1 Temmuz 2019 Pazartesi

2(4) Tanrım Beni Baştan Murat (M.S. 2015)


2.4
TANRIM BENİ BAŞTAN MURAT

Önce masumlar ve çocuklar…

Güneş’le yalnız kaldığımızda konuyu açıyor…
Okul grubunda küçük bir tartışma çıktı.
Allah Allah.
Evet, sen kızıp ayrıldıktan sonra…
Ben duygusal konulardan konuşacaktık sanıyordum.
Bu da duygusal.
Sert…
Elif senden özür diledi, herkesin önünde.
Olamaz böyle bir şey; ben cenneti özür dilenebilen bir yer olarak düşünmüştüm.
Benden sonra düşünmüşsündür, ben sana cenneti yaşattığımdan.
Yeliz de mi yaşattı yani, ama herkes onu destekliyordu, en azından kimse karşı olmadı. Büyüklük bende kalmıştı, burnu büyüklük onda.
Ben oldum.
Niye.
Neden, olamaz mıyım?
Kimse yapmaz bunu. Hani yıllar önce tırnağımdaki kiri almıştın.
Nasıl böyle bağlantılar kuruyorsun, kir sende değildi ki onlardaydı.
İşte onlar kirdi.
Parçalayacaktın yoksa.
Dezenfekte diyelim; daha önceki o iki forumda buna yaklaşan bir şey bile olmamıştı, beni şaşırtmak kolay değildir.
Seyirci ya da forum figüranı kalmak istemedim.
Demek torpil gerekiyormuş, her zamanki gibi.
Akıllı bir kadın aslında.

ÇAKALIM YOK Kİ SÖZÜM DİNLENSİN…
Bazen aptal biriyle, bir aşağılıkla, mesela yolsuzluk yapan biriyle daha iyi anlaşabilirim gibi geliyor, adama en azından para verirsin, para nettir, titr verirsin, titr ruhtur; kullanışlı aptal diyorlar ya, vatana millete yararlı şeyler için de kullanabilirsin bunları; akıllı biriyle ise çalışamam sanki, kullanışsızdır çünkü, aklının dikine gittiğinden; ikna etmen gerekir onu aklını yanlış kullandığına, aslında aptallığına; bunu anladığında gururu da kırılacağından bana düşman olması çok olası. Aşağılık biri, akıllı ama kibirli yani tam olarak olmamış birinden nasıl daha dürüst, daha sağlam olabiliyor, inanamazsın.

TARLABAŞI
Bir kadına tecavüz olayını daha erkekliği taciz etmeden atlatamadık, yazıyorsun…
Evimde oturuyor ve bir kadına tecavüz olayında daha sinirleniyorum, sonra bir de bakıyorum suçlu benmişim… Erkek olduğum için... Potansiyel olarak tecavüzcüymüşüm. Tüm kadınlarımın sen benden daha kadınsın dediği bir erkek olsam bile bu tacize katlanmak zorundayım.
Bir kadın, sarhoş her halde yazıyor altına, Yeliz de sarhoşsa italik yazsın o zaman diye destekliyor... Bak Yeliz, diyorsun, ben bir yazarım, geldiğim belli bir noktadan bakarak bunları yazıyorum... Ben senin yazar olduğunu düşünmüyorum diyor.
Ben de senin kadın olduğunu düşünmüyorum desem hakaret oluyor… Onun namusu namus benimki tarlabaşı...
Ama kadınlık daha temel bir durum.
İşte onun kadınlığı temel bir durum değil. Kadın olduğunu düşünmesi kadınlara hakaret esas… Benim kadın tanıdığım kadar yazar tanımış mıdır hem.
Birkaç yazını gönderdim, sana kadın düşmanı denmiş metinlerinden; onu kızdırdığın yeri de bir daha okusana dedim, muhtemelen okumuştu, birisinin sormasını bekliyordu. Düşüncelerine katılmıyorum ama öyle ifade etmemeliydim dedi...
Tartışma kapandı; dedim ya zaten küçük bir tartışmaydı... Sanki Yeliz’i günah keçisi seçtiler, birçoğu, ki senden özür dilemesi gerekenler, hiçbir şey yazmadılar. Adama neler dediniz, mahallenizin filozofu sandınız demiştim, deli filozofu… Hiçbiri cevap vermedi… Öyle bitti.
Hiç yoktan iyidir; onlar beni çok da ilgilendirmiyor, ama sen… Gerçekten neden yaptın böyle bir şeyi?
Karar verdim artık Murat, pusulamı takip edeceğim. Yöne karar verdikten sonra bakıyordum.
İnşallah yakında pusula olacaksın; pusulaya bakmayacaksın pusula pusula bakacaksın… Bunu kadere inanmak gibi düşün; kadere inanan insan kadere inanmayı da kendi iradesiyle seçtiğinden aslında kadere inanmıyor, yine kendi seçimine inanıyordur, sadece farkında değildir; özgürlüğe mahkum olmak işte bu… Selim’lere anlatmaya çalıştığım buydu: Genetik mi, çevre mi; hayır sen…

ÖNCE MASUMLAR VE ÇOCUKLAR
Aslında Katya.
Katya kim?
Kraliçenin kızı.
Ha şu Katya. Onunla ne ilgisi var?
Bence olayın düğüm noktası o… Ben de ondan kendime geldim, bence onu yazmalısın.
Sonra da seni mi yazayım.
Bende yazacak bir şey bulama diye kendimi ıslah ediyorum.
En son amacımı biliyorsun, sadece iyiliğin olduğu bir dünya yazmak. Özür dilemeye gerek olmayan bir dünya. Neyse sen Katya’yı anlat.
Her şeyi baştan özetleyeceğim:

KURALİÇE
Bir internet forumunda sitenin ve forumun yöneticisi kadın bir konu açıyor. Konu aranızdaki özel bir konuşmada senin kıl olduğu bir söyleyişin, söyleyiş de neden diyorsam, “neden olmasın” demişsin kadına, işte o da reddedileceğini düşünmüş muhtemelen ve kıl olmuş, neden kıl olmuş diyorsam, muhtemelen âşık olmuş.
Sanmıyorum.
Senin adını vermeden ve “şu gıcık olduğum söyleyiş konusunda siz ne düşünüyorsunuz?” diye açıyor konuyu. Kadına zaten kraliçe diyorlar, yarı şaka yarı ciddi. Hay allahım ya... Konu onun istediği yöne gitmiyor o kadar da gıcık olduğunu söyleyip yönlendirdiği halde. Konu böyle bir söyleyiş de neden olmasın noktasında dolaşırken, özellikle aranızdaki özel tartışmaya çekiyor ve forumdaki bazı tipler işareti alıp kendilerini belli etmeye başlıyorlar yavaş yavaş, yandaş yanaş. Karakterler ortaya çıkıyor. Sana küfreden bile çıkıyor, şaka yollu ama sonuçta küfür.
Kraliçeyle özelden konuşuyorsunuz, bu konuda bir sohbet başlattığını söylüyor, ama forumu sana yanlış ve eksik aktarıyor, seni haklı bulan çıkmadı diyor. Küfre hiç değinmiyor tabii, küfür etmeden konuşalım demek yerine, gülerek onay verdiği ortaya çıkacak çünkü… Bunu senin okuyacağını bilmemesi ayrı bir acemilik tabii, kadın diyelim geçelim, âşık kadın.
Bakalım beni nasıl haklı bulmamışlar diye foruma giriyorsun, okuduktan sonra da ağızlarının payını veriyorsun…
Küfür eden şahıs önce özür diliyor, sizin olduğunuzu bilmiyordum, üzerinize alınmayın, densiz birinin cümleleri olarak alın diyor, sonra bakıyor kraliçe sana karşı, hemen geri adım atıyor, küfürüm küfür değildir diye açıklıyor, bir başkası evet küfür değildir ben buradan görebiliyorum diyor.
İkinci forumu da üçüncüsünü de bildiğimden şimdi geleceği görebiliyorum gibi geliyor, 3 forumdaki karakterlerin de genel bir profilini çizebiliyorsun, nasıl davranacaklarını tahmin edebiliyorsun, bu çok güzel… Neyse…
Mesela biri, yazılanları okumadan yazıyorum, ama dayanamadım, şimdiden kusura bakılmazsın diyor, hata yapacak ya birazdan arkadaş, şimdiden özür diliyor, izin alıyor…

KARAKTER SORUNU
Çok sevdim. Kraliçe önce senin foruma gönderdiğin mesajı okuyamıyor bilgisayarındaki yazıların karakter sorunundan dolayı, eve gidince okuyacağım diyor, ama seni engelleyeceği neredeyse kesin, sen de bunu yakalıyorsun, ona karşı olduğumu anlar ama neden karşı olduğumu, neye karşı olduğumu anlayamaz, metni tam olarak okuyamadığından, haklı olup olmadığımı anlayamaz, ama kendine karşı olunması, tepki verilmesi yeterli onun için diyorsun; kraliçe ya, yasaklayacak, işte karakter sorunu esas bu diyorsun, bunu çok sevdim.

KRALDAN ÇOK KRALİÇECİ
Forum Figüranları dediğin insanlar haricinde bazı insanlar seni üstü kapalı destekliyor. Bunlardan birini diğerlerinden daha açıkça yaptığından yasaklıyor kraliçe, niye attığı belli değil, canı istiyor ve atıyor, bu havayı yok etmeye bile çalışmıyor. Diğerleri imalarla yaptığından onlara hiç değinmiyor. Kiminle uğraştıysa gitti buralardan diyor mesela bunlardan biri.
Beni niye atmıyorsun kraliçe, ben olsam atardım, ne kadar yazarsam o kadar kaybediyorsun savaşı, mantıklı ol, at beni diyorsun atıyor; gitmek istedi, gönderdim diye açıklıyor bunu da herkesin gözü önde…
Sitenin ikinci adamı, gerçek bir erkek, oraya yazmak istemedim diyerek sana özelden mesaj atıyor, o ego gösterisi karşısındaki tavrın daha toleransa dönük olmalı idi, ama elbette seni yargılıyor değilim diyor.
Başka birisi daha sana yazıp daha önce de böyle şeyler oldu ama seninkinin altına imza atan kimse yine çıkmayacaktır diyor, toleransa döne döne böyle bir duruma gelmişler zaten.
2 ay falan sonra, bir haber alıyorsun, daha sert bir tartışma yaşanmış kraliçeye karşı ve forumları kapatmak zorunda kalmış kraliçe.
Hiçbir şey olmamış gibi arayıp o forumun adresini isteyeyim diye düşünmüştüm, ama daha fazla üzerine gitmedim.

SİLİKON
Otobiyografinin başına (Romanım Hayat), düşman olduğum şey işte böyle bir şey diye koymayı düşünüyorsun yazışmaları, öncelikle aynen mi koyayım kurgulayayım mı, dava edebilirler mi beni diye düşünüp şu sonuca varıyorsun:
“Denedim de kurgulamayı; bir yazarın olanları anlattığı şekilde yazmayı denedim; evet, kurgu olduğu için laf gelemezdi artık; ama işte kurgu olmuştu artık, hayat değil roman olmuştu (yaşanan-konuşulan şeylere sonradan müdahale ediyor olmam da ahlaki açıdan rahatsız etmişti beni; çünkü ben, o forumda içyüzlerini göstermiştim zaten, foruma sonradan müdahale etmem, benim o forumdaki-hayattaki doğru duruşuma da hakaretti); bir arkadaşımın yazarın sonradan müdahale ettiği o halini kesinlikle daha çekici bulmasından sonra tüm şüphelerim yok oldu: O “daha çekici” hal anca silikonlu bir meme kadar çekiciydi; kesinlikle olduğu-yaşandığı gibi kalmalıydı…”
Bir yerde de şu cümle var: “Roman yol boyunca gezdirilen bir aynadır demişti bir edebiyatçı, herkes çok sevmişti, ama hiçbir yazarın eline insan konuşmalarını-karakterlerini o an aynen kaydedebileceği-sunabileceği bir imkan geçmiş miydi tarih boyunca; böyle internet gibi.”

KATYA
Senin sitedeki yazılarını okuyup senle tanışmak istemiş ve arkadaşmışsınız zaten bir süredir, tabii sadece sanal alemde. Ama bilmiyorsun kraliçenin kızı olduğunu. Tam atılmışken söylüyor, şok oluyorsun…
Şöyle yazıyor sana: “Bana hiç güven vermiyorsun Murat. Bu konudaki fikirlerimi almaktaki inatçı ısrarın, yazacağın metinde bak kızı bile böyle böyle dedi diye kullanacağını düşündürtüyor. Haksızsam lütfen söyle.”
Kırılmıştım burada cidden, haksız değildi sanki.
Ama şu da var: Demek kendisi de annesini haksız buluyor, yoksa neden kullanacağından endişe etsin ki…
Güzel nokta, bunu o an şoktan düşünememişim bak. Hoş annesinin haksız olduğunu hepsi biliyor… Kızı olduğu için mazur görülmeli belki, sorumluluk üstlenmediği için daha fazla suçlu ya da…
Kız orada özgürlüğünü ilan edebilirdi işte… Kader elini uzatmış, ama o kraliçeye inanmayı tercih ediyor, annesi midir herkesin illa kraliçesi.
Herkes mi tarihin öznesi...

KİNLENMEK GÜZELDİR
Katya yıllar sonra ikinci forumda karşına çıkıyor.
Başka bir site bu, reklamcılar sitesi. Bir reklam sloganını eleştiriyorsun, genç bir yazar senin eleştirmene şöyle bir tepki gösteriyor:
“Yazar, yazmalı. Edepli ve edebi yazmalı. Yazdığı her kelimenin ağırlığını tartmalı, hafiflikten kaçınmalı. Yazar, çizmeli. Vermek istediği mesajın altını çizmeli. Eğer mesaj yanlışsa üstünü çizmeli, doğrusunu aramalı. Yazar, okumalı. Eline geçen basılı malzemelerin hepsini okumalı. Tapaj hatalarını görebilmek için okumalı. Hariçten gazel okumamalı. Yazar, bilmeli. Haddini bilmeli. Bugüne kadar, mesleğine ne katmış, hangi işi parmakla gösterilmiş, önce bunun cevabını vermeli.  Yoksa ne farkı kalır, reklam yazarının yazar kasadan?”
Bu genç yazar benden özür dilemeyecekse üyeliğimi silmem gerek diyerek tepki gösteriyorsun.
Katya giriyor. İlk forumdan izleyici konumundaydı, burada artık kötücülleşecek, kötü demek istemiyorum, ama eğitmemiş kendini, yıllardan beri. Yulardan beri…
Benim tarzım konuşuyor olman çok çekici, şüphe çekici.
Kendinden şüphelen… “Kirlenmek güzeldir” eleştirdiğin slogan, artık söyleyelim; böyle demenin riskli olduğunu söylüyorsun temelde. Katya “Benim yazdıklarım daha güzeldir” mantığıyla kirlettiğini söylüyor sloganı, diğer bazı kişiler de evet kirletti diye peşinden gidiyor Katya’nın, siteyi kirletti, ismimizi kirletti. E hani kirlenmek güzeldi… Çok çapsızlar.
Katya sloganı bulan yazarı ve eleştiren genci kişisel olarak tanıdığını ama bunun desteklemesiyle bir ilgisi olmadığını söylüyor ama seni tanıdığını söylemiyor…
Dirt is good’un çevirisi slogan, bence yanlış çevirisi, kiss the dirt diye bir laf var mesela, kiri, kirliliği öpmek değil toprağı öpmek gibi bir anlamı olmalı…
Zaten konuşalım tartışalım diyorsun, sloganın doğruluğu ya da yanlışlığı değil aslında konu, dert başka… Katya o kadar abartıyor ki durumu, nasıl kızmışsa ilk forumdan bu yana, ilk forumda kızmış gözükmüyordu.
Kızışmıştır.
“Ama kendisinden yana yakıla özür dilenmediği taktirde üyelikten istifa etmekle tehdit ettiği için, yazılan sözde hakaretleri sadece kendisine değil, bütün bir camiaya mal ederek kendini sitesinin ismiyle bir tuttuğu için ve en çok da, aslında içten içe buradaki herkesin bir anda galeyana gelip Evet! Asalım! Keselim! Haddini bildirelim! Ölüm! çığlıklarıyla ortalığı şenlendirmesini beklediği için, bence bu sitenin tarihinde parmakla gösterilecek kişi Murat Sohtorik’tir. Bu site, Murat Sohtorik’in ondan beklediğinin aksine, bu yazılanların densizlik olduğunu ve özür dilemesi gerektiğini düşünmez, düşünemez.”
Tehdit yok, sitenin ismiyle bir tutmak yok, asalım keselim yok, tam saçmalık.
Katya’yı önemsemiyorsun, en fazla diğerleri gibi ukala genç yazarlardan biri diyorsun ve bunların ukalalığı böyle işte diye konuya örnek olarak kullanıp geçiyorsun, gayet tatlı, öğretici; seni destekleyenler de çıkmaya başlıyor. Ama birilerinin hoşuna gitmiyor bu durum.
Bu kadar konuşmadan sonra özür dileyemez, diyorlar.
Özür dilesin ve özür dilediği için göğsünü gere gere yazmaya devam etsin diyorsun.
Özelden özür dilesin diyorlar.
Hakaretler herkesin önünde edildi, kimse kaçamak özürler dilemeyi önermesin, adam gibi özür dilesin, parmakla gösterdi beni, kendi parmakla gösterilsin diyorsun.
Sitenin yöneticileri kaldıramıyorlar bir yerden sonra bu durumu ve olayı sana karşı çeviriyorlar, tartışmalardan sonra yasaklanıyorsun. 
Forum aynı, yine kibarlık süsü verilmiş hakaretler, densizlikler, birbirini kayırmalar, senin hepsine tek başına ve gayet kibar ama yumuşak değil, meydan okuman ve tek laf edememeleri ama gayet güvenli gevelemeleri, kendinden emin embesillikler… Tabii genç yazar ortada yok. Yazmıyor, özür de dilemiyor, ne yaptığı belli değil.
İçiyordur.

BEN ŞEYTANIM DA, CEHENNEM BAŞKALARIDIR (SARTRE),
YANİ BENİ İZLEYENLER.
Olayı şöyle özetliyorsun: Burnunuzun dibinde adama hakaret ediliyor, hakaret edilmeye devam ediliyor (Katya), engel olmuyorsunuz, yeterince tepki vermiyorsunuz, adam kendini savunmak durumunda kalıyor, gayet kibar, öğretici, konuya hakim oluyor ve kendi sohbetini-gurubunu yaratıyor, sanırım buna katlanamıyorsunuz, sanırım buna katlanamıyorsunuz ve sanırım buna katlanamıyorsunuz, yeter bu konuyu daha fazla uzatmayın diyorsunuz!
Sonra sana söylenenleri yandaşlara rastgele adlarını vererek paylaştırıyorsun, birine haddini bil diyorsun, öbürüne yazarkasa, bir diğerine hariçten gazel okuma ve edepli ol falan... Sonra da çok güzel diyorsun:
“Zorunuza mı gitti. Rahatsız mı oldunuz… O ukala genç yazarın ve diğerlerinin bana söylediklerini size söyledim sadece… Bir itirazınız mı var! Olabilir mi? Böyle bir hakkınız var mı düşünün bakalım.”
Düzeyi çok iyi sergiliyorsun.
Buna rağmen yine birisi, konudan habersiz tabii, o genç yazarın yazdıklarının altına imza atarım diyor.
Bir tanesi, ki yöneticilerden, senin esas hedefin olacak kişi sonradan, yas günü yazmasaydınız keşke diyor… Şöyle yazıyorsun:
“Yas günü tartışmaya devam edilip edilmemesiyle, yasın kendisiyle en ufak bir ilgin, bu konuda en ufak bir hassasiyetin yok. Senin tek amacın duygu sömürüsü ile rakibine laf sokmak, onu alt etmeye çalışmak. Yas olayını anımsatarak ve bu konuda rakibini suçlamaya yeltenerek yaptığın şey, yas olayını senin kendi yazına alet etmendir… Böyle hassas bir konuda bile bu kadar kalleşçe davranabiliyorsun.”
Ona bu cevabın sonunda artık bitmiştir bu site bence.
Sen yazını yine eleştirdiğin slogana bağlayıp bitiriyorsun:
“Umarı sonunuz o markaya benzer: Dikkat ettiyseniz, ‘Kirlenmek güzeldir’ gibi bence tartışmalı (ama asla tartışamadığımız), ‘Hiçbir beyaz bizi durduramaz’ gibi kesinlikle şizofren bir slogandan sonra doğru slogan bulundu: ‘Beyazlara kirlenme özgürlüğü…’”

HOP HOP
“Sen sıkı hastaymışsın be Sohtorik. Söylemişlerdi de inanmamıştım. Kompleksinin nedenini bilenlerdenim…”
Adını saklayarak yorum yapan biri bu, bunla dalga geçmen çok komik:
“Seni biliyorum sen şu sevgilisini bana kaptıran çocuk değil misin… Yahu kardeşim yeter artık, sevgilin senle bir kere bile olmadan anladı ne mal olduğunu ve Allahtan ben de karşısına çıkmışım. Ve beni seçti diyeceğim ama seçti denemez bile, holivud filmlerindeki gibi jön ve gön vardır ya, gönü seçecek hali yoktur esas kızın, pek de rekabet olmaz zaten aralarında, bizim durumuz da öyleydi işte, sen bir göndün ben de sana gömd… neyse… Değişik adlarla çıkıyorsun karşıma, ama bu kadar da bilinçsizce aptalı oynanmaz ki, en hırslandığın zamanda böyle adsız mesajlar yazıyorsun. Bitti gitti, kız benle, hatta kız benim artık, kabul et de bitsin şu iş…
Hop! Şimdi ne oldu… O bana attı tuttu ben ona attım tuttu. Ben hastaymışım sebebini biliyormuş… Nerden? Ben de onun sevgilisini çaldım işte, saniyesinde, bunun da kanıtı yok, olmalı da değil. Daha ileri de gidebilirim aklıma gelen her şeyi söyleyebilirim; ama yahu bana asılma artık, sana vermeyeceğim diye yazsam, hop adamı ibne yaptım… Adı da olmadığından ibne aşağı ibne yukarı… Doğruyu da bulmuşum bu arada mesela tesadüfe bak sen: Adam benim uydurduklarımdan birine kapılıp, hop hop, giyiverirmiş kendi içi boş karakteri yerine benimkini, sonradan teşekkür ediyor bir de, sağ ol kendimi buldum diye, amme hizmeti bir yerde.”

ORGAZM
(IS A SEX LETTER WORD)
Yıllar sonra birisi sana merhaba diyerek dostça yazıyor, eski defterleri karıştırdım diyor, gerginmişsin o zamanlar…
Öyle bakma olaya diyorsun, o yazdığım metinleri tatmin olarak okuyorum, keyifsizken keyfim yerine geliyor, bana yararı çok büyük, aramızdaki diktatörlere ve esas tehlike olarak gördüğüm küçük diktatörlere ve yandaşlara karşı bir şey yapabilmiş olma duygusuyla mutlu oluyorum…
Hem, diyorsun, demin şöyle bir baktım da yazışmalara, sen de bana karşı hoş olmayan şeyler yazmışsın, hadi yazdın diyelim, sonra silmişsin onları siteden, neden sildin ki…
Unuttum be Murat… Eski günler… Sağlıcakla kal…

Tribünden hem dövüşü izleyip hem de bahiste haklı çıkmak yok öyle. İneceksin sahaya, kazandığını göstereceksin, yenilirsen göstereceksin. Hayır güvenmiyorsan, rakibine oyna, adam gibi dayağını ye, haklı çık git.

EŞŞEK
“O kadar umrumda değil ki hakkımda yazdıkların ve düşündüklerin, önünde yerlere kadar eğilir, gözyaşları içinde ayaklarına kapanır, sen ayaklarını sanki çamur sıçramışçasına uzaklaştırmaya çalışırken ben var gücümle bağırırım: Özür dileriiiiim! Özür dileriiiiiiiiim! N'ooooooluuuuuur affet beni! Ben eşşeğiiiiiiim! Ben eşşeğiiiiiiiiiiim!”
Buraya gelmek istiyordum; bu, Katya’nın başlarda yazdığı ikinci yazı; bunu ortaya gönderdikten sonra, tartışmanın devamında başka hiçbir şey yazmıyor.
İlk forumda annesinin yandaşlarından biri senin bir yazında “eşşek” yazman üzerine, yazdık o kadar diyor, doğrusu “eşek” olacak, sizin gibi yazarın böyle yazması ne ayıp… Bir yerden çakacak ya. Sen de insanlar için kullandığımda eşşek diyorum, eşeğe hakaret olmasın diyorsun.

SALACAK
Katya ile görüştük.
Haaa tamam şimdi anladım.
İyi o zaman anlatmayayım.
Hayır hayır anlat. Yok yok, beraber olduysanız anlatma.
Olmadık.
Haa tamam şimdi anladım…
Bir gün buluştuk. İlk forumdan atıldıktan sonra. Salacakta taşların üzerinde şarap içtik. 2 şişe hem de. Güneş battı, yüzlerimizi yakmıştık. Şurada 100 metre ilerde evimin balkonu var neden seni oraya götüremiyorum dedi. Ana kraliçe evde çünkü, bir şey demedim. Zorlayabilirdik şansımızı, ama zorlayabilirdi kraliçe de şansını…
O gün ayrıldık, sonra sadece bir kez karşılaştık, bir biracıda. Arkadaşlarım ve sevgilim vardı, yeni. Güzelce bir kızdı Katya, benim tipim diyebileceğim bir şeydi hatta; sevgilim tam da tipim değildi ama çok güzeldi. Bunu etrafımızdaki erkeklerin ve Katya’nın bakışını vermek için söylüyorum… Sevgili olup olmadığımızı bile sormadı, çok güzel kızdı dedi. Sevgili olmak zorundaydık demek.
Sonra hiç görüşmedik… Sonra da işte kirlenmek güzeldir.
Kıskançlıktan bu kadar kötülük çıkmamalı.
Kendine güvensizlikten. Bana yazdığı bir cümleyi bulayım dur sana:
“Tüm çevremde ben her zaman el üstünde tutuldum, hep bir numara, her zaman en iyi bilen bendim. Senin yanında tam tersi oluyor.”
Her şeyi açıklıyor bu…
Tam Yeliz’in söyleyeceği cümleler…
Yeliz’e geliyorum şimdi.
Önce Ali’yi gönderelim.

ALİ’M ALLAH
Hatırlıyor musun Ali bana yazdığın o mesajı. Yazarkasa, parmakla gösterilmek falan.
Unutmak istiyorum o günleri.
Nasıl ya! O reklam yazarı Ali mi?
Artık değil.
Hem Ali burada mı?
Başka nerede olacaktı, şimdi hiç uğraşamayacağım ortam yaratmaya... Geçiyorken uğramış olsun, hayattan geçiyorken…
Ali özür dilemedi, istediyse de içine attı. Sonra içine başka şeyler atmaya başladı, alkol gibi, etil ya da metil, 5 senede mi 10 senede mi ne, alkolik oldu çıktı işin içinden.
Eski alkolik.
Bir alkolik her zaman alkoliktir demiştin.
Unutmuşum.
Cinayet masası dedektifleri hesabı; biri daha sigarayı bıraktı derlermiş iş geldiğinde…
Ben söylemiştim bunu sana.
Bravo! Hadi defol git şimdi, sana acıyamam, özür dileseydin zamanında, suçunu itiraf etseydin, alınganlığından kurtulurdun belki; ama senin ruhunda var mazohizm, özür dileyerek tatmin olamayacaktın alkolik olacağına.
Ayaklarına kapanayım istersen.
Kalk yerine yat…
Bi dediğini ikiletmedim ben senin...
Hep birde kaldın işte o yüzden… Anlamamak için nefret edeniniz de var, anlama derdinden kurtulmak için hayran olanınız da. Ben üçüncü türü arıyorum… Ne güzelmiş eskiden, kölenin efendiye yaltaklanması gerekmezmiş. Bunlar kendilerini ayaklarıma attıkça böyle gururla, ben de üzerlerine basmaya devam edeceğim utançla. Hoş, belki de senin diktatör olmanı engellemişimdir; bir düşün; azarı işitmeseydin forumda, ilerleyecektin azar azar, ya da diğerleri gibi aza aza; burnunun dikine Pinokyo.
Bunu hakaret kabul ediyorum!
Sonunda bişi kabul edebildin… Vicdanın neresindensiniz, içinden mi… Almanlar dermiş, birini parmağıyla işaret eden diğer dört parmağıyla kendini işaret eder… Arada baş parmağı unutmuşlar ama Almanlar, onunla ne yapılacağını da Türkler buldu.

PRENSEST YELİZ
Yeliz de biz Şair Leyla’dayken geçmiş olmalı. Neden görmedik?
Görüşün bir gün dedim, hatırlamak istemiyorum, çünkü bana hatamı hatırlatacak dedi.
Allah unutturmasın. Rüyamda biri beni rüyasında görüyordu.
Yeliz’le aranızda bir şey geçti mi?
Kara kedi.
Sadece meraktan soruyorum.
Kara kedi Ümit… Şöyle: Ajansta birlikte yaptığımız bir reklam işinin de katıldığı bir ödül törenine davetiyesi olduğundan birlikte gideriz diyor, ama zamanı gelince aramıyor. Ödül günü ajanstan başka biri, Sevin, arayıp ödülü kazandığımızı haber veriyor, kutluyor. Sevin ile iyi arkadaşlar, birlikte gitmişler. Sevin ile biz de sevgili olmuşuz bu arada, o yüzden her halde ortağım olarak Yeliz değil de o arıyor… Ben Hande’deyim bu sırada, haberi orada alıyorum. Yeliz’e mesaj çekiyorum ve başarımızı kutladıktan sonra şöyle yazıyorum:
“Bence en büyük başarı gece için bana söz verip sonra haber bile vermemendi. Esas bunun için kutlarım.”
Şöyle yazıyor: “Kaleminin sivriliğinden dolayı ben de seni kutlarım ama beni incitemedin, mantığının öfkenin önüne geçmesi dileğiyle.”
Biri size incitici hareketinizi hatırlattığında beni incitemedin diyip üste çıkın… Böylece öbür yanak sendromunu hissettirip avucunuzun içine almış olursunuz onu, en azından yanaklarını; ben öbür yanağımı uzatacağıma uzanıp kulağını çekiyorum, bunun tuzak bir felsefe olduğunu, yemediğimi göstermek için, beni yine de incitemedin diyecektir.
Ümit nerde burada?
Bir öncesine dönüyorum: Bir gün Yeliz ile akşam ajanstan çıkıyoruz, hadi bir yerde bir şeyler içelim diye Boğaza, daha birbirimizi çok tanımıyoruz, Sevin ile de sevgili değiliz.
Yarı yolda, Ümit arıyor nerdesin diye, kafa dağınık, ona söz vermişim, özürler dileyerek iptal ediyorum.
Yağmurda Karadeniz. Garipçe. Arabayı park edip denizi izliyoruz, dalgaları, Karadeniz Karadeniz gibi, hadi şuradaki kahveye girelim diyor, köy kahvesine bayanla girmek! Tıklatıyoruz, açıyorlar kapıyı erkekler. Aralarından geçip balkona. Balkon denizin üzerinde, sanki fırtınanın içinde giden bir gemideyiz. İçerde kapıda birisi bekliyor. Öpüşmeyelim falan diye her halde… Çaylar gelince anlıyoruz, adam orda istersek bize kapıyı açmak için bekliyor. Tanrı misafiri. Sonra Fener’e gidiyoruz, künkler döşenmiş mendireğin iç kısmına, künkler kötü gözüküyor ama allah için işlevsel. Mendireğin ucuna doğru giderken koca Karadeniz’i durduramayan mendireğin künklerden yardım aldığını görüyoruz. Yine de künkleri bile aşan dalgalar arabanın üzerine geliyor, camı kapatmakta geç kaldığımdan, zamanın ilk otomatik camlarından, otomobilin içinde ıslanıyoruz katıla katıla... Sonra yıkat arabayı diyorum, paslanabilir deniz suyundan, yıkatırken arabanın içinden balık çıkıyor...
Bu olmuyor, Ümit arıyor nerdesin diye, ben ona söz vermiş olduğumu hatırlıyorum, özürler dileyerek iniyorum arabadan.
İncitmişsin.
Ne yaşayacağımızı bilmiyor.
Belki onun hikayesi daha güzeldi... Yazar olduğunu düşünmüyorum lafını da seni incitmek için söyledi demek… Sonra hiç görüşmediniz mi?
Sadece grupların içinde birkaç kez dalmış keserken yakaladım.
Seni?
Di mi… Sevgililerimi… Sevin’den önceki, Ümit’ten sonrakiler. Birkaç kara kedi daha. Özlem’le Ortaköy Rock House, rastlantı Özlem bu; bir de Banu’yla Elmadağ Sıcak Meyhane… Çok ilginçti, dalmış bakıyor onlara.
Burnunu sonra mı yaptırdı…
Neyse, aramızdaki konulara ne zaman geleceğiz? Pornodan konuşmak istiyorum...
Üçüncü forumda not aldıklarımdan sonra…

KÜTÜR KÜTÜR KÜLTÜR
Üçüncü forum diyorum ama aslında parça parça, tek bir seferde değil konuşmalar; hepsi aynı eski üniversite grubundan; yıllar sonra... Mesela, şu diyalogu internette ortaya paylaşıyorsun:
“-İçten inanıyorum hayatın bir anlamı olmadığına.
-Yok öyle bir şey…”
Alya yorum yazıyor; Lezbiyen Alya’nın didişmelerini geçtik, bu Erkek Alya:
“Nihilist mi oldun yoksa; olacağı buydu.”
İroni bana özel bir çeşit zeka istiyormuş gibi gelmiyor, ama belki başkaları için öyle değildir… Olacağım da buymuş… Yüz yüze de o kadar konuşmuştuk, dünyanın nihilizme en uzak insanı olduğumu anlamış olması gerekirdi; işte bu yüzden üstüne bir de ironiden anlamayınca, seni kurtaracak bir şey kalmıyor artık. El sallamıyorsun boğuluyorsun.
Nihilizme en uzak insan nasıl intihara kalkışıyor peki?
İşte onu bıbıcığıma soracaksın… Tarihimizin bir yerinde el falıma bakıyor ve bir kopukluk var hayatının ortasında diyor… Bana gösterdiği an kopukluk gözlerimiz önünde kırıta kırıta kapanıyor ve aynı anda heyecandan kalp krizi geçiriyor. Ama hayır, o heyecanla kalp krizi geçirmiyor, o kalp krizi geçirirken kopukluk kırıtıyor, öldüğünde de kapanıyor; yok öyle bir şey artık hayatımda, aralıksız var oluyorum, babalıksız; ama tabii yok böyle bir şey, babana bile güvenme derdi zaten, önlemini alıyormuş...
Peki devam ediyoruz; bir başka aforizmanı yayınlıyorsun: “İntikam soğuk ya da sıcak yenen bir yemek falan değildir; intikam yemeği onun başından aşağı dökmektir.”
Bunu açıklamaya çalışıyor, bu kez biraz sakınımlı:
“İntikam bekler, acele etmez. O yüzden soğuk yenildiği söylenir.”
Ben de bekledim acele etmedim diyorsun, ve bunu buldum. Şimdi intikam düşünsün.
Yazdığımdan geriye düşüyor, bunu düşünsün. Onun kafasındaki o klişeyi aştığımda yazmanın anlamı var, yoksa niye yazayım...
Ukalalaşıyor: Ukalalık ekolündenmişsin.
Açılın, deham geliyor yazsam, bak ben demiştim diyecek; Celine demiş bunu desem, sen Celine misin diyecek. Peki sen kimsin; Celine’i okuyan, onaylayan, yazar yapan sen misin; halk jürisi diye bir şey olabilir mi edebiyatta… Kendi kendini atayan jüri…
Bak şu bağlantı ilginç, başka biri -bir erkek, önemi varsa- aforizmaların için, güldürürken üşendiren, diyor. Ama bu bir övgüymüş… Yani çok beğenmiş… Aslında yani.
Temelde bir ironiden anlamama, yapmaya kalktığında da eline beline bulaştırma durumu var, diyebilir miyiz… Gülmekten ölebilirsin, gülmekten bayılırsın, gülmekten karnın ağrır ama olumlu anlamda diye gülmekten üşendiren dersen gülgeç olursun. Yan gelip yazma yeri değildir yazarlık.
Başka bir Yeliz bunu çok iyi örnekliyor; kitabının önsözünü okuyormuş, Sözüm Meclisten İçeri’yi, sen de okumalıymışsın.
Yani bunu başka bir yazara ben söylesem sağlam eleştiri olacak da…
Ama ben senin yazılarını çok seviyorum diyor bu da sonra...
İşte insan okurunu seçemiyor.
Murad... Beckett’e Arabeskett dediğin tipik bir Kafkaesk-karşıtı metnine şöyle diyor: Moruk dikkat et... Büyük laflar ediyorsun büyük lokma yutmadan!
Laf yetiştirmek laf ebeliği yapmak anlamından çıkarılsın, lafını olgunlaştırmak anlamında kullanılsın...
Niçe’den büyüğüm diyorsun.
Boğazına takılsın.
2 yaş büyüğüm diyorsun.
Yutmaya çalışsın.
O öldü bense hâlâ yaşamaya ve yazmaya devam ediyorum diyorsun.
Hazmetmeye başlasın.
Ama Niçe’nin etrafında onun dehasını anlayacak beyinler vardı diyorsun.
Midesine otursun…
Temel sorun aynı, yazdıklarımı okumamış olmayı boş ver, Beckett’i, Kafka’yı, Niçe’yi hasbel kader okuduğu için onları bilebileceğini düşünmesini de boş ver, onları eleştirecek kişinin kendi yaşıtı, kuşakdaşı olabileceğini aklı almıyor…
Diyeceksin ki sen çok mu iyi okudun…
Demeyeceğim, uzmanlarının bile, anlayabildiğim kadarıyla dediğini, burada şöyle demek istemiş olabilir dediklerini yazmıştın…

THINK KONG
İnsanlar neden bilmedikleri konularda konuşurlar biliyor musun, o kadar çok konu ve konuşulacak şey vardır ki çünkü... Bu deli, Niçe denen, Tanrı öldü diye bir laf attı kuyuya, bunlar da peşinden atladı; tanrı öldü diye gururlanıyorlar, ama kuyuda; bu lafın Tanrıyla hiçbir ilgisi yok oysa, Niçe’yle ilgisi var; Niçe yaşamadı der Tanrı, olur biter, olmadan biter, kapanır konu. Tanrıyı öldürüp yerine insanı geçirerek bunların burnunu büyüttüğünü göremedi bu zerdali; işte şimdi buyurun bakalım: Kendinden üst hiçbir şeye inanmayan insan kürü.
Ne kadar çok Yeliz var, üçüncü bir tanesi, anlaşılmaz yazıyorsun diyor…
Anlaşılmazz, olmalı. İki z zurnanın zırt dediği yeri gösteriverir, mazzallah...
On bin kez söyledim, diyorsun, anladığınızda, tek siz anlamış gibi bilmiş bilmiş konuşuyor; anlamadığınızda da ben anlamadım demek yerine anlaşılmaz diyorsunuz. Bunun tersi olmalı oysa. Sadece siz biliyor olamazsınız ama sadece siz anlamamış olabilirsiniz.
Bunların şöyle diyebilen modelleri de var hanııım, Nilüfer marka: Çok derindi, düşündürücüydü, sürükleyiciydi, komikti, allak bullak ediciydi, ilginçti, dikkat çekiciydi ve zekiceydi…
Yanlış okuyanları bu doğru okuyanlara kırdıracaksın; bir parantez açabilir miyim?
Lütfen, parantez açmak senin işin.
Bir ilan yayımlamıştık müşterimiz adına, Galatasaray ve Fenarbahçe maçı için başarılar diliyorduk, müşterimizin işine de esprili bir gönderme vardı sonunda. Siz Beşiktaşlısınız niye diğer takımlara başarılar diliyorsunuz diye mektup yazan bir Beşiktaşlıya karşı müşterimizi savunmak için mektup yazmamı istemişti yöneticiler. Böyle herkesle tek tek uğraşamayız dedim, ısrar ettiler. Başka bir mektup daha geldi sonra, statlarda şiddetin arttığı bugünlerde kardeşlik mesajınız için çocuklarım adına sizi tebrik ederim yazıyordu, takım tutmayan bir kadın. İşte demiştim, bu mektubu öbürüne cevap olarak gönderip biz aradan çekilecektik...

BİR İNSAN GERÇEKTEN ALÇAKGÖNÜLLÜYSE KENDİNİ ÖVEBİLİR.
Hava atma, dikkat çekme çabasıymış yazdıkların, statü kaygısıymış, hepimiz aynı zavallıymışız oysa.
Özürlü bir yurttaşımızın araba arkası yazısını hatırlattı bu bana: “Her sağlıklı insan bir özürlü adayıdır…” ­­Yükseklik korkusu en çok intihar eğilimlilerde görülürmüş. Ukalalık uçurumuna en yakın olanlarda da alçakgönüllülük eğilimi görülüyor, tabii yapma.
Yapma, yapma… Ve böyle patlıyor... Ama baktığında ne kadar kibarlar.
Baktığın içindir... Kibar ile kibir, bunlarda aynı kökten gelir, benimse ukala olmadığımı tüm dünya bilir; gururumda gördükleri ukalalık kendi kibirleri...

Bu son Yeliz, sana ıssız adam diyor bir yerde… Düşünsene, senin özel hayatına, cinselliğine, yatak odana girdiğinin farkında değil bu karı…
Sen karı deyince oldu bak, ben desem yasak...
Erkekse ıssız adamdır, hay Allahım ya…
Filmi anlayan da çıkmadı… Kadınlara özellikle de anne olacaklara Issız Adam'ı yüz kez seyrettirilmeli, anlamayanlara ehliyet verilmemeli; çocuk ehliyeti. Sevgililik ehliyetini ne yazık ki erkeklerden kaçak olarak alacaklardır, bu karaborsa engellenemez... Bir yandan da düşünüyorum, ıssız, aptal, zavallı falan dedikleri erkeklere aslında dua etmeleri gerektiğinin farkında değiller, başka bir ilişki şansları olamaz… Şu arıza kadın seven çocuğun adı neydi, Üsnü olsun hadi… Arabasını da arızalı mı seviyordur acaba.
Güzel nokta; arıza mı, arızalı mı dedi, hatırlıyor musun; orijinal mi olacak, yani genetiği bozuk; yoksa kötü kullanımdan dolayı arızalanmış olsa da olur mu…
Demek istiyor ki Üsnü: Seni olduğum gibi kabul edeceğim…

ERKEKLER EZİLİYOR
Erkek düşmanlığı zengin düşmanlığı gibi bir şey, üstelik doğuştan zengin sanıyorlar erkeği; bu fakirler. Ama fiziksel yönden daha güçsüz olduklarından fakir demiyorum kadınlara, daha aptal olduklarından diyorum; bir tür neden güçsüz olur, aklını geliştirsin diye, ama nerde; çoğu tecavüzün ve tacizin kadının güçsüzlüğünden değil akıl kıtlığından dolayı gerçekleştiğine eminim, kullanılmaya açık olmaktan, en iyi niyetle, saflıklarından... Tecavüzü hem konu dışında bırakmak lazım, çünkü biz erkekler tecavüze uğramıyoruz bir, onun dışında her şey aynı; hele benim gibi bir adamın bir kadından daha fazla erkek tacizine uğradığımı rahatlıkla söyleyebilirim, işin ilginci birçok kereler de kadınlar üzerinden yaşanan bir taciz; kavga seyretmeyi çok severim diyen bir kadın hatırlıyorum mesela…

İNSANOĞLU KUŞ MİSALİ, İNSANOĞLU PUŞT MİSALİ.
En adicesi de kuşunun ötmüyor olması haberi… Sen bu Yelizlerden birinin yasağını kaldırıyorsun, mesaj atıyor Burak, Yeliz’e ulaşmaya çalışmayacakmışsın, hiç hazzetmiyormuş senin gibi bir dengesizden, hem zaten bir süredir birlikteymişler; kuşun ötmüyormuş, tüm grup da biliyormuş.
Özlem'e âşık olup birkaç haftalık ilişki de denemeyecek arkadaşlığımızı bitirdiğim Yeliz'in, kullanıldığını anlamayan ıssız Burak üzerinden intikamı.
Sıkı abaza olmalısın diyorsun, öyle kurumuş bir kadınla birlikte olduğuna göre…
Adam gruptaki tüm kadınlara asılıyor, güzel çirkin bakmadan. Diyorum şunun kulağını çekelim. Tık yok kimsede; ama kuşu ötmeyen benim... Haberlere konu olmadıysa grubumuzdaki sapık sapık sayılmaz…

PİLİÇ
Fıkra vardı ya, piliç niçin yolda karşıdan karşıya geçer sorusunu tarihten herkes kendi felsefesiyle cevaplıyordu.
Hatırlatsana.
Seçtiklerim şunlar, sevdiklerim değil: Karşıdan karşıya geçmek pilicin doğasıdır, Aristoteles. Tarihsel olarak kaçınılmazdı, Marx. Bu soruyu sormak, sizin kendi piliç doğanızı inkâr etmektir, Buda. Pilicin yolun karşısına geçmesi ya da yolun pilicin ayakları altında yer değiştirmesi, tümüyle sizin gösterdiğiniz referansa bağlıdır, Einstein… Ve tabii Galile, sevdiğim: Oysa piliç karşıdan karşıya geçiyor.
Oysa piliç karşıdan karşıya geçiyor, süpermen uçuyor, yıllar yılları kovalıyor, herkes kendi ben’ini kovalıyor. Onu da felsefe diye ortaya atıyor. Ya da edebiyat kılıfına saklıyor... İnsanı hatalarıyla kabul etmek lazım diye diye hataları insanıyla kabul ediyoruz artık; çünkü bıraksak bu hatalar insan kabul etmeyecek, etmiyor… Aklını başına toplamazsan, aklın başından gidebilir; bütün parçalarını terk edebilir... Dünyanın bütün felsefeleri birleşin; yoksa İğreti Öğreti’lerle, yolun karşısına geçtiniz sanırken tam, tavuk gibi…

-GİDİP ŞÖYLE KISA BİR ÖĞLE ÖYKÜSÜ ÇEKEYİM.
-KAPIMIZIN ÖNÜNE ÇEKMEYİN AMA. ÖYLE ÖYKÜLER ÇEKİYORSUNUZ Kİ, SOKAĞA ÇIKAMIYORUZ.
Şaşırtıcı bir dünya yaratıyormuşsun Kısa Çöp’de, ama anlatıcıların bu şaşırtıcılığa kapılmıyormuş, anlatımlarında soğukkanlılık göze çarpıyormuş…
Göze çarpan soğukkanlılık… Mağarada kaybolup bunu normal karşılayan insanlar anlatmıştım, çünkü belki de oraya aittirler diye düşünmüştüm, dışarıda da farklı bir hayatları yoktu ki. Kral tacını maddi değeri ya da tarihsel önemini yadsıyarak TV’nin üstünde güzel duracağı için isteyen bir adam tasarlamıştım. Bendim. Bir ressam vardı, tanrı kendine meydan okuduğunu düşünüyordu yaptığı tabloların gerçekliğini ve güzelliği görünce; tanrının salaklığıydı tabii, ya da tanrıya salaklık yakıştıracak kadar salak olan insanlıktı; çünkü sıradan biriydi ressam aslında, sıradan bir melek; kendisine daha fazlası vaat edildiğinde sadece çok sevdiği işini yapmakla yetinecek bir insan kadar sıradan...
Önyargılarından sıyrılmışsın, bildiklerini unutmuşsun
Kendileri bilir, ben bunları hiç bildim mi ki acaba… Yapmak istediği şeyi bilen ama onu yapamayacağını anladıktan sonra başka şeylerle uğraşarak hayatını heba etmeyen adamın mutluluğunu anlatmıştım bir yerlerde. Özel nitelikleri yoktu, kimseye bir şey göstermek zorunda kalmıyor, öyle hissetmiyordu. Alçakgönüllülük yamadılar.
Her şeye yeniden başlayabiliriz diyormuşsun, yeni bir dünya tasarlayabiliriz, fantastik gereçlere de gerek yok, elimizdekilerle yapabiliriz…
Dostoyevski idamdan bağışlandığı için içi minnetle doluyor, benim Kısa Çöp’teki mahkum kahramanım yargıca son arzusunu soruyor; biri böceğin altına yatıyor, diğeri Sokrates’i aşıyor… Saramago’nun İsa’sı da birini ölümden geri getirir, diriltir; diğeri der ki: Onu ikinci kez ölüme mahkum ettin… İdam edilecek adamın yargıca son arzusunu sorması şaşırtıcı değil o yüzden, çünkü yargıcın ipleri de asılacak adamın elinde, idam kararından emin değil yargıç…
Yazının başlığı da şuydu, senin ağzından: Belki de daha ateşi bulmadık!
Buldular da yanlış kullandılar... Düşün, çatal bıçak bile yanlış kullanılır… Bıçak sağ elde, tamam da bizon mu kesiyorsun; o yüzden daha çok kullandığın çatal sol elde, ama solak değilsin; bıçaktan yararlısı kaşık, o nerde… Kaşık sağ elde, bıçağın yerinde olmalı.

ÜÇGEN ÜSTÜ AZ PİRAMİT
Bir üçgen çizdim elimi kaldırmadan: Sol kenar, alt kenar ve sağ kenar. Sağ kenarın sol kenarla kesiştiği köşede üçgen tamamlanıyordu, ama ben durmadım, devam ettim yoluma dosdoğru. Birçoğu üçgeni bir daha çizdiler.
Geldiğim noktadan üçgenin sol köşesine dik bir çizgi daha çektim ama yine durmadım köşede. Belirlediğim bir noktaya doğru, dosdoğru devam ettim yoluma. Birçoğu yeni oluşturdukları üçgeni bir daha çizdiler.
Bir dik çizgi daha çizdim sağ köşeye doğru ve yine durmadım köşede. Birçoğu yeni oluşturdukları üçgeni bir daha çizdiler. Köşelerden geçtim hiç durmadan ve son çizdiğim üçgenden fazla uzaklaşmadan. Böylece iç içe geçmiş, köşelerde her zaman kesişen ve yavaş yavaş genişleyen üçgenler çiziyordum.
Şu üç şeydi dikkat ettiğim: Uyumluluk. Ve. Yaratıcılık…
Bazıları aynı üçgeni çizmekten bıktılar ama çizdiklerinin üzerinden geçe geçe o kadar oymuşlardı ki zemini, kalemlerini farklı bir tarzda oynatamadılar özgürce. Mezarlarını kazmış gibi oldular yaşarken.
Bazılarıysa köşeden geçtikten sonra o kadar uzaklaştı ki, birleşecekleri başka bir köşe göremedi. Ve böyle uzayıp gittiler bir daha hiç üçgen yapamadan. Merkezimiz aynıydı hepimizin ama bazıları yakınlıklarını aynen korurken merkeze, bazıları da çok uzaklaşıp kayboldu sonsuzlukta. Bazılarıysa çizmekten bunalıp kalemini kaldırdı, indirdi.
Üçgen çizmek piramit yapmaya zemin hazırlamak içindi… Belli bir olgunluğa eriştikten, üçgen çizme tarzımızı belirledikten sonra, en beğendiğimiz üçgenimizin, üçgenlerimizin, üçgen tarzımızın üzerinden, devam etmek…
Einstein demiş, dehanın sınırları vardır, aptallığın yoktur diye; dehanın merkezi vardır demeliydi oysa, aptallığın yoktur.
Böylece sonuçta, piramidim ve etrafında pirimatlar; bu piramit de nerden geldi diyen… Uzaydan gelmiş olmalı, hatta çok mantıklı, uzaydan geldiğine göre uzaylılar yapmış olmalı…

ANTİ KAHRAMAN İCAT ETTİLER
ÇÜNKÜ KAHRAMANIN NE HİSSETTİĞİNİ ANLATAMIYORLAR.
Kahraman anlatabiliyor mu?
Kahraman anlayabiliyor mu... İçinde olduğun bir şeyi anlayamazsın, sanılanın aksine. Neymiş, ben bir başkasıymış, bir ben varmış bende, benden içeri; işte anlayamayacağını söylüyor, bunun zor olduğunu.
Başkasına bakarak kendini açıklarsın ya...
Yoo... Yine başkası açıklıyorsun.
Bunlar kendilerini açıklayabilirler ama, çünkü zaten kendileri değiller.
Başkasının da sınırlarını açıklıyorsun, sadece sınırlar.
Benzerlik anlatıyorsun o zaman sadece, değdiğin yerleri.
Binde birlik bir genetik farkla DNA'nın teki maymun oluyor, teki insan; bunlarla aramdaki fark da böyle muhteşem... Ve binde birlik bir yerden değiyorsa diğerlerine, nasıl anlatılacak… Anlatmam anlamsız, anlatmam anlatmaksız... Hem daha önce anlatıldı mı acaba; kentaki’yi anlatıyorsun ama daha amerika keşfedilmemiş… Peygamberim diyorsun, daha allahı görmemiş… Şeytan diyordu ya cehennemde, burası bile böyleyse, ne güzeldir cennet… Ya da Süpermen’i düşün, gizlenmek için kimliğini gizlediğini sanırdık, halbuki kendini tanımak içindi belki, kendine dışarıdan bakabilmek için; uçtuğunu anlamasınlar diye değil, uçtuğunu anlayabilmek için… Lafın tamamı aptala söylenirmiş, ama başkasına ne kadar iyi söylersen söyle kendini koyuyorsun yine aptal yerine. Kendini bil imiş, evet, kendini bil ve felsefe yapma… İnsanı anlatarak kendimden uzaklaştığımı fark ediyorum giderek. Yazarlığımı yanlış zemine oturtmuş olabilirim.

KİTABINIZDA, KİTAP YAZDIĞINIZI SAKLAMANIZ
HİÇBİR İŞE YARAMAYACAK, NE YÖNTEM GELİŞTİRİRSENİZ GELİŞTİRİN.
Demin soru işareti kullandın… Çok sevdim. Nasıl gururlandım.
Zaten soru orada değilse cümle sonuna işaretini koymuyorum.
Anlatma göster, yani…
Aslında o dediğin, anlattığını gösterme. Edebiyat kılıfı dediğim...
Vaiz ve şairi üslupta çakıştır.
Kurmaca yazıyorum kurmacası.
Demişti ki biri, üslup insanın kendisi…
Ben yazdım oldu anlamına gelmedikçe tabii.
O yazdı oldu dedirtecek insanları hariç tutalım tatlım.

PUSULA VE PORNO
Olmuşsun sen pusula, baksana şuraya… Ben pornosunu internette yayınlıyorum, kadın davamda arkamda.
Bu konuda konuşmak istemiyorum.
Yeliz gibi yani. Metil, Selim, Ali, Varil, Rana; Özlem gibi, Yeliz gibi yani…
O başka. Onları sileceksin.
Mutlaka silinecekler.
Silecek misin gerçekten!
Dosyanın adı bu: Mutlaka silinecekler. Başka birisine gidersen de seni tehdit etmek için lazım olursa ne yapacağım.
Lazım olmayacak.
Olmayacak.
Nasıl yapabildin böyle bir şey?!
Pusulan olarak sana doğru yolu pornonu yayınlayarak göstermiş olmamı soruyorsun… Çocuğu gördüm yanında Kuzguncuk’ta, önümde ilerde oturuyordunuz gülerek. Fotoğrafını görmüştüm ama dibimde canlı da görünce önce kendimi göstereyim diye düşündüm, için gitsin. Sonra arayıp teşekkür edeyim dedim, arkadan fark ettirmeden suratının aldığı şekilleri göreyim, beni mutsuz etmeden mutlu olduğun için teşekkür edeyim sana; benden ayrılanlar evleniyor diye bunalıma giren kadınları düşünmüştüm; benden ayrılanın evlenmesi kadar normal bir şey yok; aşkı beceremedim, bekaretimi de aşkıma verdim, bari birini bulup evleneyim; bana aşkının kanıtı oluyor diyecektim. Öyle düşünüp gülerken şimşekler çakmaya başladı yine, arkanızdan açtım kıçını telefonumda; sen evleneceğin adamla gülüşürken ben kıçına, memelerine, sevişmelerimize bakıyorum; yeter artık gir, arkama geç demelerini sayıklıyorum, döndün gördün; duydun da mı acaba, sesini yükseltme Murat… Güldüm; geldim gördüm güldüm; ve verdim, karar, yıldırım o sırada düştü. Dedim, protesto yapılmaz, olunur.
Ya işe yaramasaydı, b planın var mıydı?
Bu b planıydı zaten.
E şimdi ne yapacağız?
A planını uyguluyoruz ya…

DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY
SEVİŞİM... SENİ SEVİŞİM.
Benden ayrıldıktan uzun bir süre sonra sözlendiğini duyuyorum, buluşmak için zorluyorum, inat ediyor, ama sonra internet yasağını kaldırıyor, konuşuyoruz:
Seni sözlünden ayıracağım.
Ayrılmayacağım.
O senden ayrılacak.
Bu imkansız.
Tipik zaten; yani tipsiz; bari yakışıklı birini seçseydin, kıskandırmıyor bile. Holivud filmi gibi oldu, jön çok belli.
Jön seçilmeyecek bu sefer, seçilmedi.
Karizması da yok. Böyle biriyle olman gel beni al demen gibi bir şey. Aforizmasını da yazdım…
Aforizma yazarsın anca.
Sevmediğin adamla seks: Mastürfason…
Beni seviyor. Bana elini bile sürmedi. Beyaz gelinlik giyeceğimden gerdeğe girene kadar sana dokunmayacağım dedi.
Erdek’te gerdek. İktidarsız olmasın.
Seninle olduğumu da biliyor.
Benimle değil benim olduğunu.
Önemli değil dedi, gerdek gecesi birlikte olacağız. Senden önceki sevgilim. Sen hiç olmamış gibi olacaksın.
Maymundan geldin maymuna dönüyorsun yani… Mantıklı… Hem yakışıklı değil, hem de yakışıksız hödük. Adı ne, bundan da bir Yeliz yapalım…
Söyleyemem.
Kızın ırzına geçen taşralı çapkın hapis cezasından kurtulmak için kızla evlenmek zorunda olduğunu öğrenince, kızlığı bozulmuş biriyle neden evlenmek zorundayım ki diye sormuş. Senin Yeliz de bu delikanlının diğer aşırı ucu. Stockholm olsun adı. Mister Stockholm. Kendini neden böyle aşağılıyorsun. Onu sevmiyorsun ki.
Nereden biliyorsun…
Benden başkasına yer kalmayacak şekilde tasarlandım… Yoksa benden intikam mı almaya çalışıyorsun… İntikam soğuk yenen bir yemdir.
Aforizma Amca olacak adın yaşlanınca… İntikam almıyorum.
İntikam almıyorsan hainliğindendir.
Oh rahat rahat alayım o zaman, seni seviyorum.
Seni benim kadar kimse sevmeyecek demiştin, ben bile…

BUĞU
Böylece birlikteyken çektiğim sevişme görüntülerimizi bir internet sitesi açıp yayımlıyorum, herkese açık değil, açmayacağım da. Bir sorun var: Adamın sevgilimin çıplak bedenini görmesini istemiyorum, ama o olduğunu da anlamalı, böylece porno site mantığının bekaretini bozuyorum; yüzü ve organım belli, erotik yerleri buğulu.
Çok tahrik edici duruyor. Birkaç böyle sevişeceğiz.

-BENİ Mİ YOKSA SEVİŞMEYİ Mİ ÖZLEDİN?
-MEMENİ BEDENİNDEN AYIRABİLİRSEN CEVABI BULURSUN. SONRA KUKUNU
VE SONRA DA BENİM ESPRİ ANLAYIŞIMI AYIRACAKSIN AMA. ÖPÜCÜKLERİMİ VE
ZEKAMI. APTALLIKTAN KURTULMAK İÇİN ÇIRPINAN RUHUNU
VE AYAK BİLEKLERİNİN ÖPMEYİ SEVDİĞİM YERLERİNİ...
Adama haber veriyorum. Güneş’e haber versin. Çalındığını düşünüyor önce Güneş, çalınmamış diyor adam, mesaj attı, tehdit ediyor.
Bocalıyor. Sinirleniyor. Ben ona gösteririm. Utanıyor. Kızdın mı bana? Sen bir şey yapmadın ki diyor misterstock.
Sen neden bu kadar sakinsin?
Bu bir tuzak, bizi ayırmak istiyor, başaramayacak, düşmeyeceğiz. Sakin ol. Başarabilir misin.
Kızmadın mı. Üzülmedin mi.
Kızdım üzüldüm. Olgun davranıp oyununu boş çıkaracağız.

Önce sevdim olgunluğunu. Sonra intikam almıyorsan hainliğindendir lafını hatırladım. Zaten yan çizmeye başladı yavaş yavaş, akrabaları da durumu öğrendi. Bilemiyorumlar falan.
Romantik bir hayalle evleniyordu, gerçeğiyle evlenemedi… Benle sidik yarıştırıyordu; böyle suratına işedim...
Beni suçladı, suç ortağınmışım. Ben de istiyormuşum.
Tabii ki istiyordun. Sen bir başkasıydın onlayken.
Böyle bir şeyi istemem, çıplak görüntülerim onlar hayvan herif.
Benim çıplak görüntülerim…

SANA BAKTIKÇA ONU UNUTTUĞUMU HATIRLIYORUM
Nasıl böyle bir adamla çıkmış olabilirsin dedi… Çıkmak! Orda dayanamadım… Senin söylemen doğal geliyordu da… Birisine hissettiğin sevginin nedenlerine onda rastladıkça âşık olursun demiştin, adamın bu lafla aşağı yukarı bir ilgisi bile yoktu.
Eski sevgilisine adam diyen kadınlardan nefret ederim.
İyi, et. Hem sana ne oluyor dedim, sen ne karışıyorsun, sonuçta onlar sevgilimle benim görüntülerim…
Vay… Siz cidden kardeşmişsiniz…
Bunu yapacak kadar sevdiğini anladığımdan döndüm sana.
Sen kimsin bana döneceksin…
Pornomu yayımlaman aşkındandı, ve sanırım ahlakından; onun bunu kabul etmesi sevgisizliğiydi… Ve ahlaksızlığı…
Neruda’yı kıskandırabiliriz bu gidişle, dönüyorsan hiç gitmemiş gibisindir demişti, acaba nasıl dönüyor; böyle dönülebilir. Yeşilçam’ın kötü adamı gibi yapmayı düşündüm aslında bir an, onu da söyleyeyim, ben istedikçe gelip benimle sevişecektin.
Gelmezdim ki.
Bu bir şantaj olmazdı zaten gelmek istediğinden.
Peki ya senin pornon? Hikayedeki 3 kadınla da sevişmiştin.

ÜÇÜNCÜ KADIN
Beni neden terk ettiğinin hikayesini anlatıyorum.
Birinci kadına âşık değildim. Her şey böyle başladı. Olurum sandım ama, yok yok olmayacağımı biliyordum. Dosttuk. Sürecek sanıyor seviniyordum. Ama bitti, sevgili olduk çünkü. O istedi. Sevgili olmazsak dost da kalmam senle deyip tehdit de etti. Aşk tehdidi! Boyun eğdim. O zamanlar sorun etmemiştim, onu kaybetmek istemiyordum, dostluğunu seviyordum, kimseye de âşık değildim. Ona olan duygularım daha sonra da değişmedi. O bana hep daha fazla âşık olurken, ben onu kaybetmeyi hiç istemedim. Sonra oldum. Âşık. İki kadına. Birden? Bir arada? Biri birine? Birdir bir? Bilmiyordum. İkisiyle de hemen hemen aynı zamanda tanıştık, ilkiyle şöyle oldu:
Gideceğim şehirde salgın hastalık olduğunu duyunca gitmekten vazgeçtim; Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun diyene de, evet dedim, Allah'ın kaderinden Allah'ın kaderine kaçıyorum… Şöyle oldu:
Speed Date diye bir organizasyona çağırdı beni birinci kadın, Sevin. Öyle acele, geleceğim diyenler gelmediğinden, gönüllü lazım olmuş. Deneme çekimi yapılacak, biz de denek olacağız, yapımcılara sunulacak… 7 kadın 7 erkek, kadınlar oturuyor, erkekler sırayla kadınların masasına gidip 3 dakika konuşuyor, seninle 3 dakika, bu arada ellerindeki kağıtlardaki evet, hayır ve belki seçeneklerini işaretliyorlar. Kağıtlar yöneticilerde toplanıyor ve her halde sonra eşleşenler için çöpçatanlık yapılacak…
Sevin’le gülerek konuşuyoruz, sanki birbirimizi hiç tanımıyormuşuz gibi, başkasına bakarsan gözlerini oyarım diyor kalkarken, hayır diye işaretliyorum onu inadına. Kızlardan biri gerçekten hoşuma gidiyor, ama tabi o kalabalıkta ve heyecandan tam bakamıyorum ve güzel de konuştuğumuzdan, yine dalgasına evet diye işaretliyorum. İşin sonu nereye varacak, şeytan dürtüyor ve işaretliyorum işte, alarm çalıyor ve yandaki kadına geçmek gerekiyor, harala gürele, yandaki kadın konuşurken düşünüyorum, yanlış anlaşılmasın, yani doğru anlaşılmasın, sileceğim, şöyle bir dönüp bakıyorum, o da bana bakıyor, karşısındaki adam kulağına konuşuyor, silmiyorum, zaten dalgasına değil miydi…
Kokteylde Sevin’le yan yanayken uzaktan bana bakarak geliyor. Tanıştırılıyoruz, Herdem, işaretlediğim için mi, o da mı beni işaretlemiş. El sıkışırken işaretlemiş gibi bakıyor, Sevin bizi işaretlemesin…
Sevin’in eski arkadaşıymış, yolda karşılaşıyorlar, yıllar sonra, hadi sen de gel, gönüllü lazım güleriz, sonra da bir şeyler içer hasret gideririz.
-Beni işaretlemedi mi yani?
-Tabii ki seni işaretledim sen beni işaretlemedin mi diyor Sevin, bakayım şu kartlara…
Bakışlar değişiyor, kartlar uzakta, ortalık kalabalık, kim bakacak şimdi.
Ama işaretledi mi?
Evet diyorum kartlara bakalım…
Bana bakıyor Sevin, tamam diyor ya, boş ver, espri yaptım…
İçki de içmiş, önüne gelen erkekleri görmemiş bile, gözü üzerimdeymiş, içki de içmiş, pişman olmuş beni davet ettiğine, keşke birini daha evet diye işaretleseymiş, şans bu belli mi olur, kahkaha atıyor, içki de içmiş...
Sen kimi ijaretledin diyor Herdem’e.
Hiç kimseyi.
Sevgilisinden şaşkın ayrılmış, erkeklere ve insanlara güvenini kaybettiği bir dönem, seni işaretledim diyor, Sevin’e, bu vesileyle karşılaşmış olmaktan mutlu, arkadaşlıkları çok ilerliyor, benimle de.
Çok kapalı dışarı Herdem, çekiciliği, güzelliği hissedilmiyor başta. Orda karşı karşıya gelmesem ve 3 dakika sürmese, ben de görmeyebilirdim onu. Sevin’in kıskançlığı Herdem üzerinde sürmüyor bu yüzden, ben de zaten kimsenin üzerine gitmeyeceğimden, zamanla üçümüz dost oluyoruz.
Protesto kalkışmalarından epey önce bir tarih bu, ama aynı kent, aynı mekanlar, aynı insanlar, tarih öncesinden beri aynı tarih; ama o sıralar, patlayacak şeylerin sıkışmaya başladığı zamanlar.
Dostlar kaybediliyor, dostlar bulunuyor, saflar seyrekleşiyor, sıklaşıyor.
Hiçbir şey sıkılaşmıyor.
Sevin tüm arkadaşlarıyla mesafe koyuyor arasına. İkiyüzlülükleri ortaya çıkıyor benleyken, soğuyor onlardan, uzaklaşıyor. Herdem’in de yardımlarıyla.
Üçümüz bir tarikat gibiyiz: Herdem peygamber, Sevin kul. Ben de neyim ki; tanrı.
Sizin için yumuşatalım, diktatör sevmezsiniz siz, kendinizden başka.
Herdem hakem, Sevin oyuncu, ben teknik direktör.
Valla daha aşağısı kurtarmaz, bize gelişi bu.
İnsanları sınıfta bıraktıkça hayatım ne kadar kalitesizmiş diye düşünüp morali bozuluyor, yanlış seçimlerini ortaya çıkarıyorum diye sarıldıkça kızgınlığı artıyor, bunu bana da aksettiriyor, aşkını yaşama tarzı olarak tabii kesinlikle…
Kavgalar ediyoruz.
Bana gösterdiği bir yazar arkadaşımızın cümlesini eleştiriyorum:
"Her fırtınadan sana döndüm ben. Kıyımdın, karamdın, benimdin. Ama uzun zamandır fırtınalı bir denizsin ve kayıp bir kayığım masalında. Hoşça kal.“
Bir egoist diyorum hoşça kal diyene, yazarı da özensiz, egoist birini tarif ettiğinin farkında değil.
Sevdiği bir arkadaşımız olduğundan yazar, eleştiri kabul etmiyor; Murat haklı diyor Herdem…
Müdürüyle sorunlarında müdürün tarafını tutuyorum, kızıyor:
Patronu onu atayacağına dışarıdan yeni bir müdür atıyor. Müdüre karşı Sevin’in önderliğinde savaş açıyorlar çalışanlar, biz bu müdürü istemiyoruz diye. Müdür de bunlara savaş açıyor. Müdür haklı diyorum, siz onu istemiyorum derseniz o da sizi istemez, burada suç ve sorumluluk patronun. Herdem bana hak veriyor… Ama patron sektörün duayeni, ona karşı çıkamıyor hiçbiri, savaşı da kaybediyorlar zaten, patron müdürün tarafını tutuyor, çil yavrusu gibi dağılıyor çalışanlar.
Bir arkadaşımızla Sevin’in arabasında tartışıyoruz. Genç çocuk söylediğim her şeye karşı çıkıyor, alttan alıyorum ama çok uzatıyor konuyu, başka bir şeylere kızdığı belli. O zaman ben iniyorum arabadan diye ukalalık yapıyor bir de, in o zaman arabadan diyorum.
Yalnız kaldıktan sonra niye böyle yaptı yahu dediğimde in dedin çocuğa arabadan diyor Sevin.
Ben iniyorum deyince dedim.
Ben onu duymadım.
Artık bana getirdiği strese katlanamadığım zamanlar, Sevin’le de tartışıyoruz ve iniyorum o zaman arabandan diyerek ben de iniyorum, trafiğin ortasında, arka koltukta her şeye tanık olmuş Herdem geçiyor şoför koltuğuna.
Beni arıyor, inen çocuğu arıyor, hep gittiğimiz yerde buluşturuyor, kusura bakma abi diyor genç çocuk, Sevin bir şey demiyor.
Senin hayatın bana çok uzak diyor, kendi hayatını neden hep böyle merkeze koyuyorsun diyorum.
Kavgalardan kaçıyorum kaçıyorum hep üzerime geliyor ve patlatıyor beni, sonra da fırtınalı bir hayatımız olduğunu söylüyor; o böyle bir kadın diyor Herdem.
Sakinleşiyorum, kendimi kontrol ediyorum, alttan alıyorum… Bu ilişki başka türlü yürümeyecek.
Çorap Söküğü ve benzer öykülerimi yazıyorum. Aşk bir düettir, düello değil, diye yazıyorum.
Bir gece bana şöyle diyor mutlu mutlu: Artık tartışmıyoruz bak, bana stres geçirmiyorsun artık.
Evi terk ediyorum, konuşur musun Murat’la diyor Herdem’e, gerek yok diyor Herdem, Murat sana zaten stres geçirmiyordu ki.
Herkesi dinler ama kendi bildiğimi yaparım diyen bir kadın, böyle yola gelmez.
Kendini eleştirmek bile bir kendini haklı çıkartma yöntemi onun için...
Onun tarafını tutuğumu düşünüyorsun diyor Herdem.
Böyle düşünmüyorum diyor, ben hatalarımı bazen fark ediyorum.
Neden söylemiyorsun.
Ben kendime söylüyorum…
Ortalık duruluyor. 6 ay sonra oturuyor ilişkimiz. Herdem uzak evine gidemediğinden bizde kalıyor sık sık, sonra karşı apartmana taşınıyor. Arada Herdem’de sızıp koltukta uyuduğum oluyor, Sevin eve gelince uyandırma bırak uyusun kahvaltıya gelirim sabah diyor.

SENİ DÜŞÜNÜYORUM
AKLIMI KAÇIRMIŞ OLMALISIN
Bir gece ben koltukta uyuklarken başımı kaldırıyorum, sanki bunu beklemiş gibi bana bakarak çalışma masasından kalkıyor, yatak odasına geçerken kapıda duruyor… Soyunmaya başlıyor. Her parçasını çıkarmaya başladığında bir adım geriye karanlığa giriyor, çıkardığında çıkıyor, bir parçasını çıkaracakken görüyorum ve çıkarmış çıplakken, çıkarırken hiç görmüyorum, giriş, ve, sonuç.
Her öne, ışığa çıktığında ona bir kez daha âşık oluyor, her geriye, karanlığa gittiğinde ondan nefret ediyorum…
Tam olarak çıplak kaldığında artık tamamen karanlığa çekiliyor; ben de karanlığa giriyorum, görmüyoruz birbirimizi, karşılaşmıyoruz bile, sevişmişiz gibi sevişiyoruz.

BİR ÖPÜCÜĞÜ
EN İYİ SAHİBİ
SAKLAR
Peşime düşersen buradan taşınırım diyor, sizi de bir daha görmem.
Canım Ailem adlı diziyi izliyoruz. Aşkları için nikah masasından kaçan kıza uzaklara kaçma kararı verdikleri gecenin sabahında, yapamam diyor adam, o adama ne hissettireceğimizi çok iyi biliyorum; en yakın arkadaşıyla yakalamıştı sevgilisini…
Haftalar önce izliyoruz bunu üçümüz ve bakışıyoruz Herdem’le.
Peşime düşersen… diyor.
Çok fazla arkadaş gibi olmuştuk, ama ben bir kadınım ve âşığız biz; dün gece beni sadece hayal etmeni istemiştim, sevişelim demedim. Bir daha da sevişmeyeceğiz.
Bir daha sevişmeyeceğimiz sevişmeler yaşıyoruz. Vicdan azabı çekiyoruz gelmiyor. Sevin için de benzer bir durum geçerli. Bencilliğini gidermeye çalışırken de kendisiyle meşgul, bu sefer işe yarıyor.
Gizli olmasa zevkli olmayacağından korkuyorum diyor bir gece. Sevin’e danışalım bunu diyorum, hiç komik değil diyor…
Duruyor duruyor, bir gülme çıkıyor aniden içinden anayola, kimse çarpmadan karşıya geçiyor, bir tane daha çıkıyor, kimseye çarpmadan geçiyor o da, sonra bir tane daha katılıyor onlara ve sonra da tutamıyor kendini ve salıyor, yol kapanıyor, biz katıla katıla geçiyoruz.
Yatıştırmak için mi seviştin benle; yatıştıktan sonra seviştim farkındaysan.
Seni sevdiğimden de değil hemen burnun büyümesin, seni haklı bulduğumdan. Ne demişler, seni seviyorsam sen bahanesin.
İyi bahane… Ama bu benim sakinliğimi garantiliyor bir yandan, teşekkür ederim.
Seni destekleyen tek bir kişiyle bile yetinmen çok güven veriyor, payda önemli değil sana. Çok, şey, diyor… Sıfat saçma. Sıfatlar çok saçılmış etrafa, sana onlardan bir tanesini kullanamam, yeni bir tane yaratmak lazım; bunu da ancak yine sen yapabilirsin.
Forever alone, diyorum.
Düşündüğünün tam tersi diyor, Sevin’in yerinde olsam ben de senle aynı kavgaları ederdim, ama dışarıdan bakabildiğimden bu şartlarda, üzerime alınmadığım, kişisel almayabildiğim için görebiliyorum bazı şeyleri, ancak böyle görebildim. Eski erkek arkadaşlarımla sorun belki de bendim… Sevin benim şamar oğlanım.
Prens ders alsın diye onun yerine cezalandırılan yakın arkadaşa denir Şamar oğlanı. Prensesin arkadaşına Şımar Kızı diyelim, arkadaşının nasıl şımardığını görüp ders alır Prenses.
Sen olmasan kopardım geçmişimden, hatalı kopardım hem de, eksilirdim.
Sağlığından sonra sığlığına da kavuşurdun.
Sizin ilişkiniz toparlanmama değil sadece tamamlanmama yardım ediyor.
Sen olmasan da ayrılırdık.
Seninle yaşayacağımız ve kavga edeceğimiz bir ilişkiyi gözümüzün önünde kavga etmeden yaşadım, kendi ilişkimin hakemiydim, güzeldi. Öbür dünyadan yaşamımı izliyormuşum gibi… Paralel bir evrenden. Ama sen bu saçmalıklara inanmazsın.
Paralel apartman olabilir en fazla, Sevil yan binada uyuyor.
Bu gece annesinde kaldı. O yüzden bu kadar rahatım. Sen bunu bilmeden nasıl rahatsın?
Onu bırakacağım zamanı zamana bıraktım.

TEHLİKEYF
3. Kadın gece mesaj atıyor.
Sana bu akşam bir şey söylemek istedim ama bi yalnız kalamadık söyliyim…
Ara, söyle.
Olmaz. Zaten ne söyleyeceğimi aptal değilsen anlamışsındır, söyledim farz et.
Aptalım farz et, ara.
Şimdi konuşmak istemiyorum hatta belki de hiç konuşmak istemiyorum. Ama bilmeni istedim.
Arıyorum açmıyor: Cesur olduğunu söylemiştin ve inanmıştım.
Dünyaya olan konsantrasyonumu bozuyorsun, zaten dağınık kafamı daha da dağıtıyorsun, gibi şeyler söyleyecektim. Ama şimdi ancak yazacak kadar cesurum, yüzüme vurma.
Bazen çok tatlı oluyorsun.

2 gün sonra gece mesaj atıyor.
Karşımda öyle dururken öpesim geldi seni. Allahtan şarap içmedim.
Özge şarap iç şarap iç Özge.
Sen içtin de ne oldu.
Bu senin yaratıcı çalışman ben sadece yardım edebilirim.
Nasıl bir yardım?
Yaşa ve gör.
Şimdi düzeltiyorum, doğrusu: Yarat ve gör

Çalıştığım ajansta işe başlıyor. Aynı odada ikimiz çalışıyoruz. Herkes ona bakıyor selam veriyor. Bazıları odamıza gelip bana selam veriyor, Allah Allah bu adam bana selam vermezdi ne oldu da şimdi diyorum, dönüyor Özge'ye selam veriyor ve oradan yürümeye devam ediyor. Özge bıyık altından gülmemi izliyor.

“MEN HAVE ALWAYS LIKED ME AND I HAVE ALWAYS LIKED ME(N).”
ZSA ZSA GABOR
Bir sevgilim ve âşık olduğum bir kadın var, ilgisiz biri gibi gözükmekten rahatsız oluyorum, zaten ilgisiz biri olduğum gözükmüyor.
Arkadan gelip elime bir not tutuşturuyor: “Biz senle hiç yalnız kalabilemiyecek miyiz?”
Yaratıcılık fena değil de uygulamada yetersiz, bu da böyle, kadın.
Grup olarak gittiğimiz bir rock barda, sonunda, yanıma geliyor ağlamaklı, benden hoşlanmıyorsan gidiyorum, işten de ayrılacak; ne diyim, beceremeyecek, tam kaçacakken beline sarılıyorum ve çekip öpüyorum. Diğer iki erkek arkadaşımız şanslarını denemiş o gece, teki ertesi gün soruyor, abi sizin aranızda bir şey mi vardı diye… Ben de bilmiyordum ki, ne kadar ters davranıyordu görüyordun.
Sevişmeden söylüyorum. Körün istediği bir göz...
Allah vermiş üç göz diyemiyorum. Bir aşk ararken iki aşk veriyor Allah diyemiyorum; hayatımda biri var ama ona âşık değilim diyorum; başka birine de aşığım ama o hayatımda değil diyemiyorum. Birlikte olduğum kadına âşık değilsem o hayatımda mıdır diyorum; âşık olduğum kadınla birlikte değilsem o hayatımda değil midir, diyemiyorum. O yüzden sana sakınımlı yaklaşıyordum…
Çok rahatladım diyor, benimle yatmak istemediğini sanmıştım.
Önce aklım yatsın istedim; hem sen sıkılmadın mı beğenilmekten…
Belki de bundandır… Müstehcen mi şimdi sen beni...

"Güzel bir kadının başarı hissi ve kendine güveni çok sığdır ve güzelliği yok olmaya başlar başlamaz başkalarına verecek çok az şeyi olduğunu görür; ne ilginç bir insan olma ne de başkalarıyla ilgilenme sanatını geliştirmiştir."
Daha gencim güzelim.
Bu Sevin zaten.

KÜLOTUN TENE İÇERLEMESİ
6 ay kadar böyle devam ediyoruz. Bir derede iki kez yıkanılmazdı, ben 3 kez yıkanıyorum.
Hüznümüzünüz demiş bir şiirinde şair; hüznümüze aidiz demesi daha doğru olurdu çünkü Birbirimiziniz demişim ben bir kere.

DÖLÜM BİZİ AYIRANA DEK
Bir akşam Herdem, artık, diyor, başkasıyla sevişmeni istemiyorum... Ona âşık değilsin, bunu biliyoruz. Bizim ilişkimiz daha güzel olur.
-Bunlar mazeret değil esas söyleyeceğini söyle.
-Onu da biliyoruz, sana âşığım. Artık senle olmak istiyorum. Sorun yaşamayacağımızı biliyorum. Bizim ilişkimiz daha doğru da olur.
-Allahım, bir canavar yarattım, sanat ve felsefe canavarı…
-Hayatımdaki sorunları çözdüm, öyle inanıyorum. Tek sorun kaldı, artık Sevin’i aldatmak istemiyorum.
-Çocuk istiyor benden.
-Biliyorum; ona bir çocuk ver ve ayrılma sürecini böylece başlat.
Bunu aynen Özge’ye söylüyorum. Felsefeyi aynen, felsefeciyi değil.
-Başka birisini istemiyorum hayatımda diyor. Zaten seni tanıdıktan sonra tüm dostlarım arkadaş seviyesine, arkadaşlarım tanıdık seviyesine indi, sen de başkasını gerçekten istemiyorsan bekleyebiliriz.
Sorun çıkaracak gibi gözükürken kuzu gibi sakin ve uyumlu bir kadına dönüşen Özge’dense; sakinken mülkiyetçi emellerle üzerime giderek daha fazla gelmeye başlayan Herdem gibi bir başkasını gerçekten istemiyorum.

İDEALİST OL GERÇEĞİ İSTE!
Sevgilinizi kovalıyorsunuz ve o bir ağacın arkasına saklanıyor. Ağacın etrafında birkaç kez sağlı sollu dolaşıp duruyorsunuz onu yakalamak için, o hep sizden ters tarafa hareket ederek her zaman kaçıyor elinizden. Şimdi soru: Onun etrafında dolaşmış olur musunuz? Öyle gibi değil mi. Ama asla sevgilinizin önünden başka bir tarafında olmadınız, ne sağına ne soluna ne de arkasına geçebildiniz. O zaman onun etrafından nasıl dolaşmış olabilirsiniz… Sevgilinizi sevebilirsiniz, ama gerçeği daha çok sevmelisiniz, çünkü gerçek sevgiliniz gibi oynak değildir.
2 yıl içinde sakinleşiyor Herdem; Sevin’le çocuğumuz 1 yaşını geçmişken Herdem’le birlikte yaşıyoruz. Özge hâlâ Sevin’le biliyor.
Şimdi benden nefret ediyorsun ama bir gün hayatının adamını bulduğunda bana âşık olduğunu anlayacaksın diyorum Sevin’e.
Ben onu hallederim diyor Herdem, bekleyeceğiz, nasılsa bize dönecek… Kızlar erken olgunlaşır, ama geç gençleşiyorlar.
Annelik sürecinde çevresinden uzaklaştırdığı herkesi tekrar hayatına alıyor ve Herdem gibi birini neden sevdiğini anlıyor; barışma teklif etmesini teklif ediyor ona.

İNANÇ MANTIKLIDIR
Biz senle neden ayrılmıştık Sevin, hatırlıyor musun? Eski sevgilim loğusayken beni terk ettiği için kızmıştın ona, çok kızmıştın, beddua okumuştun.
Sonra sizin aranız düzeldi ben kötü oldum.
Çünkü hata onda değildi bendeydi.
Loğusa olsan bile mi!
Adama sormadan hamile kaldım ve doğurdum Sevin.
Olsun…
Arkadaşım olduğundan benim tarafımı tutmuştun. Aslında kendi tarafını. Bizim tipik egoistliğimiz. Oybirliğiyle benciliz.
Bana ne.
Kızım yaşasaydı onu affetmeyecektim.
Nasıl yani?
Murat söylemişti, ölmesi gerekiyordu ki Murat’ı anlayabileyim.
Onun adı da Murat’tı di mi, şimdi fark ettim. Görüşüyor musunuz…
Birkaç falcı da demişti, geçmişte, aileden, akrabalardan biri bir erkeğin ah’ını almış, o yüzden aranız düzelmiyor sevgilinle, araştırmıştık da; karman var demişti başka biri, karman çorman. Oysa işte sen de ben de kendimiz yapmıştık bunu, şimdi ve burada. Başımıza gelenlerin karmayla, eski zamanlardan bir ah almakla ilgisi yok; şu an yaptıklarımızın sonucu. Loğusa’da bunu anlatıyordu Murat. Sen okuyup yırtmıştın. Ona artık Sotori diyeceğim.
Sotori deyin bana derken dalga geçiyordu, fazla havalı buluyor; dünyanın en alçakgönüllü ukalası o...
Bulmuyor, dersek bulmaz, demeliyiz, mutlaka denmeli. Falcı, kahin, falan dolaşacağımıza.
Biliyorum hepsini merak etme, egoist olabilirim ama aptal değilim; bana kötülük yapmış sayılmaz zaten, bana âşık değildi.
Bana âşıktı da ne oldu.
Güneş’le tanışalım.

SOTORİ
Herdem’i neden bıraktım peki? Bu kadar akıllı bir kadını?
Akıllı mı…
Şu hikayeyi çok önce yazmıştım, anlamını bilmiyordum yazarken, Herdem hayatıyla onu açıklamaya çalışıyordu sanki:
Sonunda oldu. İnsanlık için büyük bir adımdı. İnsan için de öyle. Kolay mı dünyadaki kötülüklerin kökünü kurutmak? Kurutmak dediysek mecazi anlamda. Aslında kötülükleri uzay gemisinin içine yerleştirdikleri bir kapsülle korunaklı bir biçimde uzayın derinliklerine göndermeyi planlıyorlardı. Herkes rahat edecekti böylece. Mutlu olacaktı. Dünyada hiç kötülük kalmayacaktı. Ama biri çıktı ve dedi ki: “Sanıyor musunuz ki kötülükleri yok edeceğiz? Onları sadece kendimizden uzaklaştırıp başka canlıların yaşadığı dünyalara göndereceğiz. Kendi kötülüklerimizin başka canlıların başına bela olmasına, hayatlarını karartmasına neden olacağız. Dünyamıza da kötülüklerin uzak gezegenlerin birinden böyle bir yöntemle gelmiş olabileceğini hiç düşünmediniz mi? Kötülükten kurtulacağını düşünen sizler... Şimdi söyleyin bakalım, dünya üzerinde yapılacak bu son kötülük hanginizin vicdan azabıyla kıvranmadan uyuyabilmenizi sağlayacak?” Böylece insanlar ne kadar bencil olduklarını düşündüler; ve bencilliği neden kapsülün içine koymadıklarını... Bencillik de kapsülün içine kondu. Tabii işler böyle olunca, kapsülün gönderilmesine karşı çıktılar. Tüm kötülükler dünyada kaldı.
Ve bunlar hep o bencilliğimizden kurtulma çabamız yüzünden oldu!

Sevin’i hamile bırak ve ayrılın diyen kadın, Sevin’in çocuğuna ve bana gözü gibi bakan birine dönüştü. Verici allah verici. Paket taşıtmıyordu mesela bana, zorlayınca en fazla tuvalet kağıtlarını veriyordu. Bir çeşit kimlik bunalımı. Varoluş şeysi.
Ruh eşim Robinson da ben Cuma’ysam diyordu.
Mutsuzken her şeyin eksiktir zaten; o yüzden mutluyken anlarsın ancak hayatında gerçekten neyin eksik olduğunu; her şey tamam bir şey eksik; işte o en değerlin; mutluluklar dilerim.
Mutluluğu bulunca kaybettiği çocuğuyla ilgili sorun mu çıktı ortaya. Esas eksiği çocuk muydu, bir daha çocuk istemedi, ama aşk da istemedi; esas isteği aşka ya da çocuğa değil acıya tutunmaktı belki, kendini acıtmaya. Acı çekmenin onu yücelttiğini, farklı kıldığını düşünen bu işte; yaşadığı mutsuzluğun onu inanılmaz mutlu ettiği... Bayan K… Kafkaesk, Kafkaerkil ya da Kapitalist…
Allahtan sakindi. Güzelliği bundandı. Yaşayacağını yaşadıktan sonra çekilmeli insan inzivaya.
Bu da geçti zamanla, ya da benle; acıya tutunması; o da bir dönemdi dedi…
Bir çocuk ver ona ve ayrılın diyebilmesi... Kendi için yapmamıştı, Sevin ve benim için yapmıştı.
Allah Kuran’da eş demezmiş, zevce dermiş, ayakkabının iki teki anlamındaymış… Hayattaki her şeyin bir karşılığı olduğuna belki haklı ama biraz duygusuzca inanıyor ve öyle yaşıyordu artık; âşık değildim ayrılmalıydım, âşıktık sevişmeliydik. Çocuğunu kurtaramamıştı, Sevin’inkine adanmıştı. Güneş’in birkaç özelliğini anlattım; bu yüzden kendisinden ayrılmam da gayet doğaldı. Aslında nedenlerin de önemi yoktu, neyse o idi. Biraz robotik. Sencilin duygusuzluğu; hatta bencilceydi, evet sencil de bencildi, hâlâ. Bir hakem gibi oynuyordu hayat oyununu, katılmadan. Katıla katıla gülemiyordu artık. Belki rolünü bulmuştu o da sonunda, Selim’in tersine; Alil tanısa kolye verirdi.
Sevin çocuğumuzun adını Murat koydu. Aldırmadım. Herdem ona Ramana diyor. Benim notlarımdaki kadın kahraman Kahramana’nın kısaltılmışı. Erkek çocuğa kadın kahraman adı, soru işareti… Tam olmuşluk onda olacak diyor, ben bile tam, tamam değilmişim. Esas bütünlük ya da büyü ondaymış…

BULUN BAKALIM
Masadaki üç erkekten dördüncüsü o, Ramana… Bazı cümlelerim onun cümleleri, bulun bakalım… Yazar olmak gibi bir derdin olmasın diyorum ona, derdiyle yazar olan akıllılardan geçilmiyor ortalık, çağlar; benim gibi mutluluktan yaz, ya da hiç yazma, benimkileri pazarla. Yazdıklarımın geleceği için babalık yapıyorum sana diyorum açık açık; gurur duyarım diyor. Belki de silik bir tip olacak, silik tipler mi bütüncüldür, Herdem’in istediği ama hayal kırıklığına uğrayacağı gibi, yine; aman neyse, silik sidikten iyidir.

Üçüncü kadın, Özge -yani Güneş; etkilenmeyin diye başta söylemedim- işte benden böyle ayrılıyor, ikinci kadını, Herdem’i öğrenince, bu kadarı fazla… Onun da zamanı var diyor Herdem.
Günlüğümü okumuş.
Ve biz gidip tanıştık.
Nasıl!
Anlatamam; yaz çok istiyorsan… Belki de zaten yazmışsındır, bir karıştır bakalım…
Birini de siz yazsanız, her şeyi devletten beklememek lazım...

BENİ TERK ETME NEDENİ:
ANLATTIĞIM TÜM ESKİ SEVGİLİLERİMİN TEK BİR KİŞİ OLDUĞUNU ANLAMASI.
Başkasıyla olamadı, bana da dönemedi… Ben onu istiyordum alamadım…
Kopamıyorduk; ne olur birisiyle ol dedim, o kadar kolay değil dedi. Yalan söyle o zaman dedim; sıkı bir yalan olan bu adamı buldu.
Yeşilçam fikri fena değildi aslında, çünkü evleneceğini duyunca, onunla ben şimdi evli olup ona şimdi sahip olmuş olacağıma, başkasıyla evlenmiş olması durumunu tercih ediyordum. Ve sevişiyorduk istediğim zaman. Çocuk da benden olabilirdi ne var… Ama başkasıyla sevişmesine engel olamıyordum bu hesapta.
Atacağı köşeyi söyleyip ters köşeye atladım. Ama o kadar cılız vurmuştu ki, son anda dönüp kurtardım.
Artık benim atlayacağım köşeye atacaktı.

40 YASTIKTA 1 YIL
Bir dakika sen Selin’le birlikteydin, Güneş oraya bağlanmıyor mu?
Şşşttt Allah Allah… Her şeyi de ben mi düşüneceğim. Sen kimsin mesela?
Sayı kaç Murat?
23…
İyiymiş aslında. Daha fazla diye düşünmüştüm ama.
Elimden kaçırdıklarım bunlar, sadece onları sayarım.
Hani bana âşıktın bu gel gitler de neyin nesi der öküz trene… Yazdığın gibi.
Yazdığım var, yazdığım var; ruh göçü demeyi tercih ederim. 40 küsür kadınla 40 ayrı evde.

Eski hödüğü de buradan vurmaya çalışmıştı zaten, mister stop şöyle demiş:
Başkalarıyla da olan biriyle neden oluyorsun ki, sen böyle biri değilsin.
Demek ki böyle biriyim…

40 SATIR MI, 40 KADIN MI…
Böyle biri miyim Murat?
Hayır ben böyle biriyim ve sen bana âşıksın… Bu kadar basit aslında… Çocuk istiyorsun ya; ama çocuk istenmez, bir adamdan çocuk istenir. Buna tüm çağların anası olmak denir.
Freud her şeyi bozmuş, bozulmuşu görmüş olabilir. Adem ile Havva’dan Oidipus ve Elektra’ya geçilmemeliydi. Babayla annenin aşkını görmeyen çocuk büyüyemez.
Hem olayın mantıklı, akılcı, politik, artık neyse, yönünü de düşün: Çocuğunu benim kitaplarımın okunmadığı bir dünyaya getirirsen dünyanın en iyi annesi olsan ne yazar… İnsan aptallığına çocuğuna sarılır gibi sarılmamalı çünkü çocuğuna sarıldığında da bir aptala sarılmış olacak.
Önce çocuklarımın annesi ol. Öyle kucağına alıp severmiş, üveymiş gibi değil, sahiplenerek… Her paragrafa öpücük, her sayfaya orgazm, bitmiş kitaba söz veririm…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder