüm
gülmelerinde; gülme.
Ortaya bunu yazıyorum internet sitesine, takip
ettiğini tahmin ediyorum, piyanolu gece bunu hatırlatıyor.
15.
Geliyor ve ayağımın dibinde ağlıyor… Kafede bar
taburesindeyken ben, dibimdeki sandalyeye oturuyor, ayaklarını taburemin altına
dayıyor, duruyor. Konuşmaya devam ediyorum yanımdakiyle. Gözleri sulanıyor. Bir
kere sadece başının üstünden uzaklara bakıyorum, bana bakıyor, gözlerimi
indirmiyorum… Yarım saat kadar öyle havadan sudan konuşuyoruz o ağlarken.
Kalkıp gidiyor.
14.
Yaman’la yakınlaşıyorlar, çıkıyorlar sanki. Birlikte
gelmeye başlıyorlar, birlikte geldiklerini saklamamaya; biz tartışmadan önce
aynı dakika içinde ayrı ayrı gelirlerdi… Ama hâlâ bana bakmaya devam ediyor; Yaman
bir şey demiyor. Selin’in eski sevgilisi Selin’i bunun ve herkesin gözleri
önünde arkadan boynundan öpüyor, diyorum kavga çıkacak, ne kavgası, bir şey
olmuyor, sadece surat düşüyor, çocuk her geldiğinde surat düşüyor, o kadar.
Yeliz adını böyle böyle alıyor benden. Üçlü bir aşk hikayesi yazıyormuş o da,
boynuz mu olacak adı diyorum… Eskiden boynuzlu adamlar vardı; sonra tümden
boynuz olanlar çıkmış, adam çıkıyor boynuzlardan…
13.
Etraftaki erkeklerden bir türlü konuşamıyoruz
konuşacaklarımızı, ama uzağıma düştüğünde bile aynı hüzünlü umutlu bakışlar… Yaman
bana tuhaf, terbiyesiz davranıyor, moruk falan diyor… Artık sıkıldığım bir gece
mesaj yazıyorum, senin bana ilginden dolayı diyorum, yanıma gel de konuş, ya da
bir yerlere gidelim, ben size özellikle ilgilenmiyorum, o kadar bakıyorsun ki,
özellikle bakmıyorum. Tartışıyoruz. Tamam bundan sonra bakarken güneş gözlüğü
takarım diyor.
12.
Ata… Hiçbir kadınla konuşurken yanıma gelmeyen
özellikle gelsene dediğimde bile gelmeyen Ata Selin’le yan yana düştüğümüzde
özellikle geliyor. Bir defasında konu şu: Bir kızı ilk kim görürse kız onundur…
Piyanolu gece konuşuyoruz bunu, ah diyorum, o konuyu senin için mi açmıştı,
hadi canım, vay, atakuli, katakuli.
11.
Tanışıyoruz. Etrafım tanıdık doluyken, yanımdaki boş
yere oturuyor, sonra ağlayacağı yer.
10.
Hayatımda hiçbir kadının bakmadığı gibi bakıyor bana,
uzun uzun, bazen çok hüzünlü. Etrafı erkeklerle dolu. Yavaş yavaş çeki düzen
veriyor kendine.
9.8.7.6.5.4.3.2.1.
“Tarih yazmak için en mantıklı ve akılcı yol en yakın
olaylardan başlayıp en eskilerde bitirmektir. Böylece ortaçağ tarihini tersine
yaparken 637 yılına gelince ona damgasını vuran olayın asıl anlamını önceden
biliyorum çünkü sebebi çok basit: Haçlıların Kudüse 1099’da girişini daha evvel
anlattım. (...) 1914 1918 umumi harbi onbeşinci ve onaltıncı asırların milli
monarşilerin oluşumun belirlemek için vazgeçilmez bir hareket noktasıdır. Önceyi
anlatan sonradır aksi değil. Yazılmış bir dünya tarihinin en son faslı ancak
yaradılış hikayesi olabilir. (…) Büyük bir adamı anlatırken mecburen ölüm
gününden hareket gerektir. Sezar’ın hayatı fiilen katledildiği günden başlar.
Neden öldürüldü? Bunu sorunca ihtiraslarına, savaşlarına, diktatörlüğüne kadar
gideriz.” (Gog / Giovanni Papini)
0.
Şimdi kafede oturuyoruz, etraftakiler gevezelik
yapıyor, duymuyoruz, ona ya da bana bir şeyler söylüyorlar, tınmıyoruz, bana
yine hüzün karışmış gülüşlerle bakıyor, henüz sırası değil, ona babasını mı,
bir hocasını mı hatırlattığımı soracağım.
Dünya düzdür diyorum, hadi canım diyor, dinle bak
diyorum, peki diyor, anlatıyorum, bitirdiğimde dünya düzmüş cidden diyor, hayır
yuvarlak diyorum. O zaman görüyor ki gerçekten yuvarlak. Yer çekimi falan var.
Yer çekimi değil o diyorum. Uçuyor...
Dikkat et diyorum, bu yorabilir. Sana dikkat ediyorum
diyor. Daha vakit var.
Cem’le tanıştırdığımda nefret ettin mi benden?
Daha önce böyle bir şey yaptın mı?
Hayır, orijinal.
Bana her istediğini yapabilirsin…
Ama başkalarına yapmamış olayım.
Ağzımdan aldın.
Veririm yine.
Çıtır’da bekletip de gitmediğin kız peki?
Ah, onu unuttum.
Zaten gitmeyecektin. Hak etmiştir.
Hak ettiğinin bir fazlası… Hak ettiği kadarı denge,
bir fazlası ceza… Bir gün önce mesaj atmıştım, Ankara’dayım görüşelim diye,
öylesine aklıma geldiğinden, sonucunu hiç mi hiç düşünmeden.
Çıtır Beşiktaş’ta değil mi?
Ankara’dakinin adı Kıtır. Ben de karıştırıyorum. Kız
da Ankara’da.
Daha kötüymüş.
Sabah mesaj attı, öğlen gelebilirim diye, tamam dedim,
işte sizle otururken aradı ve geldin mi dedi. Hatırlamadım başta, ama sonra
evet dedim, geliyorum dedi.
Siz kalkınca, kızlar biri daha geliyordu, ne oldu
dediler.
Evet komik olmuş.
Sonra ne oldu?
Aradı açmadım, sizle en heyecanlı dakikalardı, mesaj
çekti, çok sonra karşılık verdim, kalkmıştır her halde.
Ne yazdın?
Şu anda eski sevgililerimle bir adadayım, sana uzak
bir ada, epeyce de var, kız da mesafe de, sana vakit ayıramayacağım. Ne zaman
müsait olursun yazdı, o zaman biraz içim sızladı. Ama dönüş yoktu. Ankara’da
değilim ki dedim, hiç gelmedim. En son seni görmeye gelmiştim, şimdi görmemeye
gelmedim.
Ve ne yazdı?
Çok kötüsün gibi bir şeyler. Ama sanki kızgın değildi.
Belki ben mutlu olduğumdan.
Senle buluşma olasılığı bile yetmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder