1 Temmuz 2019 Pazartesi

1.5: BEYAZ ATLI PRENS (2)




2. BÖLÜM


-Hep uzaklara baktığın gibi bakmanı isterdim bana.
-Ben de hep uzaklarla arama girmeni.

KAFE
-Bu kadın kim?
-Yeni müdürümüz.
-İhtiyaç mı vardı?
-Varmış!
-Bilmiyor muydun?
-Onu görene kadar, hayır.
-Eski bir dost mu, eski bir sevgili?
-Geçen hafta tanıştık, burada.
-Yeni bir sevgili o zaman.
-Şart mı bu?
-Bana böyle baktığını hatırlamıyorum. Biz dostsak, o olmamalı.
-Sana baktığımı hiç görmedin ki. Sen bakmazken.
-Nasıl bakıyorsun?
-Ona baktığım gibi…
-Sadece bakıyorsun…

-Bakarak anlar mısın? Biz aylardır konuşuyoruz, öyle anladık birbirimizi.
-Sende başka bir şey var… Kendin dışında bir şey. Odak sapıyor.
-Aslı hanımda yok mu?
-Adını nerden biliyorsun?
-Gömleğinden…

YAZI MASASI
Sadece Aslı’nın gerçek olduğunu anlatan harika bir buluş. Aslında en az gerçek o olduğu halde…
Adlarını sonda değil başta açıklamaya sonradan karar verdiğimizden burası şimdi anlamsız oldu ama kalsın, metnin ilk halini hatırlatıyor.

KAFE
-Tanışmış oldunuz böylece… O da seni biliyor.
-Nerden!
-Benden! Geçen geldiğinde konuşurken görmüş bizi.
-Ne dedi?
-Konuşurken gördüm, dedi.
-Onu demiyorum, ne düşünmüş?
-Senin müdavim olduğunu düşünmüştür.
-Bizimle ilgili ne dedi?
-Bir şey demedi. Adını söyledim sadece.
-Öfff…
-Öyle biri değil.
-Nasıl?
-Öyle bakmayan biri.
-Ondan mı konuşacağız hep?
-Ondan mı konuşuyoruz…

YAZI MASASI
Aslı ve Züleyha tanışırlar.
10 numaralı tanışma sahnesi onların olsun.

KAFE
-Aslı hanımla dost oldun.
-Dost olabileceğim birisi değil.
-Epey konuştunuz.
-Genelde o konuştu.
-Pek konuşkan değildir.
-İçki mi içiyor?
-Nasıl?
-Barın arkasında, gündüz. Ya da uyuşturucu falan almış.
-Nasıl?
-Uyuşturucu almış gibi.
-Sakinliğini diyorsun.
-Nasıl sakinlik, onu diyorum?
-Bilmem. Sanmam.
-Öyle bir şey yapsa ne yaparsın?
-Üzülürüm.
-Kovmaz mısın?
-Sanmam.
-Ya zarar verse müşterilere?
-Çalışanlara da müşteriler kadar değer verirsek müşterilere daha fazla değer vermiş oluruz. Zaten Aslı hanım çalışan sayılmaz.
-Evet, çalışıyor gibi değil.
-Her şey kontrolünde. Bunun için çabalamıyor. Uyumsuz garsonlar hemen çıktı ortaya.
-Onla çalışmak istemiyorlardır.
-Zaten çalışmak istemiyorlardı. Uyumsuz müşterilerin de ayağı kesildi… Kırolar daha çok gelmeye başladı, sonra hiç.

-Eski garsonlardan bile daha uyumlu buraya; benden bile.
-Hadi canım!
-Bir eksiğim vardı bu kafede, tamamlandı.
-Bu kadar sakinken mi?
-Ruh hali böyle.
-İyi oynuyordur. Sevgilisi? Eşi?
-Biriyle olduğunu sanmıyorum.
-Sanki hiç olmamıştır gibi söyledin.
-Öyle söyledim.
-Öyle olmasını istiyorsun.
-İsteklerini karşıdakine yamamak senin özelliğin canım.
-O zaman bunu neden düşündün?
-Birkaç şeyi doğru sezince her şeyi sezebileceğimizi sanıyoruz. Ben neleri sezebildiğimi biliyorum.
-Neler?
-Bilmem.
-Biliyorum dedin.
-Seziyorum demeliydim, sezdiğimi seziyorum.
-Neler?
-Hayatında kimse olmadığını tahmin ettim. Kusursuz duruyor.
-Bakire olan kusursuz mu yani?
-İncinmemiş duruyor.
-Yaşamamış çünkü… Yaşanmamış.
-Belki de benzerimizi sezebiliyoruzdur.
-Benzemeyenleri de benzetmeye çalışıyoruz.

YAZI MASASI
-Kaldı mı böyle kadın?
-Bana sık rastlar…

KAFE
-Birbirinize uygun değilsiniz. Anlarım bazı şeyleri.
-Birbirimize göreyiz.
-Farkı ne?
-Hayatındaki adamların ortak yönü neydi?
-Düşününce hiçbir şey.
-Sendin.
-Aptallığım olabilir. Kafa karışıklığım diyelim. Çok kararlı göründüğüm halde.

YAZI MASASI
“Büyük adamların heykelleri, hayattayken üzerlerine atılan taşlardan yapılır.” Jean Cocteau

KAFE
-Ortak noktaları sana bakışlarıydı. Farklı taraflardan sana baktılar. Aslı hanımla ortak noktamız da aynı yere bakıyor olmamızdır…

YAZI MASASI
“Stendhal’de hiçbir cümle bir sonrakini çağrıştırmaz ve hiçbir cümle bir öncekinden doğmaz. Her cümle olaya ve düşünceye dikine tutunur.” Andre Gide
İnsan ruhu da böyle olabilir; yapıp etmelerimizle karakterimiz gelişmiyor, yaptıklarımız karakterimize dikine tutunuyor, her seferinde farklı yüzleriyle aynı şeyi yaşıyor, ya tek bir başarıyı kazanıyor, ya da aynı hatayı işliyoruz…

-Cocteau alıntısını anlayamamıştım, onu da böyle mi düşünmek lazım?
-Bilmem, düşünmedim…
-Kafede duvar yazıları olsun, bunlar da orda yazıyor gibi dursun.
-Şunu da asalım: “Tüm erkekler çakaldır, ama bu çakallardan birine diğerlerinden sizi korusun diye ihtiyaç duyarsınız.” M. Dietrich

KAFE
-Sevdim bunu. Katılır mısınız?
-Hayır.
-Neden astınız?
-Sevmediğimiz kahveleri de sattığımız gibi.

YAZI MASASI
Yaşamadığımız hayatları da yazdığımız gibi.

KAFE
-Aslı hanım birinci ya da ikinci adama uygun olur muydu sence?
-Onlara da uzak. Tabi ikisi de Aslı hanımla olurlardı. Sen olmazsın. Olacak mısın?
-Dediğim o değil. Aslı hanım kimle birlikte olabilir sence?
-Bilmem.
-Senle olmuş ya da olabilecek biriyle­?
-Sanırım hayır. Farklı kadınlarız.
-Farkınızdan değil, senle olan bir erkekle olmasını istememenden.
-Aldatılmayı istemiyor oluşumdan yani.
-Evet o yüzden farklı kadınlarız diyorsun. Ve bunun başka bir sakıncası daha var.
-Nedir?
-Yani vardı…
-Nedir?
-Aslı hanımı tanımaya yanaşmayacaktın.
-Yanaşmayacaktım?

-Platonik misiniz? Uzaktan tutulmuşsunuzdur.
-İki ilişkim oldu. Hatta üçümüz de gezdik, tatillere gittik.
-Cinsellik olmayınca daha kolay oluyordur.
-Cinselliğin bunu bozduğunu bile söyleyebiliriz. Sizi elde edemediklerinde değişimi içine girmeden de görebiliyorsunuz.
-İçinize… Neyse… Elde ettikten sonra değişmiyorlar mı zaten… Peki içinizden onlarla olmak gelmedi mi hiç? Eksiklik hissetmediniz mi?
-Şunu hatırladım: Birlikte gittiğimiz konserde “One more night”ı söylerken şöyle demişti Phil Collins: “Sanırım bu şarkıyla herkes en az bir kez sevişmiştir.”

-Onlar size âşıktılar.
-Daha tutkuluydular.
-Birlikte olmadığınızdan.
-Aşk olduğuna emin olamazlardı.
-Grup seks yapmayı hayal etmişsinizdir.
-Grup seks yapma fantezim olabilir… Hayallerimi gerçekleştirmek isterim, fantezilerim gerçekleştiremeyeceğim şeylerdir.
-Yakıştıramıyorsunuz. Ben de.
-Bu yüzden fantezi diyorum.
-Cinsellik de fantezi o zaman.
-O hayal.
-Ruh eşinizi bulmak da hayal. Benim için fantezi olmuş durumda artık. Peki ruh eşiniz de mi kimseyle olmamış olacak?
-Bu işte fantezim.
-Erkeğin tecrübeli olması istenir ya.
-Bedenin tecrübe edinmediğini ruh tecrübe edebilir sanıyorum. Ruhaniliği abartmıyorum tabii. Olabilir diye düşünüyorum.
-Hayal ediyorsunuz.
-Beni anlıyorsunuz.
-Hayal ediyorum… Ama tuhaf buldum. Sizi anlıyor olmamı. Yusuf bey ve siz, bu kadar tuhaf olmanıza rağmen sizi anlıyorum… Peki bu iki ilişkiniz nasıl bitti?
-Biri evli, diğeri bir arkadaşıma âşık, ilişkimiz de aynen devam ediyor.

YAZI MASASI
Diğer kadınlar rahatsız olmuyor mu?

KAFE
-Ne garip evli deyince âşık olup olmadığını sormuyoruz bile… Peki ya çocuk?
-Yapabiliyor olduğum için yapmayı düşünmedim.
-Çocuk sevmiyorsunuz.
-Çocukları severim.
-Kendi çocuğunuz?

-Bedenimden bir parça değil mi? Daha çok ruhumdan bir parça geliyor aklıma.
-Çocuk da ruhunuzdan…

YAZI MASASI
-Kadının üremek için hazza ihtiyacı yokmuş; ama erkeğin varmış... Özür dilerim, çocuğunuz için sevişirken zevk aldınız mı?
-Hayır, dilemeyin.

KAFE
-Sanırım ben geçmişe bağlıyım, koparıldığım parçamı arıyorum.
-Ruhunuzun diğer yarısı…
-Adem babamızı…
-Farkı ne?
-Ruhunuz baskıcı bir ruhsa, diğer yarınızın bir köle de olabilir… Koparıldığımızda her bir parça idealdi; belki koparıldığından bozulmaya başladı ve bozula bozula bu günlere geldi… O yüzden Adem diyorum… Bozulmamış o ilk halimize dönmek… Yoldan sapmamış, çığırından çıkmamış... O yüzden anne babaya da bağlı hissetmiyorum kendimi…
-Anne babaya da mı?!
-Bir tünel kazıp o günlere dönebilsek…
-Kalıtımı sevmiyorsunuz…
-Ya da orijinal halimizi bu günlere getirebilsek… 14 bin yıl yaşayan Neandertal adamı anlatan bir film vardı…

YAZI MASASI
O filmden bir şey çıkmıyordu.
Ruh göçü yok, adam ölmeden, devamlı yaşıyor, her şeyi deneyimliyor, ama çok da özel bir insan değil:
-Bir insan ne kadar uzun zaman yaşarsa yaşasın kendi zamanının ötesine geçemez, kendi ırkının en iyilerinin bildiğinden fazlasını bilemez. 14.000 yıl yaşamak beni dâhi yapmadı sadece bolca zamanım oldu.

KAFE
-Ya en başı? Tanrı?
-Yaratıcı yönetmez derler.
-O yaratıcı Batılıymış.
-Dediğim gibi, yönetse köle olmamız gerekirdi; benimkiler bana pek karışmadılar.
-Bir bağınız yokmuş belki de.
-Arkamda oldular.
-İşiniz kolaymış.
-Varmak istediğiniz yer neresi…
-Bir yere varmak istemedim kusura bakmayın…
-Hayır, demek istediğim, varmak istediğiniz yer neresi, ona bakmak lazım.

YAZI MASASI
Gençken edebiyat hocasının sende yazar kumaşı var dediği adam kumaş tüccarı olur.

KAFE
-Sizin dağılmamış harika bir aileniz var. Dağılmamış bir kafanız… Harika bir şey düşünebiliyorsunuz.
-İyi davrandıkları için onlara bağımlı da olabilirdim. Her erkekte babamı arardım.
-Annenize kızarken tıpatıp aynısı olurdunuz.
-İyi bir anneydi ama ona benzemem. Açmak, ama hep aynı çiçeği açmamak; içindeki tohumu açmak…
-Tohumlar aynı değil mi?
-Parmak izlerimiz neden farklı…

YAZI MASASI
-Bunlar senin gibi konuşuyor Yazarım.
-Neyse o.
-O zaman Buzatti’nin lafı size de uyabilir: “Tanrı bazı şeylerin olmamasını ister ama engel olamaz. Çünkü kendisi öyle karar vermiştir.”

KAFE
-Çocuk, aşkımı bulamazsam yapacağım olacak.
-Aşkı bulduktan sonra yapılır genelde.
-İlişkiye çocuğum gibi bakacağım.
-Sizin B planınız çocuk.
-Çocuk Ç… A, B, C dolu.
-Belki de aşk benim B planımdı. Gerçek aşkı bulsaydım da tanımayacaktım. Ya da buldum ve kısır. 
-Evlat edinirsiniz.
-Beni hiç terk etmeyecek biri…
-Sizin önce terk edeceğiniz. 
-Nasıl?
-Ölümle demek istiyorum. Neyse… Bu konuları sizi kırmadan konuşamayız. Benden bahsedelim derim.
-Benden bahsedelim demenin bu kadar bencilleşmeden yapılanını görmemiştim… Ama kırılmam artık merak etmeyin. Sadece anlamaya çalışıyorum, çıktığım filmi… Çocuk isteyişimin bencilce olduğunu düşünüyorsunuz…
-Evrim de bencilcedir derler.

YAZI MASASI
-Siz de çocuğunuzu kendi bencil isteğinizle yapmış olabilirsiniz Mecnun… Narkisos hikayesini devam ettirirsek... Narkisos göle hayranlıkla bakarmış, ama onda kendi yansımasını gördüğünden. Göle bunu fısıldadıklarında umursamamış, o da Narkisos’un göz bebeklerinde kendini hayranlıkla seyredermiş çünkü… Narsistlerin düellosunda kaybeden olmaz.
-Narsist ve Nasrettin ne kadar da benzer adlarmış…

KAFE
-Bencilliğimi haklı mı buluyorsunuz, anlamadım…
-Ailemizin ve çocuğumuzun kim olacağına karar veremediğimiz halde aşkımızın kim olacağına karar verebiliyoruz, buna rağmen en az bağlı olduğumuz kişi aşkımız. Seçtiğimize bağlılığımız en az. Kendimize bağlı değiliz.
-Bizi var edenlere, bizim var ettiğimize bağlılığımız kendimize bağlılık değil mi?
-Ailemize ve çocuğumuza bağlılık bizi bir hiçe dönüştürmez mi? Bir aracı sadece, geni aktarmaya çalışan bir hayvan. Özgür irade değil. Özgül iade…

YAZI MASASI
-Kelimelerle fazla oynuyor, bu onu tarzı mı?
-Biz oynayalım mı baylar? Özgül iade deyişini sevdim. İleriye iade. Gen aktarımını bu şekilde tanımlasak saçma mı?
-Böyle sorunca insan yumuşuyor.
-Adı önemli değil; aldığını aynen geçiriyor bir sonrakine. Bir şey katmadan, postacı gibi…
-Bayrak yarışı gibi, oraya kadar taşımış oluyor.
-Zincirin bir halkası.
-Duvardaki bir tuğla.
-Ben postacıda kaldım… Bir posta geliyor evine; sana uygun değil, sen ona uyup değişiyorsun… Bir penceresin ama üzerine reklam almışsın. Altın bir halkasın demir zincir yığınında…
-Altın çöpe düşse…
-Değerini kaybeder; çünkü yerine değersizini atarlar…
-Duvarda bir tuğla olmak isteyenlerin harcı mı çocuk… Zincire değil kendine bağlı olanların harcı mı aşk…
-Soru işaretleri var mı bunlarda?
-Hem zincire hem kendine bağlı olunabilir mi?
-Bencil olmadan ne kadar kendine bağlı olunabilir? Ben dediğimiz şeyin eksik diğer yarısını arıyorsa insan…                           
-Düşürdüğü yerde araması lazım.
-Tam da düşürdüğü yerde arıyor aslında, cennette. Hata bu…
-İki kişilik bir bencillik, bencillik midir?
-Yani aslında kendimizi kaybetmiyoruz da diğer yarımızı mı kaybediyoruz…
-Bir insan bizim diğer yarımızsa özgür oluyor muyuz ki zaten?

KAFE
-Saf ve her şeyden bağımsız bir çocuk var etme isteği olduğunu düşünün, evrimsel, hatta evrensel gibi gözükse de, içinde kişisel, ve hatta dişisel, esas bu dişisel. Anaç. Çünkü hayat vermek…

YAZI MASASI
-Bitkinin hayatta kalabilmesini büyük ölçüde köklerine değil yapraklarına borçlu olduğu çok yeni anlaşılmış…

KAFE
-Nereye bağlayabiliriz…

YAZI MASASI
-Ünlü bir müzik eğitmenine sormuşlar: Bir çocuğun müzik eğitimi ne zaman başlamalı? Doğduğunda, diye yanıtlayacakmış vazgeçmiş, annesi doğduğunda demiş.

KAFE
-Vereceği eğitime çok güveniyor ve karşısında sağlam bir gen istiyor.

YAZI MASASI
-Havva Adem’i sekse kandırdığı için değil hamile kaldığı için cennetten kovulmuşlardır. Ölümsüzlüğü keşfetmiş oluyorlar artık.
-Türün ölümsüzlüğünü keşfetmiş oluyorlar ve kişisel ölümlerini. Çünkü doğum varsa ölüm de olmak zorunda. Ve buna kadın neden oluyor. Çocuk yapma isteği yüzünden.

KAFE
-Çocuk yapma yeteneği…
-Belki Tanrı bu yüzden cinselliği keşfetmemizi istemedi. Yoksa ölümsüz olmamızdan korktuğundan değil. Çocuk olmasın da birbirimizi sevelim diye. Belki de Adem ile Havva sevişiyorlardı ama hamilelik yoktu, birbirlerini zevkle tamamlıyorlardı zaten, neden bir çocuk doğsun, zaten ölümsüzler.

YAZI MASASI
-Bu Aslı’ya uygun. Cennette hurilerden bahsedildiğini duydum da hamileliği duymadım… Ama belki de birbirimizi sevmemizi kıskanıp, cinselliğimizi kıskanıp kadına hamilelik yükleyerek ceza vermeye çalışmıştır; hem de dikkatimizi bir yumurcak ile dağıtmış oluyor… Aramızı bozmaya çalışırken ölümsüzlüğü verdiğini anlayamamıştır…
-Ve Tanrı Adem sıkılıyor diye Havva’yı yaratarak hata etti, aşklarına üçüncü kişiyi aldı; kadına doğurganlığı vererek daha da çoğalmalarını bu yüzden sağladı. Ya benimsin ya herkesin! Komiklik yapıyorum…
-Dillerimizi karıştırdı diye düşünürdük ya; aslında olay yine bel altıymış…
-Ölümsüzlüğü vermek zorunda kalmıştır der buna Aslı; aşktan daha uzun vadeli ama daha yüzeysel bir şey…
-Ölümsüzlük mü yüzeysel?
-Ölümsüzlük sonuçta soyuna duyulan aşk demek… Ama gerçek aşk, karşı tarafa duyulan… Yani ölümsüzlük bencilliği barındırır, aşksa, aşk ise barındırmaz… O günden sonra da ölümsüzlük hep aşkın içindeki fedakarlığı bozmuştur: Çocuk yapmak için âşık olanın bencilliği; Züleyhanınki; yine Aslı’yı tuttum, farkındayım…
-Ölümsüzlük de aşka engel o zaman!
-Evet, alternatifler çoğalıyor, ruh eşin yerine dikkatini çekecek, kafanı dağıtacak başka birileri geziyor alemde… Yani ölümsüzlük ölümü getirmiyor sadece; aşksızlığı getiriyor… Bu yüzden kötü…
-Tanrı neden Havva’ya da âşık değil?
-Adem âşık Havva’ya. Bu kadına yetmeli, ki bu yetinmek değil artık. Erkek değil kadın başka kadınları unutmalı; Adem Havvalığa âşık.
-Kadın o yüzden doğuruyor, Tanrıyı kendine âşık etmek için, onla aşık atarak…

KAFE
-Çocuk yapma yeteneği…
-Tanrı vergisi bir yetenek varken neden erkeğin yaptığı gibi kendi yaratıcılığını bulmaya çalışsın ki kadın…
-Aynen.
-Demek istediğim düşündüğünüzün tam tersi. Belki de kendi doğurganlığını kendi yarattığı, kendini doğurduğu için erkek daha doğurgan. Bu yüzden daha fazla dâhi ya da büyük adam çıkartıyorlar. Ya da bu yolda katil oluyorlar.

YAZI MASASI
-Bunu özellikle bir kadına söyletmek istemiştim hep…
-Sanat da ölümsüzlüğün sırlarından biri değil mi?
-Biyolojik olarak ölümsüz değiller ama sanatçılar.
-Tanrı da öyle.
-Eh…

KAFE
-Yazarlıkla kıyaslıyorum ben anneliği… İkisi de doğuruyorlar sonuçta; ama kitap çıkaran her kişiye yazar denmez, yani denmemeli diyelim, ama çocuk doğuran her kadına anne denir… Yazarlığın kıstası var; annelikten üstün yönü bu.

YAZI MASASI
-Edebiyat büyük bir yalan olabilir.
-Nasıl?
-Yazara soruyorlar: Edebiyat aşkın esas doğasını mı bozuyor?
Şöyle cevaplıyor: Bu mümkün değil! Neden biliyor musun? Çünkü bunu insanlara anlatıyorsun. Ortak duygulardan söz ediyorsun. Ne anlattığını biliyor okuyan. Ona bilmediği bir şeyi anlatmıyorsun; ona anlatamadığı bir şeyi anlatıyorsun. Eğer doğruyu söylemiyorsan, o da seni okumaz.
-Güzel.
-Güzel gözüküyor! O da seni okumaz! Okur bu kadar bilinçli mi? Onu o kadar güzel aldatabilir, kandırabilir, yönlendirebilirsin ki. Ve güzel yazmana da gerek yok; okur kadın gibidir, tavlanmayı sevdiği için; yoksa kadın okur daha fazla olduğundan değil… Bana kadın düşmanı denmesini düşünsenize. Neden? Tavlayıcı yazmadığımdan… Tüm edebiyat bir yalan olabilir. Olabilir diyorum…

Bilinen edebiyatın tamamı ortak aklın diliyle yazılmıştır diyor Paul Vallery. Bilinen edebiyat diyor…

-Aslı’ya dönelim… Nasıl bir eserini tekrar tekrar yazar, iyileştirmeye, hatalarından arındırmaya çalışır ya yazar, anne olmadan önce biriyle ilişkiye girmeye de böyle bakıyor Aslı. Okuyucuyu düşünerek yazmıyor; çocuğu düşünerek girmiyor ilişkiye.
-Âşık olduğu adamdan çocuk isteyecektir ama. Yazıp bitirdikten sonra okunmasını isteyecektir kitabının; hatta çok okunmasını isteyecektir…
-Olabilir… Güzel… Ben lafımı bitireyim: Konusuna, sorunsalına da karar vermiş, varoluşsal derdine, ve her yazar aslında tek bir kitabı yazar ya, tek bir konuyu işler temelde… O konuyu aldatmaz. Başkalarının o konuyu yazmasına da aldırmaz. Aldatılmaya yani. Kendisi kendi tarzında yazacaktır.
-Karakter alıp başını giderse onu özgür bırakır.
-Dönerse kitap biter… Aşk devam eder…

KAFE
-Peki, çocuk doğurmakla karşılaştırıldığında ruh eşini aramak başkasının doğurduğu bir eseri sahiplenmek ve devam ettirmek olmuyor mu? Evlat edinmek yani…

YAZI MASASI
-O zaman aşk ilişkisi için doğru örnek sanırım yazarlık değil çevirmenlik… Kendi yarattığına değil de başka bir yaratıma saygı duymak. Ortak bir dil yaratmak. Ne onun dilini ne kendi dilini rencide ederek. Ve onu tüm hatlarıyla tanımak. Kendi yazmış, kendi doğurmuş gibi görmek… Evlat edinmek dediğim bu.
-Aldatmak ise kitabı bencilce çevirmek; ya da yazarın görüşlerine katılmadığınızı söyleyen bir çevirmen sözü eklemek…

KAFE
-Kendi çocuğumuzla ilgili nerden çıktı bu çocuk böyle diyemezsek, eşimiz, kocamız, çocuklarımızın babası, belki âşık olduğumuz adamla ilgili de nerden çıktı bu adam dememek. Evlat edindiğimiz bir çocuğu kendi çocuğumuzdan ayrı görmemek, çünkü o çocuğu biz seçmişiz; esas evlatlığa duyulan aşk duygusu sanki.

YAZI MASASI
-Peki ama tanrının yaratıcılığının, yani insanın; erkeğin yeni öğrendiğimiz yaratıcılığının, yani sanatının ya da şiddetinin; kadının yaratıcılığının, yani doğurganlığının… Tüm bunların yanında bir kadının doğurganlığından vazgeçip eşine yönelmesi onu eksik yapmıyor mu, kendi yaratımı değil de başkasınınki… Çevirmen dedik, oyuncu da diyebiliriz; oyuncunun yazarına göre daha az yaratıcı olması gibi…
-Oyun yazarıysan, sen oynayamıyorsan, bir oyuncuya tanrıya ihtiyaç duyar gibi duyarsın… Ve bir çevirmene duyduğun ihtiyacı da düşün…
-Daha kötüsü yayıncıya ve okuyucuya Tanrıya duyar gibi ihtiyaç duyman…
-İyi eleştirmene?
-O Kerem…
-Bana cevap vermediniz…

KAFE
-Çekip gidebilirsin istersen derken vicdanına oynadığımı düşünmüştüm. Aşkını itiraf edip beni asla bırakmayacağını söylemesini beklemiştim. Aslında istediğim cidden çekip gitmesiydi belki de.

YAZI MASASI
-Şu olabilir: Çevire çevire yazmasını öğrenmiş bir yazar; evire çevire yazmasını öğrenmiş de olabilir; ve oynaya oynaya oyun yazmasını öğrenmiş bir oyuncu… Tabii hayatta kimsenin yaratıcı olması gerekmiyor.

KAFE
-Bulmayı ve yürütmeyi nasıl başaracaksınız? Bir sabah uyanıp da yıllarınızı verdiğiniz adam size bir yabancı gibi gelebiliyor.
-Yabancı adam… Neden yabancı kadın değil?
-Onu diyeceğim, o da beni öyle görüyordur.
-Seçmek seçmediğinden vazgeçmeyi gerektirir demiştiniz ya, belki de adamın âşık, sadık ve baba kişiliklerinden ikisini, belki tekini seçmemiz ve diğerlerinden vazgeçmemiz gerekiyordur. Ya da şöyle demek daha doğru: Aşksız, kocasız ya da boynuzsuz yaşamaktan birini seçmek zorundayız.
-Boynuzlu.

YAZI MASASI
Mesih’in körlerin gözünü açmak, sakatları iyileştirmek gibi şeylerle uğraşmasına gerek yok, ondan bekleneni yapması yeter, dedirtir kahramanına Saramago. Ondan beklenen nedir? Onu da kendi bulacaktır…

KAFE
-Bunların hepsini aramak Beyaz Atlı Prensi aramak gibi hayalcilik.
-Fantezi.
-Ve bunları bir bedende toplamadığı için Beyaz Atlı Prensimizi suçlamamalıyız. Beyaz Atlı Prens ise nasıl suçlanabilir ki zaten?
-Ben belki Beyaz Atlı Prensimi suçladım vaktinde.
-Belki suçlayacak kadar bile tanımadınız.
-Ak sakallı dedeyi bulmak lazım önce dedi Yusuf Bey.
-Ne düşünüyorum biliyor musunuz: Beyaz Atlı Prens Ak Sakallı Dedenin oğluymuş.

YAZI MASASI
Ak Sakallı Dedeyi görmeden paçaları sıvama.

KAFE
-Yusuf Bey geçen gün sarımsağı ne kadar sevdiğini anlatıyordu, yemek yaparken mutlaka katar, ellerimdeki sarımsak kokusunu çok severim, diyordu, ağzı da kokuyor, o fark etmiyor. Anlattığı müşteri, eşiniz-sevgiliniz ne diyor bu işe dedi, bir şey demiyor dedi, anlamadı Yusuf Bey, kadının asıldığını anlamadığı gibi, ki anlasa da önemsemez, ağzı sarımsak kokan bir erkeğin eleştirilebilir olduğunu da anlamıyor, demeyeyim, bilmiyor, hiç bilmemiş, anlasa, sevgilim de seviyor derdi her halde, sevgilim beni sever...
-Sevgilim yok niye demedi?
-Konu bu değildi ki... Ağzı sarımsak kokuyor diye doğru insanı eleyen biri oldunuz mu bilmem ama sanırım sarımsak kokusuna rağmen doğru insanı seçebilecek birisiniz, ama sonra şikayet etmeye başlıyorsunuz. Alışana kadar siz de bir sarımsak atabilirsiniz ağzınıza, katılabilirsiniz sarımsağa, ve öpmek istediğiniz o ağza. Ama neye alışana kadar? Eşinizin ağzındaki sarımsak kokusuna değil sarımsak kokusunun kendisine. Sarımsağın gerçekten güzel bir kokusu olduğuna... İnsan sevmeye sarımsaktan başlamalı...
-Sizi başta sevmemiştim.

YAZI MASASI
-Sevgililer birbirlerine bağlanmışlar günler içinde terlemişler kirlenmişler uyuyamamışlar salyaları akmış tuvaletlerini yapmışlar ve sonra salındıklarında birbirlerinden uzaklara salınmışlar, hatta nefret etmişler, peynirle şarabın ağzımdan mideme neden bu kadar iyi gittiğini düşünürken neden bu aklıma geldi inanın biliyorum.
-Nedenmiş peki?
-Aşktan.
-Âşık olduğunu anladım da, peynirle şarabı yutarken bunun aklına gelmiş olması hastalıklı bi durum tabii.
-Peynir ile şarap âşık kardeşim.
-Yeminle dumur durumundayım. Peynirle şarabın aşkı sebebiyle, ağzından midene neden bu kadar iyi gittiklerini düşünürken, önce bağlanıp sonra birbirlerinden nefret edenler gelmiş yani aklına. Çözene kadar canım çıktı. Satışlar bu yüzden patlamıyor olabilir mi?
-O peynirle şarap sonra ne olacak bedende ona bak sen. Buna rağmen hâlâ âşıklarsa, varsın satışlar patlamasın, yazdıklarım ve ben birbirimize âşık olalım sonumuz ne olursa olsun.
-Güzel.

KAFE
-Ruh eşiniz de sizi aldatabilir…

YAZI MASASI
 O kadar dert etmem, demişti bir kadın. Herkes aldatılır. Hatta ben aldatılmayı hazmedemeyenlere çok şaşırırım. Rita Hayward gibi kadınlar bile aldatılmış. Niye siz bu kadar dert ediyorsunuz, niye bu kadar kendinizi önemsiyorsunuz filan derim. Bazı şeyleri o derece makul karşılarım ki, bana çok duygusuzsun derler.

KAFE
-Erkekler böyledir diyorsunuz.
-Kadın çocuğuna âşık, eşine arkasını dönmüş…
-Adam birisiyle sevişip sonra gelip evde sizinle mi sevişecek?
-Aynı yatakta 2 adamla yatmadınız mı diyelim 2 ay arayla.
-Atamadım ama içimden, ev değiştirdim.
-Deri değiştirdiniz mi…

-Biz niye aldatmıyoruz peki?
-Bu onun zaafıysa ben de kendi zaaflarıma bakarım. Onun zaafını edinmem.
-Biz de doğal olarak çok eşliysek ya?
-Doğamızda olan her şey sosyalliğimizde olmak zorunda değil…

YAZI MASASI
-Bunun örneğini veren bir kadınla konuştuk geçen gün. Sevgilisi yurt dışında. Açık ilişki. Biliyorlar başkalarıyla olduklarını… Bu bir eğitim ve kültür işi dedi. Kendisinin de başkalarıyla olduğunu söylemekte çekinik davrandı ama, beni eğitimsiz ve kültürsüz sandı sanırım!
-Ne dediniz?
-Yerlinin karısını misafire armağan olarak sunması örneğini verdim, “modern” misafir kabul etmezse, hakaret olarak alıyordu yerli. Eğitim ve kültür meselesi dediğinde entelektüellik demek istiyordu tabii. Ama yerli entelektüel değil? Tabii geleneğin eğitimi ve kendi kültürü var.
-Dostluk gösterisi anlamında 32 dişini göstererek yerlilere yaklaşan modernlerin öldürülmesi örneği de var. Yerliler için diş göstermek saldırganlık göstergesi.
-Kadınla erkek de böyle farklı mı birbirinden?

KAFE
-Aldatmasının benle ilgisi yok. Erkek işte. Beni bulduğunu düşünüyor, bana da bunu yaşatıyor, ama sonra hayatın da tadını çıkartmak istiyor, günümüz gençliği daha iyi bence, seni aldatmayacağım demiyor; seni aldatmayacağım, başkalarıyla da olabilirim diyor. Dürüstlük mü? Sizin gibi hayatta bir şey bulmayı da amaçlamıyorlar, hayatın tadını çıkartmak amaçları.
-Birçok insan günümüzde mükemmel diye bir şeye inanmıyor.
-Ben de inanmıyorum.

YAZI MASASI
-Ben de inanmıyorum.
-Bulamadığınızdan mı?
-Var mı?
-Tanrı var mı?
-Niçe’yi kıskandıran laf: Tanrının tek kusuru var: Var olmamak.
-Onu bilemeyiz ama insanların dünyasında bence mükemmel olma iddiası sevimsiz...
-Ukalalıktan bahsediyorsunuz, ben gerçek mükemmel var mı diyorum.
-Yok.
-Siz mükemmel olmadığınızdan mı?
-Gençliğimden hatırlıyorum, kimse ona çıkma teklif etmediğinden flörte karşı bir kız vardı.
-Karşı olduğundan mı teklif etmiyorlardı?
-Mükemmellik dışlıyor, içine almıyor beni. Ona karışamıyorum.
-Karışmak kelimesinin diğer anlamından ilerlersem; bir kusur, bir aksayan yön aradığınızdan içine giremiyorsunuzdur belki. Kusur arayan bulur.
-Kendini mi bulur?
-Mükemmellik bizi yok etmekle tehdit ediyor, o yüzden bağlanmıyor muyuz eksikli kusurlu birine. Thomas Bernard demiş…
-Mucize için şöyle demiş biri: Eksik bırakan.
-Eksiklik hissettiren.
-Tıpkı bir cinayetteki gibi, kendine özgü bir sanatçıyı ötekilerden ayıran şey hatadır, demiş Orhan Pamuk, Dostoyevski için…
-Ötekinden, demeli; ötekilerin tümünden ayrılabilmek için hata yapmamalı!
-Devam edelim; bir sanatçının kısıtlamalarına dikkat çekmek, onun dehasını tanımlamaktır. Villa Cather. Bu ad gerçek mi?
-Hesaplanmış kusurdaki aklın izi kusursuzluktan daha derindir. Hasan Ali Toptaş.
-Hata yapmak doğaldır, tutkudan yoksun olmak ise affedilemez. Bethoveen
-Sağırdı.
-Sende neyi kınıyorlarsa onu geliştir, o sensin. Cocteau
-Kafka Cocteau’dan daha ileri gitmiş: Dünya ile arandaki kavgada dünyaya yardım et. Kafka diyor bunu.
-Güzel laflar ama şu bana daha doğru geliyor; Adam Philips’ten: “Ya mükemmel, işte bu diyeceğimiz bir ilişki fikri olmasaydı ne yapardık? Her şeyi her şeyle karşılaştırmak zorunda kalırdık o zaman. Tekeşlilik bizi karşılaştırma çılgınlığından kurtarır (ve maalesef ona mahkum kılar.)”
-Tanrıyı da böyle düşünebiliriz. İdeal bir şeyin zihnimizde olması lazım. Mutlaka gerçekte de olmasına gerek yok.
-Yani mükemmel diye bir şey yok demektense var demek daha mantıklı.
-Kitap tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız. J. C. Carriere
-Tanrı da böyle mi acaba…
-İnsan da mı böyle…
-Tanrıyla rekabet etmemek için, doğuda halıları kusurlu yaparlar ya.
-Kusursuz yapabilirim ama yapmıyorum diyor yani, bu daha büyük ukalalık diye de düşünülebilir. Kusursuz yapsan da, zaten yeterince kusursuz olmayacaktır, derdim ben tanrı olsam. Ben tanrı olsam demem de tanrıyı kırmazdı. Kırmak kelimesi kusurlu oldu mesela…
-Resmen adlı öykümde bunu aşıyorum! Tanrının kıskandığı bir ressam resmediyorum; tanrının yarattıklarını ondan daha canlı, değil belki ama daha sanatsal çizdiği için…
-Özellikle kusurlu yapılan halılardan hareket edersek: Tanrının da bir yaratıcısı varsa, Tanrı onla boy ölçüşmemek için insanı kusurlu yaratmış olmasın.
-En dâhi bilim insanının bile elmanın neden yukarıdan aşağıya düştüğüne dair bir fikri yoktur ve bu fikirsizliğe yerçekimi der. Juli Zeh
-Bilim adamı değil de bilim insanı demezseniz çok kızarlar; sanki ilerde bilim kadınları artacak!
-Olacağı bilirsen peygamber, olacağı olursan adam olursun.
-Oldun ama olduğun kalabilir misin?
-Her varlık mükemmelliğe ulaştıktan sonra gerileme yaşarmış.

KAFE
-Yani erkeğin aldatmaması fikri mükemmel. Ama aldatırsa bu mükemmel olmadığı ya da ruh eşiniz olmadığı anlamına gelmeyebilir.
-Bir rüyasını anlatmıştı birinci adam bana.

YAZI MASASI
-Kadın şeffaf, sen göremiyorsun vücudunu. Benim kareli gömleğim üzerinde, o yüzden fark edebiliyorsun. Gömleği sana veriyor, ya da sen alıyorsun… Giyemiyorsun ama, çünkü üzerinde bir dolu başka gömlek var. Başına sarmaya çalışıyorsun, o da yakışmıyor, öylece elinde tutuyorsun.

KAFE
-Siz ise hiçbir gömlek giymemişsiniz. Safsınız belki ama yaşamışlığınızdan şüpheliyim.
-Olabilir mi böyle biri?
-Yusuf Bey.
-Ne travması var kim bilir?

YAZI MASASI
-Yusuf Bey babasını yok saymış.
-Yoktu zaten, hayatını hiç bilmedi. Ölmüş gibiydi.
-O öldürdü.
-Öldüren Niçe… Yusuf Bey yok saydı. Sıfır.
-Neyi dışarıda bırakırsan gerçek merkez odur...
-Abartılı… Gerçek travma zaten babanın ölmesi değil; seni gömmesi… Sizin hiç babanız öldü mü demiş şair, benim öldü kör oldum diye de devam etmiş. Bence vasat bir duygusallık şunun yanında: 'Babam üvey değildi." Bu bir romanın başlangıç cümlesi, şairinkini bitiriş cümlesi… Şunu diyorum: Boyumuzu geçti vasat edebiyat, ölmesin ama üveyimdir.
-İşte Yusuf nasıl dayanabildi diyoruz.
-Bakalım kişisel edebiyat tarihimizden… Zaman Hırsızı öyküm incelenmeli, arketiplerden tamamen bağımsız bir adamı anlatır… Bunu her hangi bir şey olmak için de yapmaz… Kahin’deki kardeş bu dumura uymaz; abisine sevgiyle bağlı, onun ölümü yaralayacaktır… Resmen’deki ressam da resim yapmaya bağlı; çok doğal bir bağ, tam Aslı’nın seveceği türden, çocuğuna tamamen tanrısal bir bağla bağlanan o anne gibi; ama yine de bağımlılık. Hoş Ayn Rand’daki karakter de böyle biri, şimdi düşününce benzeşiyorlar; mükemmel mükemmellerden bahsediyorlar… Etraf umurlarında değil… Ve tabii Şibumi…
-Şibumi’yi biliyorum…
-Yusuf o kadar güçlü değil; o yüzden Yöntem’deki adama benziyor. Bir kral tacını televizyonun üzerinde güzel durur diye isteyen biri.
-Mükemmele inanmıyorsunuz o zaman…
-Mükemmel değil ama kendi gibi, doğru kendi… Martin Buber miydi: Homo Humanis… İnsan insan. Eksiksiz… Ama uçmuyor yani…
-Buna kimse itiraz edemez, o yüzden de daha çok kişi itiraz edecektir; çünkü kaçacak delik bırakmıyorsunuz…

KAFE
-Babası sert bir insanmış…

YAZI MASASI
-Annesine sığınsın.
-Annesi ölmüştü.
-Daha iyi, daha rahat sığınabilir.
-Annesi yaşasaydı babasının tarafını tutabilirdi. Kerem, bunu sen demiş ol.
-İyi haberi sağ kulağıma kötü haberi sol kulağıma söyle, ikisinin de acı çekmesine gerek yok… Bir kulağa anne bir kulağa baba diyelim…

KAFE
-Kendi kendini yaratmak, kendi kendinin ana-babası olmak.
-Belki de bu yüzden çocuk yapmadınız… Ama örnek birisi olmadan çok zor.
-Kötü örnek olmasın yeter. Aşk kötü bir şey diyen bir anneyi düşünsenize… Ya da âşık bir kadına ilk aşkınla sakın evlenme denmesini… Ya son aşkıysa? Şöyle de düşünebiliriz. Örneğin kendime babamı örnek alayım. Mutlu, neşeli yaşamış, hemen her zaman doğru kararlar vermiş, başarıya kısa sürede ulaşmış ve elde ettiklerini korumasını bilmiş, çevresindekilere yardım etmiş ve onların da sevgisini, saygısını ve güvenini kazanmış olduğundan değil. Tam da bunların hiçbirini yapmamış, yapamamış olduğundan. Kötü bir örnek olduğundan. Ama düşünsenize, beceriksizliği bana ne güzel bir örnek olacak.

YAZI MASASI
-Babasını, bir an görünüp kaybolan annesi gibi yok sayıyor, bir an görünüp kaybolan ruh eşini de yok sayabiliyor. İşte; tanıştıklarında neden Yusuf’un Züleyha’yı yok saydığını konuşmamıştık. 
-Oradan gittikleri yer, geliştirdiği felsefe farklı tabii, bir felsefe olarak geliştirildiyse eğer, Yusuf’unki evini-ailesini yangında kaybeden ve artık özgürüm diyen adamın tavrı…
-Uğurlu 13’deki adam gibi yaşamış olabilir. İstediklerine kavuşmuş olarak sonlanıyor hayatı…

KAFE
-Her kavuşmanın başarı olduğunu kim söyledi… İkimiz de Yusuf Bey’e âşık olabiliriz, ama hayatımızın aşkı olup olmadığına bakmalıyız.
-Nasıl bakacağız?
-Zamanla… Siz ilişkiye girebilirsiniz, ben uzaktan bakacağım. Biliyorum ama, değil.
-Sizin eşinizse ve ben ilişkiye girersem?
-Kimsenin eşini çalmadım diyen kadınları düşünsenize; kimsenin ruh eşini çalmamaktır olay.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder