2. BÖLÜM
-Hep uzaklara baktığın gibi bakmanı isterdim bana.
-Ben de hep uzaklarla arama girmeni.
KAFE
-Bu kadın
kim?
-Yeni
müdürümüz.
-İhtiyaç
mı vardı?
-Varmış!
-Bilmiyor
muydun?
-Onu
görene kadar, hayır.
-Eski bir
dost mu, eski bir sevgili?
-Geçen
hafta tanıştık, burada.
-Yeni bir
sevgili o zaman.
-Şart mı
bu?
-Bana
böyle baktığını hatırlamıyorum. Biz dostsak, o olmamalı.
-Sana
baktığımı hiç görmedin ki. Sen bakmazken.
-Nasıl
bakıyorsun?
-Ona
baktığım gibi…
-Sadece
bakıyorsun…
-Bakarak
anlar mısın? Biz aylardır konuşuyoruz, öyle anladık birbirimizi.
-Sende
başka bir şey var… Kendin dışında bir şey. Odak sapıyor.
-Aslı
hanımda yok mu?
-Adını
nerden biliyorsun?
-Gömleğinden…
YAZI MASASI
Sadece
Aslı’nın gerçek olduğunu anlatan harika bir buluş. Aslında en az gerçek o
olduğu halde…
Adlarını
sonda değil başta açıklamaya sonradan karar verdiğimizden burası şimdi anlamsız
oldu ama kalsın, metnin ilk halini hatırlatıyor.
KAFE
-Tanışmış
oldunuz böylece… O da seni biliyor.
-Nerden!
-Benden!
Geçen geldiğinde konuşurken görmüş bizi.
-Ne dedi?
-Konuşurken
gördüm, dedi.
-Onu
demiyorum, ne düşünmüş?
-Senin
müdavim olduğunu düşünmüştür.
-Bizimle
ilgili ne dedi?
-Bir şey
demedi. Adını söyledim sadece.
-Öfff…
-Öyle
biri değil.
-Nasıl?
-Öyle
bakmayan biri.
-Ondan mı
konuşacağız hep?
-Ondan mı
konuşuyoruz…
YAZI MASASI
Aslı ve
Züleyha tanışırlar.
10
numaralı tanışma sahnesi onların olsun.
KAFE
-Aslı
hanımla dost oldun.
-Dost
olabileceğim birisi değil.
-Epey
konuştunuz.
-Genelde
o konuştu.
-Pek
konuşkan değildir.
-İçki mi
içiyor?
-Nasıl?
-Barın
arkasında, gündüz. Ya da uyuşturucu falan almış.
-Nasıl?
-Uyuşturucu
almış gibi.
-Sakinliğini
diyorsun.
-Nasıl
sakinlik, onu diyorum?
-Bilmem.
Sanmam.
-Öyle bir
şey yapsa ne yaparsın?
-Üzülürüm.
-Kovmaz
mısın?
-Sanmam.
-Ya zarar
verse müşterilere?
-Çalışanlara
da müşteriler kadar değer verirsek müşterilere daha fazla değer vermiş oluruz.
Zaten Aslı hanım çalışan sayılmaz.
-Evet,
çalışıyor gibi değil.
-Her şey
kontrolünde. Bunun için çabalamıyor. Uyumsuz garsonlar hemen çıktı ortaya.
-Onla
çalışmak istemiyorlardır.
-Zaten
çalışmak istemiyorlardı. Uyumsuz müşterilerin de ayağı kesildi… Kırolar daha
çok gelmeye başladı, sonra hiç.
-Eski
garsonlardan bile daha uyumlu buraya; benden bile.
-Hadi
canım!
-Bir
eksiğim vardı bu kafede, tamamlandı.
-Bu kadar
sakinken mi?
-Ruh hali
böyle.
-İyi
oynuyordur. Sevgilisi? Eşi?
-Biriyle
olduğunu sanmıyorum.
-Sanki
hiç olmamıştır gibi söyledin.
-Öyle
söyledim.
-Öyle
olmasını istiyorsun.
-İsteklerini
karşıdakine yamamak senin özelliğin canım.
-O zaman
bunu neden düşündün?
-Birkaç
şeyi doğru sezince her şeyi sezebileceğimizi sanıyoruz. Ben neleri
sezebildiğimi biliyorum.
-Neler?
-Bilmem.
-Biliyorum
dedin.
-Seziyorum
demeliydim, sezdiğimi seziyorum.
-Neler?
-Hayatında
kimse olmadığını tahmin ettim. Kusursuz duruyor.
-Bakire
olan kusursuz mu yani?
-İncinmemiş
duruyor.
-Yaşamamış
çünkü… Yaşanmamış.
-Belki de
benzerimizi sezebiliyoruzdur.
-Benzemeyenleri
de benzetmeye çalışıyoruz.
YAZI MASASI
-Kaldı mı
böyle kadın?
-Bana sık
rastlar…
KAFE
-Birbirinize
uygun değilsiniz. Anlarım bazı şeyleri.
-Birbirimize
göreyiz.
-Farkı
ne?
-Hayatındaki
adamların ortak yönü neydi?
-Düşününce
hiçbir şey.
-Sendin.
-Aptallığım
olabilir. Kafa karışıklığım diyelim. Çok kararlı göründüğüm halde.
KAFE
-Ortak
noktaları sana bakışlarıydı. Farklı taraflardan sana baktılar. Aslı hanımla
ortak noktamız da aynı yere bakıyor olmamızdır…
YAZI MASASI
“Stendhal’de hiçbir cümle bir sonrakini çağrıştırmaz
ve hiçbir cümle bir öncekinden doğmaz. Her cümle olaya ve düşünceye dikine
tutunur.” Andre Gide
İnsan
ruhu da böyle olabilir; yapıp etmelerimizle karakterimiz gelişmiyor,
yaptıklarımız karakterimize dikine tutunuyor, her seferinde farklı yüzleriyle
aynı şeyi yaşıyor, ya tek bir başarıyı kazanıyor, ya da aynı hatayı işliyoruz…
-Cocteau
alıntısını anlayamamıştım, onu da böyle mi düşünmek lazım?
-Bilmem,
düşünmedim…
-Kafede
duvar yazıları olsun, bunlar da orda yazıyor gibi dursun.
-Şunu da
asalım: “Tüm erkekler çakaldır, ama bu çakallardan birine diğerlerinden
sizi korusun diye ihtiyaç duyarsınız.” M. Dietrich
KAFE
-Sevdim
bunu. Katılır mısınız?
-Hayır.
-Neden
astınız?
-Sevmediğimiz
kahveleri de sattığımız gibi.
YAZI MASASI
Yaşamadığımız
hayatları da yazdığımız gibi.
KAFE
-Aslı
hanım birinci ya da ikinci adama uygun olur muydu sence?
-Onlara
da uzak. Tabi ikisi de Aslı hanımla olurlardı. Sen olmazsın. Olacak mısın?
-Dediğim
o değil. Aslı hanım kimle birlikte olabilir sence?
-Bilmem.
-Senle
olmuş ya da olabilecek biriyle?
-Sanırım
hayır. Farklı kadınlarız.
-Farkınızdan
değil, senle olan bir erkekle olmasını istememenden.
-Aldatılmayı
istemiyor oluşumdan yani.
-Evet o
yüzden farklı kadınlarız diyorsun. Ve bunun başka bir sakıncası daha var.
-Nedir?
-Yani
vardı…
-Nedir?
-Aslı
hanımı tanımaya yanaşmayacaktın.
-Yanaşmayacaktım?
-Platonik misiniz? Uzaktan tutulmuşsunuzdur.
-İki ilişkim oldu. Hatta üçümüz de gezdik, tatillere
gittik.
-Cinsellik olmayınca daha kolay oluyordur.
-Cinselliğin bunu bozduğunu bile söyleyebiliriz. Sizi
elde edemediklerinde değişimi içine girmeden de görebiliyorsunuz.
-İçinize… Neyse… Elde ettikten sonra değişmiyorlar mı
zaten… Peki içinizden onlarla olmak gelmedi mi hiç? Eksiklik hissetmediniz mi?
-Şunu hatırladım: Birlikte gittiğimiz konserde “One
more night”ı söylerken şöyle demişti Phil Collins: “Sanırım bu şarkıyla herkes
en az bir kez sevişmiştir.”
-Onlar size âşıktılar.
-Daha tutkuluydular.
-Birlikte olmadığınızdan.
-Aşk olduğuna emin olamazlardı.
-Grup seks yapmayı hayal etmişsinizdir.
-Grup seks yapma fantezim olabilir… Hayallerimi
gerçekleştirmek isterim, fantezilerim gerçekleştiremeyeceğim şeylerdir.
-Yakıştıramıyorsunuz. Ben de.
-Bu yüzden fantezi diyorum.
-Cinsellik de fantezi o zaman.
-O hayal.
-Ruh eşinizi bulmak da hayal. Benim için fantezi olmuş
durumda artık. Peki ruh eşiniz de mi kimseyle olmamış olacak?
-Bu işte fantezim.
-Erkeğin tecrübeli olması istenir ya.
-Bedenin tecrübe edinmediğini ruh tecrübe edebilir
sanıyorum. Ruhaniliği abartmıyorum tabii. Olabilir diye düşünüyorum.
-Hayal ediyorsunuz.
-Beni anlıyorsunuz.
-Hayal ediyorum… Ama tuhaf buldum. Sizi anlıyor
olmamı. Yusuf bey ve siz, bu kadar tuhaf olmanıza rağmen sizi anlıyorum… Peki
bu iki ilişkiniz nasıl bitti?
-Biri evli, diğeri bir arkadaşıma âşık, ilişkimiz de
aynen devam ediyor.
YAZI MASASI
Diğer kadınlar rahatsız olmuyor mu?
KAFE
-Ne garip evli deyince âşık olup olmadığını sormuyoruz
bile… Peki ya çocuk?
-Yapabiliyor
olduğum için yapmayı düşünmedim.
-Çocuk
sevmiyorsunuz.
-Çocukları
severim.
-Kendi
çocuğunuz?
-Bedenimden
bir parça değil mi? Daha çok ruhumdan bir parça geliyor aklıma.
-Çocuk da
ruhunuzdan…
YAZI MASASI
-Kadının üremek için hazza ihtiyacı yokmuş; ama
erkeğin varmış...
KAFE
-Sanırım
ben geçmişe bağlıyım, koparıldığım parçamı arıyorum.
-Ruhunuzun
diğer yarısı…
-Adem babamızı…
-Farkı ne?
-Ruhunuz baskıcı bir ruhsa, diğer yarınızın bir köle
de olabilir… Koparıldığımızda her bir parça idealdi; belki koparıldığından
bozulmaya başladı ve bozula bozula bu günlere geldi… O yüzden Adem diyorum…
Bozulmamış o ilk halimize dönmek… Yoldan sapmamış, çığırından çıkmamış... O
yüzden anne babaya da bağlı hissetmiyorum kendimi…
-Anne babaya da mı?!
-Bir tünel kazıp o günlere dönebilsek…
-Kalıtımı sevmiyorsunuz…
-Ya da orijinal halimizi bu günlere getirebilsek… 14
bin yıl yaşayan Neandertal adamı anlatan bir film vardı…
YAZI MASASI
O filmden
bir şey çıkmıyordu.
-Bir insan ne kadar uzun zaman yaşarsa yaşasın kendi
zamanının ötesine geçemez, kendi ırkının en iyilerinin bildiğinden fazlasını
bilemez. 14.000 yıl yaşamak beni dâhi yapmadı sadece bolca zamanım oldu.
KAFE
-Ya en
başı? Tanrı?
-Yaratıcı
yönetmez derler.
-O
yaratıcı Batılıymış.
-Dediğim
gibi, yönetse köle olmamız gerekirdi; benimkiler bana pek karışmadılar.
-Bir
bağınız yokmuş belki de.
-Arkamda
oldular.
-İşiniz
kolaymış.
-Varmak
istediğiniz yer neresi…
-Bir yere
varmak istemedim kusura bakmayın…
-Hayır,
demek istediğim, varmak istediğiniz yer neresi, ona bakmak lazım.
YAZI MASASI
Gençken
edebiyat hocasının sende yazar kumaşı var dediği adam kumaş tüccarı olur.
KAFE
-Sizin
dağılmamış harika bir aileniz var. Dağılmamış bir kafanız… Harika bir şey
düşünebiliyorsunuz.
-İyi
davrandıkları için onlara bağımlı da olabilirdim. Her erkekte babamı arardım.
-Annenize
kızarken tıpatıp aynısı olurdunuz.
-İyi bir
anneydi ama ona benzemem. Açmak, ama hep aynı çiçeği açmamak; içindeki tohumu
açmak…
-Tohumlar
aynı değil mi?
-Parmak
izlerimiz neden farklı…
YAZI MASASI
-Bunlar
senin gibi konuşuyor Yazarım.
-Neyse o.
-O zaman Buzatti’nin lafı size de uyabilir: “Tanrı bazı şeylerin
olmamasını ister ama engel olamaz. Çünkü kendisi öyle karar vermiştir.”
KAFE
-Çocuk,
aşkımı bulamazsam yapacağım olacak.
-Aşkı
bulduktan sonra yapılır genelde.
-İlişkiye
çocuğum gibi bakacağım.
-Sizin B
planınız çocuk.
-Çocuk Ç…
A, B, C dolu.
-Belki de
aşk benim B planımdı. Gerçek aşkı bulsaydım da tanımayacaktım. Ya da buldum ve
kısır.
-Evlat
edinirsiniz.
-Beni hiç
terk etmeyecek biri…
-Sizin
önce terk edeceğiniz.
-Nasıl?
-Ölümle
demek istiyorum. Neyse… Bu konuları sizi kırmadan konuşamayız. Benden
bahsedelim derim.
-Benden
bahsedelim demenin bu kadar bencilleşmeden yapılanını görmemiştim… Ama kırılmam
artık merak etmeyin. Sadece anlamaya çalışıyorum, çıktığım filmi… Çocuk
isteyişimin bencilce olduğunu düşünüyorsunuz…
-Evrim de
bencilcedir derler.
YAZI MASASI
-Siz de
çocuğunuzu kendi bencil isteğinizle yapmış olabilirsiniz Mecnun… Narkisos
hikayesini devam ettirirsek... Narkisos göle hayranlıkla bakarmış, ama onda
kendi yansımasını gördüğünden. Göle bunu fısıldadıklarında umursamamış, o da
Narkisos’un göz bebeklerinde kendini hayranlıkla seyredermiş çünkü… Narsistlerin
düellosunda kaybeden olmaz.
-Narsist
ve Nasrettin ne kadar da benzer adlarmış…
KAFE
-Bencilliğimi
haklı mı buluyorsunuz, anlamadım…
-Ailemizin
ve çocuğumuzun kim olacağına karar veremediğimiz halde aşkımızın kim olacağına
karar verebiliyoruz, buna rağmen en az bağlı olduğumuz kişi aşkımız.
Seçtiğimize bağlılığımız en az. Kendimize bağlı değiliz.
-Bizi var
edenlere, bizim var ettiğimize bağlılığımız kendimize bağlılık değil mi?
-Ailemize
ve çocuğumuza bağlılık bizi bir hiçe dönüştürmez mi? Bir aracı sadece, geni
aktarmaya çalışan bir hayvan. Özgür irade değil. Özgül iade…
YAZI MASASI
-Kelimelerle fazla oynuyor, bu onu tarzı mı?
-Biz oynayalım mı baylar? Özgül iade deyişini sevdim.
İleriye iade. Gen aktarımını bu şekilde tanımlasak saçma mı?
-Böyle
sorunca insan yumuşuyor.
-Adı
önemli değil; aldığını aynen geçiriyor bir sonrakine. Bir şey katmadan,
postacı gibi…
-Bayrak
yarışı gibi, oraya kadar taşımış oluyor.
-Zincirin
bir halkası.
-Duvardaki
bir tuğla.
-Ben postacıda kaldım… Bir posta geliyor evine; sana uygun değil, sen ona uyup değişiyorsun…
Bir penceresin ama üzerine reklam almışsın. Altın bir halkasın demir zincir
yığınında…
-Altın
çöpe düşse…
-Değerini
kaybeder; çünkü yerine değersizini atarlar…
-Duvarda
bir tuğla olmak isteyenlerin harcı mı çocuk… Zincire değil kendine bağlı olanların harcı mı aşk…
-Soru işaretleri var mı bunlarda?
-Hem
zincire hem kendine bağlı olunabilir mi?
-Bencil
olmadan ne kadar kendine bağlı olunabilir? Ben dediğimiz şeyin eksik diğer yarısını arıyorsa insan…
-Düşürdüğü
yerde araması lazım.
-Tam da
düşürdüğü yerde arıyor aslında, cennette. Hata bu…
-İki
kişilik bir bencillik, bencillik midir?
-Yani
aslında kendimizi kaybetmiyoruz da diğer yarımızı mı kaybediyoruz…
-Bir
insan bizim diğer yarımızsa özgür oluyor muyuz ki zaten?
KAFE
-Saf ve
her şeyden bağımsız bir çocuk var etme isteği olduğunu düşünün, evrimsel, hatta
evrensel gibi gözükse de, içinde kişisel, ve hatta dişisel, esas bu dişisel.
Anaç. Çünkü hayat vermek…
YAZI MASASI
-Bitkinin hayatta kalabilmesini büyük ölçüde köklerine
değil yapraklarına borçlu olduğu çok yeni anlaşılmış…
KAFE
-Nereye
bağlayabiliriz…
YAZI MASASI
-Ünlü
bir müzik eğitmenine sormuşlar: Bir çocuğun müzik eğitimi ne zaman başlamalı?
Doğduğunda, diye yanıtlayacakmış vazgeçmiş, annesi doğduğunda demiş.
KAFE
-Vereceği
eğitime çok güveniyor ve karşısında sağlam bir gen istiyor.
YAZI MASASI
-Havva
Adem’i sekse kandırdığı için değil hamile kaldığı için cennetten
kovulmuşlardır. Ölümsüzlüğü keşfetmiş oluyorlar artık.
-Türün
ölümsüzlüğünü keşfetmiş oluyorlar ve kişisel ölümlerini. Çünkü doğum varsa ölüm
de olmak zorunda. Ve buna kadın neden oluyor. Çocuk yapma isteği yüzünden.
KAFE
-Çocuk
yapma yeteneği…
-Belki Tanrı bu yüzden cinselliği keşfetmemizi
istemedi. Yoksa ölümsüz olmamızdan korktuğundan değil. Çocuk olmasın da
birbirimizi sevelim diye. Belki de Adem ile Havva sevişiyorlardı ama hamilelik
yoktu, birbirlerini zevkle tamamlıyorlardı zaten, neden bir çocuk doğsun, zaten
ölümsüzler.
YAZI MASASI
-Bu Aslı’ya uygun. Cennette hurilerden bahsedildiğini
duydum da hamileliği duymadım… Ama belki de birbirimizi sevmemizi kıskanıp,
cinselliğimizi kıskanıp kadına hamilelik yükleyerek ceza vermeye çalışmıştır;
hem de dikkatimizi bir yumurcak ile dağıtmış oluyor… Aramızı bozmaya çalışırken
ölümsüzlüğü verdiğini anlayamamıştır…
-Ve Tanrı Adem sıkılıyor diye Havva’yı yaratarak hata
etti, aşklarına üçüncü kişiyi aldı; kadına doğurganlığı vererek daha da
çoğalmalarını bu yüzden sağladı. Ya benimsin ya herkesin! Komiklik yapıyorum…
-Dillerimizi karıştırdı diye düşünürdük ya; aslında
olay yine bel altıymış…
-Ölümsüzlüğü vermek zorunda kalmıştır der buna Aslı;
aşktan daha uzun vadeli ama daha yüzeysel bir şey…
-Ölümsüzlük mü yüzeysel?
-Ölümsüzlük sonuçta soyuna duyulan aşk demek… Ama
gerçek aşk, karşı tarafa duyulan… Yani ölümsüzlük bencilliği barındırır, aşksa,
aşk ise barındırmaz… O günden sonra da ölümsüzlük hep aşkın içindeki
fedakarlığı bozmuştur: Çocuk yapmak için âşık olanın bencilliği; Züleyhanınki;
yine Aslı’yı tuttum, farkındayım…
-Ölümsüzlük
de aşka engel o zaman!
-Evet,
alternatifler çoğalıyor, ruh eşin yerine dikkatini çekecek, kafanı dağıtacak
başka birileri geziyor alemde… Yani ölümsüzlük ölümü getirmiyor sadece;
aşksızlığı getiriyor… Bu yüzden kötü…
-Tanrı
neden Havva’ya da âşık değil?
-Adem
âşık Havva’ya. Bu kadına yetmeli, ki bu yetinmek değil artık. Erkek değil kadın
başka kadınları unutmalı; Adem Havvalığa âşık.
-Kadın o
yüzden doğuruyor, Tanrıyı kendine âşık etmek için, onla aşık atarak…
KAFE
-Çocuk
yapma yeteneği…
-Tanrı
vergisi bir yetenek varken neden erkeğin yaptığı gibi kendi yaratıcılığını
bulmaya çalışsın ki kadın…
-Aynen.
-Demek
istediğim düşündüğünüzün tam tersi. Belki de kendi doğurganlığını kendi
yarattığı, kendini doğurduğu için erkek daha doğurgan. Bu yüzden daha fazla
dâhi ya da büyük adam çıkartıyorlar. Ya da bu yolda katil oluyorlar.
YAZI MASASI
-Bunu
özellikle bir kadına söyletmek istemiştim hep…
-Sanat da
ölümsüzlüğün sırlarından biri değil mi?
-Biyolojik
olarak ölümsüz değiller ama sanatçılar.
-Tanrı da
öyle.
-Eh…
KAFE
-Yazarlıkla
kıyaslıyorum ben anneliği… İkisi de doğuruyorlar sonuçta; ama kitap çıkaran her
kişiye yazar denmez, yani denmemeli diyelim, ama çocuk doğuran her kadına anne
denir… Yazarlığın kıstası
var; annelikten üstün yönü bu.
YAZI MASASI
-Edebiyat büyük bir yalan olabilir.
-Nasıl?
-Yazara soruyorlar: Edebiyat aşkın esas doğasını mı
bozuyor?
Şöyle cevaplıyor: Bu mümkün değil! Neden biliyor
musun? Çünkü bunu insanlara anlatıyorsun. Ortak duygulardan söz ediyorsun. Ne
anlattığını biliyor okuyan. Ona bilmediği bir şeyi anlatmıyorsun; ona
anlatamadığı bir şeyi anlatıyorsun. Eğer doğruyu söylemiyorsan, o da seni
okumaz.
-Güzel.
-Güzel gözüküyor! O da seni okumaz! Okur bu kadar
bilinçli mi? Onu o kadar güzel aldatabilir, kandırabilir, yönlendirebilirsin
ki. Ve güzel yazmana da gerek yok; okur kadın gibidir, tavlanmayı sevdiği için;
yoksa kadın okur daha fazla olduğundan değil… Bana kadın düşmanı denmesini
düşünsenize. Neden? Tavlayıcı yazmadığımdan… Tüm edebiyat bir yalan olabilir.
Olabilir diyorum…
Bilinen edebiyatın tamamı ortak aklın diliyle
yazılmıştır diyor Paul Vallery. Bilinen edebiyat diyor…
-Aslı’ya dönelim… Nasıl bir eserini tekrar tekrar
yazar, iyileştirmeye, hatalarından arındırmaya çalışır ya yazar, anne olmadan
önce biriyle ilişkiye girmeye de böyle bakıyor Aslı. Okuyucuyu düşünerek
yazmıyor; çocuğu düşünerek girmiyor ilişkiye.
-Âşık olduğu adamdan çocuk isteyecektir ama. Yazıp
bitirdikten sonra okunmasını isteyecektir kitabının; hatta çok okunmasını
isteyecektir…
-Olabilir… Güzel… Ben lafımı bitireyim: Konusuna,
sorunsalına da karar vermiş, varoluşsal derdine, ve her yazar aslında tek bir
kitabı yazar ya, tek bir konuyu işler temelde… O konuyu aldatmaz. Başkalarının
o konuyu yazmasına da aldırmaz. Aldatılmaya yani. Kendisi kendi tarzında
yazacaktır.
-Karakter alıp başını giderse onu özgür bırakır.
-Dönerse kitap biter… Aşk devam eder…
KAFE
-Peki, çocuk doğurmakla karşılaştırıldığında ruh eşini
aramak başkasının doğurduğu bir eseri sahiplenmek ve devam ettirmek olmuyor mu?
Evlat edinmek yani…
YAZI MASASI
-O zaman aşk ilişkisi için doğru örnek sanırım
yazarlık değil çevirmenlik… Kendi yarattığına değil de başka bir yaratıma saygı
duymak. Ortak bir dil yaratmak. Ne onun dilini ne kendi dilini rencide ederek.
Ve onu tüm hatlarıyla tanımak. Kendi yazmış, kendi doğurmuş gibi görmek… Evlat
edinmek dediğim bu.
-Aldatmak ise kitabı bencilce çevirmek; ya da yazarın
görüşlerine katılmadığınızı söyleyen bir çevirmen sözü eklemek…
KAFE
-Kendi
çocuğumuzla ilgili nerden çıktı bu çocuk böyle diyemezsek, eşimiz,
kocamız, çocuklarımızın babası, belki âşık olduğumuz adamla ilgili de nerden
çıktı bu adam dememek. Evlat
edindiğimiz bir çocuğu kendi çocuğumuzdan ayrı görmemek, çünkü o çocuğu biz
seçmişiz; esas evlatlığa duyulan aşk duygusu sanki.
YAZI MASASI
-Peki ama tanrının yaratıcılığının, yani insanın;
erkeğin yeni öğrendiğimiz yaratıcılığının, yani sanatının ya da şiddetinin;
kadının yaratıcılığının, yani doğurganlığının… Tüm bunların yanında bir kadının
doğurganlığından vazgeçip eşine yönelmesi onu eksik yapmıyor mu, kendi yaratımı
değil de başkasınınki… Çevirmen dedik, oyuncu da diyebiliriz; oyuncunun
yazarına göre daha az yaratıcı olması gibi…
-Oyun
yazarıysan, sen oynayamıyorsan, bir oyuncuya tanrıya ihtiyaç duyar gibi
duyarsın… Ve bir çevirmene duyduğun ihtiyacı da düşün…
-Daha kötüsü yayıncıya ve okuyucuya Tanrıya duyar gibi
ihtiyaç duyman…
-İyi eleştirmene?
-O Kerem…
-Bana cevap vermediniz…
KAFE
-Çekip
gidebilirsin istersen derken vicdanına oynadığımı düşünmüştüm. Aşkını itiraf
edip beni asla bırakmayacağını söylemesini beklemiştim. Aslında istediğim
cidden çekip gitmesiydi belki de.
YAZI MASASI
-Şu olabilir: Çevire çevire yazmasını öğrenmiş bir
yazar; evire çevire yazmasını öğrenmiş de olabilir; ve oynaya oynaya oyun
yazmasını öğrenmiş bir oyuncu… Tabii hayatta kimsenin yaratıcı olması
gerekmiyor.
KAFE
-Bulmayı
ve yürütmeyi nasıl başaracaksınız? Bir sabah uyanıp da yıllarınızı
verdiğiniz adam size bir yabancı gibi gelebiliyor.
-Yabancı adam… Neden yabancı kadın değil?
-Onu diyeceğim, o da beni öyle görüyordur.
-Seçmek seçmediğinden vazgeçmeyi
gerektirir demiştiniz ya, belki de adamın âşık, sadık ve baba kişiliklerinden
ikisini, belki tekini seçmemiz ve diğerlerinden vazgeçmemiz gerekiyordur. Ya da
şöyle demek daha doğru: Aşksız, kocasız ya da boynuzsuz yaşamaktan birini
seçmek zorundayız.
-Boynuzlu.
YAZI MASASI
Mesih’in körlerin gözünü açmak, sakatları iyileştirmek
gibi şeylerle uğraşmasına gerek yok, ondan bekleneni yapması yeter, dedirtir
kahramanına Saramago. Ondan beklenen nedir? Onu da kendi bulacaktır…
KAFE
-Bunların
hepsini aramak Beyaz Atlı Prensi aramak gibi hayalcilik.
-Fantezi.
-Ve
bunları bir bedende toplamadığı için Beyaz Atlı Prensimizi suçlamamalıyız.
Beyaz Atlı Prens ise nasıl suçlanabilir ki zaten?
-Ben
belki Beyaz Atlı Prensimi suçladım vaktinde.
-Belki suçlayacak kadar bile tanımadınız.
-Ak sakallı dedeyi bulmak lazım önce dedi Yusuf Bey.
-Ne
düşünüyorum biliyor musunuz: Beyaz Atlı Prens Ak Sakallı Dedenin oğluymuş.
YAZI MASASI
Ak
Sakallı Dedeyi görmeden paçaları sıvama.
KAFE
-Yusuf
Bey geçen gün sarımsağı ne kadar sevdiğini anlatıyordu, yemek yaparken
mutlaka katar, ellerimdeki sarımsak kokusunu çok severim, diyordu, ağzı da
kokuyor, o fark etmiyor. Anlattığı müşteri, eşiniz-sevgiliniz ne diyor bu işe
dedi, bir şey demiyor dedi, anlamadı Yusuf Bey, kadının asıldığını anlamadığı
gibi, ki anlasa da önemsemez, ağzı sarımsak kokan bir erkeğin eleştirilebilir
olduğunu da anlamıyor, demeyeyim, bilmiyor, hiç bilmemiş, anlasa, sevgilim de
seviyor derdi her halde, sevgilim beni sever...
-Sevgilim yok niye demedi?
-Konu bu değildi ki... Ağzı sarımsak kokuyor diye
doğru insanı eleyen biri oldunuz mu bilmem ama sanırım sarımsak kokusuna rağmen
doğru insanı seçebilecek birisiniz, ama sonra şikayet etmeye başlıyorsunuz.
Alışana kadar siz de bir sarımsak atabilirsiniz ağzınıza, katılabilirsiniz
sarımsağa, ve öpmek istediğiniz o ağza. Ama neye alışana kadar? Eşinizin
ağzındaki sarımsak kokusuna değil sarımsak kokusunun kendisine. Sarımsağın
gerçekten güzel bir kokusu olduğuna... İnsan sevmeye sarımsaktan başlamalı...
-Sizi
başta sevmemiştim.
YAZI MASASI
-Aşktan.
-Âşık olduğunu anladım da, peynirle şarabı yutarken
bunun aklına gelmiş olması hastalıklı bi durum tabii.
-Peynir ile şarap âşık kardeşim.
-Yeminle dumur durumundayım. Peynirle şarabın aşkı
sebebiyle, ağzından midene neden bu kadar iyi gittiklerini düşünürken, önce
bağlanıp sonra birbirlerinden nefret edenler gelmiş yani aklına. Çözene kadar
canım çıktı. Satışlar bu yüzden patlamıyor olabilir mi?
-O peynirle şarap sonra ne olacak bedende ona bak sen.
Buna rağmen hâlâ âşıklarsa, varsın satışlar patlamasın, yazdıklarım ve ben
birbirimize âşık olalım sonumuz ne olursa olsun.
-Güzel.
KAFE
-Ruh
eşiniz de sizi aldatabilir…
YAZI MASASI
O kadar dert etmem, demişti bir kadın.
Herkes aldatılır. Hatta ben aldatılmayı hazmedemeyenlere çok şaşırırım. Rita
Hayward gibi kadınlar bile aldatılmış. Niye siz bu kadar dert ediyorsunuz, niye
bu kadar kendinizi önemsiyorsunuz filan derim. Bazı şeyleri o derece makul
karşılarım ki, bana çok duygusuzsun derler.
KAFE
-Erkekler böyledir diyorsunuz.
-Kadın çocuğuna âşık, eşine arkasını dönmüş…
-Adam birisiyle sevişip sonra gelip evde sizinle mi
sevişecek?
-Aynı yatakta 2 adamla yatmadınız mı diyelim 2 ay
arayla.
-Atamadım ama içimden, ev değiştirdim.
-Deri değiştirdiniz mi…
-Biz niye aldatmıyoruz peki?
-Bu onun zaafıysa ben de kendi zaaflarıma bakarım.
Onun zaafını edinmem.
-Biz de doğal olarak çok eşliysek ya?
-Doğamızda olan her şey sosyalliğimizde olmak zorunda
değil…
YAZI MASASI
-Bunun örneğini veren bir kadınla konuştuk geçen gün.
Sevgilisi yurt dışında. Açık ilişki. Biliyorlar başkalarıyla olduklarını… Bu
bir eğitim ve kültür işi dedi. Kendisinin de başkalarıyla olduğunu söylemekte
çekinik davrandı ama, beni eğitimsiz ve kültürsüz sandı sanırım!
-Ne dediniz?
-Yerlinin karısını misafire armağan olarak sunması
örneğini verdim, “modern” misafir kabul etmezse, hakaret olarak alıyordu yerli.
Eğitim ve kültür meselesi dediğinde entelektüellik demek istiyordu tabii. Ama
yerli entelektüel değil? Tabii geleneğin eğitimi ve kendi kültürü var.
-Dostluk gösterisi anlamında 32 dişini göstererek
yerlilere yaklaşan modernlerin öldürülmesi örneği de var. Yerliler için diş
göstermek saldırganlık göstergesi.
-Kadınla erkek de böyle farklı mı birbirinden?
KAFE
-Aldatmasının
benle ilgisi yok. Erkek işte. Beni bulduğunu düşünüyor, bana da bunu yaşatıyor,
ama sonra hayatın da tadını çıkartmak istiyor, günümüz gençliği daha iyi bence,
seni aldatmayacağım demiyor; seni aldatmayacağım, başkalarıyla da
olabilirim diyor. Dürüstlük mü?
Sizin gibi hayatta bir şey bulmayı da amaçlamıyorlar, hayatın tadını çıkartmak
amaçları.
-Birçok insan
günümüzde mükemmel diye bir şeye inanmıyor.
-Ben de
inanmıyorum.
YAZI MASASI
-Ben de
inanmıyorum.
-Bulamadığınızdan
mı?
-Var mı?
-Tanrı var mı?
-Niçe’yi
kıskandıran laf: Tanrının tek kusuru var: Var olmamak.
-Onu bilemeyiz
ama insanların dünyasında bence mükemmel olma iddiası sevimsiz...
-Ukalalıktan bahsediyorsunuz, ben gerçek mükemmel var
mı diyorum.
-Yok.
-Siz mükemmel olmadığınızdan mı?
-Gençliğimden hatırlıyorum, kimse ona çıkma teklif etmediğinden flörte karşı bir kız vardı.
-Karşı
olduğundan mı teklif etmiyorlardı?
-Mükemmellik
dışlıyor, içine almıyor beni. Ona karışamıyorum.
-Karışmak
kelimesinin diğer anlamından ilerlersem; bir kusur, bir aksayan yön
aradığınızdan içine giremiyorsunuzdur belki. Kusur arayan bulur.
-Kendini
mi bulur?
-Mükemmellik
bizi yok etmekle tehdit ediyor, o yüzden bağlanmıyor muyuz eksikli kusurlu
birine. Thomas Bernard demiş…
-Mucize
için şöyle demiş biri: Eksik bırakan.
-Eksiklik
hissettiren.
-Tıpkı bir cinayetteki gibi, kendine özgü bir
sanatçıyı ötekilerden ayıran şey hatadır, demiş Orhan Pamuk, Dostoyevski için…
-Ötekinden, demeli; ötekilerin tümünden ayrılabilmek
için hata yapmamalı!
-Devam edelim; bir sanatçının kısıtlamalarına dikkat
çekmek, onun dehasını tanımlamaktır. Villa
Cather. Bu ad gerçek mi?
-Hesaplanmış
kusurdaki aklın izi kusursuzluktan daha derindir. Hasan Ali Toptaş.
-Hata
yapmak doğaldır, tutkudan yoksun olmak ise affedilemez. Bethoveen
-Sağırdı.
-Sende neyi kınıyorlarsa onu geliştir, o sensin.
Cocteau
-Kafka Cocteau’dan daha ileri gitmiş: Dünya ile
arandaki kavgada dünyaya yardım et. Kafka diyor bunu.
-Güzel laflar
ama şu bana daha doğru geliyor; Adam Philips’ten: “Ya mükemmel, işte bu
diyeceğimiz bir ilişki fikri olmasaydı ne yapardık? Her şeyi her şeyle karşılaştırmak
zorunda kalırdık o zaman. Tekeşlilik bizi karşılaştırma çılgınlığından kurtarır
(ve maalesef ona mahkum kılar.)”
-Tanrıyı da böyle düşünebiliriz. İdeal bir şeyin
zihnimizde olması lazım. Mutlaka gerçekte de olmasına gerek yok.
-Yani mükemmel diye bir şey yok demektense var demek
daha mantıklı.
-Kitap tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas
gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız. J. C. Carriere
-Tanrı da
böyle mi acaba…
-İnsan da
mı böyle…
-Tanrıyla
rekabet etmemek için, doğuda halıları kusurlu yaparlar ya.
-Kusursuz yapabilirim ama yapmıyorum diyor yani, bu
daha büyük ukalalık diye de düşünülebilir. Kusursuz yapsan da, zaten yeterince
kusursuz olmayacaktır, derdim ben tanrı olsam. Ben tanrı olsam demem de tanrıyı
kırmazdı. Kırmak kelimesi kusurlu oldu mesela…
-Resmen adlı öykümde bunu aşıyorum! Tanrının
kıskandığı bir ressam resmediyorum; tanrının yarattıklarını ondan daha canlı,
değil belki ama daha sanatsal çizdiği için…
-Özellikle
kusurlu yapılan halılardan hareket edersek: Tanrının da bir yaratıcısı
varsa, Tanrı onla boy ölçüşmemek için insanı kusurlu yaratmış olmasın.
-En
dâhi bilim insanının bile elmanın neden yukarıdan aşağıya düştüğüne dair bir
fikri yoktur ve bu fikirsizliğe yerçekimi der. Juli Zeh
-Bilim adamı
değil de bilim insanı demezseniz çok kızarlar; sanki ilerde bilim kadınları
artacak!
-Olacağı
bilirsen peygamber, olacağı olursan adam olursun.
-Oldun ama olduğun kalabilir misin?
-Her
varlık mükemmelliğe ulaştıktan sonra gerileme yaşarmış.
KAFE
-Yani
erkeğin aldatmaması fikri mükemmel. Ama aldatırsa bu mükemmel olmadığı ya da
ruh eşiniz olmadığı anlamına gelmeyebilir.
-Bir rüyasını anlatmıştı birinci adam bana.
YAZI MASASI
-Kadın şeffaf, sen göremiyorsun vücudunu. Benim kareli
gömleğim üzerinde, o yüzden fark edebiliyorsun. Gömleği sana veriyor, ya da sen
alıyorsun… Giyemiyorsun ama, çünkü üzerinde bir dolu başka gömlek var. Başına
sarmaya çalışıyorsun, o da yakışmıyor, öylece elinde tutuyorsun.
KAFE
-Siz ise
hiçbir gömlek giymemişsiniz. Safsınız belki ama yaşamışlığınızdan şüpheliyim.
-Olabilir mi böyle biri?
-Yusuf Bey.
-Ne travması var kim bilir?
YAZI MASASI
-Yusuf
Bey babasını yok saymış.
-Yoktu
zaten, hayatını hiç bilmedi. Ölmüş gibiydi.
-O
öldürdü.
-Öldüren
Niçe… Yusuf Bey yok saydı. Sıfır.
-Neyi
dışarıda bırakırsan gerçek merkez odur...
-Abartılı…
Gerçek travma zaten babanın ölmesi değil; seni gömmesi…
-İşte
Yusuf nasıl dayanabildi diyoruz.
-Bakalım kişisel edebiyat tarihimizden… Zaman Hırsızı
öyküm incelenmeli, arketiplerden tamamen bağımsız bir adamı anlatır… Bunu her
hangi bir şey olmak için de yapmaz… Kahin’deki kardeş bu dumura uymaz; abisine
sevgiyle bağlı, onun ölümü yaralayacaktır… Resmen’deki ressam da resim yapmaya
bağlı; çok doğal bir bağ, tam Aslı’nın seveceği türden, çocuğuna tamamen
tanrısal bir bağla bağlanan o anne gibi; ama yine de bağımlılık. Hoş Ayn Rand’daki karakter de böyle biri,
şimdi düşününce benzeşiyorlar; mükemmel mükemmellerden bahsediyorlar…
Etraf umurlarında değil… Ve tabii Şibumi…
-Şibumi’yi biliyorum…
-Yusuf o
kadar güçlü değil; o yüzden Yöntem’deki adama benziyor. Bir kral tacını
televizyonun üzerinde güzel durur diye isteyen biri.
-Mükemmele
inanmıyorsunuz o zaman…
-Mükemmel
değil ama kendi gibi, doğru kendi… Martin Buber miydi: Homo Humanis… İnsan
insan. Eksiksiz… Ama uçmuyor yani…
-Buna
kimse itiraz edemez, o yüzden de daha çok kişi itiraz edecektir; çünkü kaçacak
delik bırakmıyorsunuz…
KAFE
-Babası
sert bir insanmış…
YAZI MASASI
-Annesine
sığınsın.
-Annesi
ölmüştü.
-Daha
iyi, daha rahat sığınabilir.
-Annesi
yaşasaydı babasının tarafını tutabilirdi. Kerem, bunu sen demiş ol.
-İyi
haberi sağ kulağıma kötü haberi sol kulağıma söyle, ikisinin de acı çekmesine
gerek yok… Bir kulağa anne bir kulağa baba diyelim…
KAFE
-Kendi
kendini yaratmak, kendi kendinin ana-babası olmak.
-Belki de
bu yüzden çocuk yapmadınız… Ama örnek birisi olmadan çok zor.
-Kötü
örnek olmasın yeter. Aşk kötü bir şey diyen bir anneyi düşünsenize… Ya da âşık
bir kadına ilk aşkınla sakın evlenme denmesini… Ya son aşkıysa? Şöyle de
düşünebiliriz. Örneğin kendime babamı örnek alayım. Mutlu, neşeli
yaşamış, hemen her zaman doğru kararlar vermiş, başarıya kısa sürede ulaşmış ve
elde ettiklerini korumasını bilmiş, çevresindekilere yardım etmiş ve onların da
sevgisini, saygısını ve güvenini kazanmış olduğundan değil. Tam da bunların
hiçbirini yapmamış, yapamamış olduğundan. Kötü bir örnek olduğundan. Ama
düşünsenize, beceriksizliği bana ne güzel bir örnek olacak.
YAZI MASASI
-Babasını, bir an görünüp kaybolan annesi gibi yok
sayıyor, bir an görünüp kaybolan ruh eşini de yok sayabiliyor. İşte;
tanıştıklarında neden Yusuf’un Züleyha’yı yok saydığını konuşmamıştık.
-Oradan gittikleri yer, geliştirdiği felsefe farklı
tabii, bir felsefe olarak geliştirildiyse eğer, Yusuf’unki evini-ailesini
yangında kaybeden ve artık özgürüm diyen adamın tavrı…
-Uğurlu 13’deki adam gibi yaşamış olabilir.
İstediklerine kavuşmuş olarak sonlanıyor hayatı…
KAFE
-Her kavuşmanın başarı olduğunu kim söyledi… İkimiz de Yusuf Bey’e âşık olabiliriz,
ama hayatımızın aşkı olup olmadığına bakmalıyız.
-Nasıl
bakacağız?
-Zamanla…
Siz ilişkiye girebilirsiniz, ben uzaktan bakacağım. Biliyorum ama, değil.
-Sizin
eşinizse ve ben ilişkiye girersem?
-Kimsenin
eşini çalmadım diyen kadınları düşünsenize; kimsenin ruh eşini çalmamaktır
olay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder