ÖLÜM KİTABI
(200. BASIM İÇİN SON SÖZ)
“Öbür tarafta da ölüm
olsun allahım. Korkmasın bu kadar. Taraftar…”
Plaj-barda yalnız
içkimi içerken yandaki konuşmalara şahit oluyorum, tatlı tatlı kızlara puan
veriyor erkekler. Bakışıyoruz, gülüşüyoruz ve yakınlaşıyoruz, etrafıma
toplanıyorlar.
1 ve 2 numarayı
açıklıyorlar, yalnız gelmiş iki kadın, biri olgun, diğeri genç.
Genç olan da güzel ama
olgun olan taş gibi, 1 numara o.
Hadi iddiaya girelim
diyor biri, kim onlarla gidip tanışırsa dördümüzden birer şişe bira.
Bunda pek iddialık bir
şey yok aslında, hem bende o yetenek de olmadığından korkarım kaybederim.
Tanışmayı ben
ayarlarım, sokaklarda büyüdük nasılsa…
Sıkı bir yalancı
olmalısın o zaman; ben konakta büyüdüm hiç ihtiyacım olmadı.
O zaman birisiyle bu
gece ilişkiye gireceksin. Dördümüzden birer tek viski.
Duble olsa, diyorum.
İkisiyle de giriyorum.
Oooo bu tam iddialık
oldu diyorlar hep bir ağızdan.
Tam o sırada 2 numara
elini bize doğru kaldırıyor, bir bira söylesene bana.
Çocuklardan teki,
şaşkın, ama atılıyor, hemen hanımefendi, barmen bir bira…
Kız suratını
buruşturup kalkıyor, kırıtarak yanımıza geliyor belime sarılıyor. Bir bira
söylesene bana…
Ben de omzuna elimi
atıyorum. Gelmiş birası, bir yudum alırken memelerini seyrediyor erkekler, bana
gülümseyerek gidiyor (uzaktan öpücük verebilir).
Seni gidi seni diyor
çocuklar. Kapacaktın tekleri.
Bana da bir bira
söylesene diye sesleniyor 1 numara…
Herkes dönüyor. 1
numara 2 numarayı taklit ediyor, bikinisini düzelterek, (altına pareo
giyecekken bilerek beceremeyip boş vererek) kumlarda ayakları yanmış gibi
yaparak, yaklaşırken uzun saçlarını savurarak, geliyor belime doluyor kolunu
aynen.
Beni arkasına alıyor
sonra, kalçalarını önüme yaslıyor, yaylanıyor, demin istemedim ama sonra canım
çekti.
Bira bu sefer biraz
gecikiyor, (ilk kadın onun yerine sarhoş etmiş,) memelerle birlikte tüm vücut
kesilmektedir şimdi.
Barmen ayıltıyor, içkiyle, buyurun
hanımefendi.
Bir yudum alıyo, tıpkı
2 numaranın yaptığı gibi ama bir farkla, bu sefer memelerini dayıyor bana ve
dudaklarını konduruyor dudaklarıma, uzun uzun.
Sonra da yine taklit
hareketlerle yerine gidiyor.
Hepsi bir durmuş,
heyyy, kapacağın dublelermiş… Olanları tartmaktalar kafalarında…
Onlar da bizi
puanlamışlar mıdır diye düşünmüştüm.
Ne sonuca vardın?
Puanlamamışlar.
Çocuklardan biri gidip
kategoriye bile girmemiş bir kızı kumların üzerinde öpüp dönüyor. Kız
arkasından bara bize bakıyor… En azından benim, diyo çocuk. Tatlı geliyor bu
açıklama bana, ama devam ediyor suratı tatsızlaşarak: Sen ise onlarınsın…
Tebrik ederim. Seda iyi
kızdır.
Şaşkınlık maşkınlık,
yoksa taşkınlık. Dubleden tripıla yolculuk.
Demek o adam sensin.
O adam hep benim,
benden almak zordur kızı.
Bırakmasaydın.
Planlarım her ne
oluyorsa odur, diyor John Fowles.
Seda kalkıp yanımıza
geliyor, önümde duruyor:
Naber? Murat’dı di mi?
Beni ağlatan adam!
Neden beni hedef
gösteriyorsun, sadece kendi hedefin olarak saklayabilecekken.
Sevgilim, diyor çocuk
uzaktan, kıskanç biri olduğumu biliyorsun.
Kıskançlık demişken,
diyorum birincilere bakarak, şezlonglarında dikilmişler, şuradan üzerimize
gelen şeyler, sert bakışlar mı...
Arkadaşların mı, diyor
kız, tatlı ablalar…
Teki senden küçük, git
tanış, gelirim birazdan…
Gidiyor, tanışıyor.
Cicim ayları...
Gidelim mi yanlarına
sevgilisi? Bir kuşla iki taş.
Ben de geliyorum diyor
1.5... İkisiyle de birlikte olduğunu sandık bir an, 2 numara önce gelip
sarılınca, 1 numara da aslında o benle demek için öptü çünkü seni, aralarında
bir rekabet olduğu açık tabii… Bizim aramızda olmayacak ama. 2 numarayı sana
bağışlayacağım, belki eski sevgili.
Bir kolik her zaman
koliktir, diyorum. İçimden de, bir Sotori her zaman Sotori.
Gidiliyor. 1.5, 1’e
asılıyor, kulağına; kuşun sevgilisi 2’ye asılıyor, kulağına, kıskandırma
oyununa devam. 1 ve 2’nin gözleri üzerimizde, kuş da bana…
Diğer iki erkek 3 ve
4’ün yanına gitmiş getiriyorlar. Bir sıralama yapmıştık diyor fırlama kız, 3,
bardaki erkekler sıralaması.
Sondan başlayın reca
ederim.
Siz değilsiniz…
Yanımıza gelen bu
beylerdi. 4 ve 3…
Demek ki iyi
anlaşırız.
1’i istiyorum ama ben,
olmazsa 2…
Ben de 1’i istiyorum,
olmazsa olmaz…
Olayın merkezinde
olmak çok güzel diyor kuş. Seni bu yüzden severim…
1 ile 1 birlikte
zaten, daha ne, desin olmazsa 2.
Onu seçtiğimize neden
bu kadar eminsin diyor 4… Göz var nizam var diyeceksin, haklısın…
Dünya bile dönüyor diyor
1.5…
Merkez dönmez, o
yüzden severim, olmayı…
Zaten olduğundan diyor
kuş.
O gizli merkez diyor
2.
Dünya bile dönüyor
diye sayıklıyor 1.5…
Çocukken mavi’ye vavi
dermişim.
Sen yeşile vavi
derdin, ordan anladık yaratıcılığını.
İkinizle de birlikte
olduğunu düşündük bir an, bir yanılsamayla tabii…
Yanılsama değil diyor
1.
Gözler birbirine
dönüyor, sonra dünyaya.
Bir 1 olarak neden
2’yi aldınız ki aranıza?
Anladım, siz sonradan
girdiniz, 2’ye de izin vermek düştü.
Kızım o… Büyüdü artık;
onla birlikte ben de.
Ondan uzak dur
dediniz, ama aynı zamanda karakterli de olduğundan, paylaştınız.
Babası mısın yoksa?
Hah diyorum, evrensel
baba…
Beni de evlat edinir
misiniz diyor fırlama 3. 4’ü de ikna ederim. Biz ayrılmayız.
Beni devlet
edinirseniz.
İstediğin hep buydu
değil mi diyor 5. Artık kimsenin kadını değil.
Evimize gidelim
sevgilim.
Neden katılmıyorsun,
diyor 2, kıza.
Olmaz diyorum, benden
sonra başka erkekle olanlar yasaklı.
Gurur duydum diyor eve
bağıran. Onu senden almamış olsam da sana vermeyecekmişim.
Olmadık daha diyor 5…
Bir hareketlenme
oluyor…
Erkekler de mi yasaklı
diyor 4.
Erkekler yasaklı mı ki
diyor 5.
Erkek var zaten diyor
1, 2, 3 ve 4, 5 bana bakar…
Bu kadarı fazla.
Bundan fazlası bile
az.
Sizi tanımak isterim
diyor 5.
Sevişecek misiniz de
diyor 3.
4 kalkıyor. Keşke
peşimden gelsen, kusura bakma.
Önce sen gel, sonra da
alışırsın.
Duruyor. Deniz çok
sığ… Sıralamada aşağı yukarı oynanabiliyor mu?
Üstünde 3 kişi
olduğunu bilen bir 4 numara olmaktan vazgeçip 6’nda kaç kişi olduğunu bilmeyen
bir 1 numara olmayı mı zorlayacaksın…
Sevgilin nereye gitti
diyorum kuşa.
Bu bir zaman sorunu
aslında diyor kuş.
Yatakta çıplağız
kızların üçüyle ve 1 ile 2 numara, yani Nü(khet) ve Dev(rim) sadece
külotlarıyla, hizmet edip çekiliyorlar. Hep bir ağızdan konuşmayın, diyor Dev
uzaktan, teker teker tanıtın kendinizi, soyunarak. Şimdi biriniz gidin yanına
diyor, kimse istemiyor; ilk hangimizle sevişirsen onu aldatmış olacaksın diyor
teki. Bunları geçin artık, belki hepsinde o ilkini hayal ederim. Son olmak için
bekleyeceğim diyor diğer teki. Seyretmek, cehennemde yanmayı beklemekten kötü,
seni kötücülleştirebilir, diyor Nü, seyrede seyrede geçecek yanıkların… Üçünü
de hangi pozisyonda boşalıyorlarsa başka bir pozisyonda boşaltıyorum, ilkmiş
gibi. Aynı anda boşalmanın, karşıdakine nasıl zevk verdiğini yeterince
görememenin, onu düşünmemek, yani bencillik olduğunu söylüyorum… Üçü de
atıldığı anda üzerime beni boşaltmak için, kilitli kapıdan birisi giriyor. Jane
bu, çırılçıplak olmasından anlıyorum. Şöyle bir dolanıyor; herkes giyinik gibi.
Gülümsememe bakıyor.
-Ölüyordum uğradım,
diyor kıkırdayarak. Bundan sonra hep kıkırıdayacak.
Üstüme gelirken çıplak
üçlüler, geri çekilip yol veriyorlar, Nü ile Dev ise yaklaşıyor, beni korumaya
hazır dobermanlar gibi birleşip tek vücut olmuş halde geliyorlar üzerimize;
sonra neredeyse koklaşarak anlaşıyorlar, memeler ve kalçalar tanışıyor,
hiyerarşi belirleniyor. Yol veriyorlar Jane’e, tez ve antitezin sentezi buyur
etmesi. Üçlüler de çevremizde pozisyonları en iyi açıdan kaydetmeye çalışan
kameramanlar…
Şiir gibi sevişiyorduk,
aforizma gibi sevişiyorduk, bir Sotori metni gibi sevişiyorduk, Jane ile
cümlelerin bölemediği bir metin gibi sevişiyoruz.
Yine de aklıma
geliyor, seks biçiminde bir cümle; üzerimdeki ağırlıklara rağmen yatağın baş
ucunda doğrulmaya çalışıp elime geçirdiğim bir rujla çıplak bir şeyler
yazıyorum duvara. Ben kelimelerle oynarken tüm kadınlar kendileriyle
oynuyorlar; Jane hariç; gelip duvarla arama giriyor, öpüyor beni, ben yazmaya
devam edince, duvara dayalı diğer elimi alıp memelerine, arkasından kalçalarına
götürüyor, cümlenin sonu gelirken arkasını dönüyor, kalçalarını önüme vururken
bitirip boşalıyorum…
Uyanınca yatağın
ortasında dikiliyorum, ayak uçlarımda Nü ile Dev, baş ucumda Jane; hepsi cenin
pozisyonunda, bir üçgenin köşelerini oluşturmuşlar. Diğer üç kız da daha geniş
bir ters üçgen oluşturmuşlar etrafımızda. Teki elini bana doğru uzatmış, Nü’nün
bacağı elinin üzerinde, bana ulaşmasını engeller ya da görüntüyü güzelleştirir
gibi...
Hepsinin gözleri açık.
-Düş mü gördük demin?
-Hepimiz aynı düşü?
-Uykumu bölemeyen bir
düş.
Jane başucumdaki
duvara dönüyor; güzeldi, diyor.
-Okunmuyor sanki,
diyorum.
-Hissederim; çünkü
ruhu vardır. Yazdığım ruju alıp yatağın üzerinde ayağa kalkıp okuyor: Kadını
melek yapar, (yapar kelimesini paranteze alıyor). Erkeği şeytan. Sonra erkek
şeytanı yapmaya kalkar, (yapmaya kalkar’ı paranteze alıyor). Kadın meleği, diye
bitiriyor…
-Tez-antitez-parantez,
diyorum...
Sonra ayakta bize
dönüyor ve tepeden oluşturduğumuz grubu inceliyor.
-4 köşeli üçgen olur
mu…
-4 köşeli üçgen, diyor
Nü: Piramit…
-Hadi aşağı inelim, şu
alt kenarları görelim.
-Bana uyar, diyorum.
-Ne kadar otoritersin.
Gülüyor.
-Sen daha iyi
bilirsin...
-Beni tehdit etme
diyor yine gülerek. Kırıtarak yataktan iniyor, odayı turluyor, vücudunu
seyrettiriyor plajdaki gibi, otomobillerin arasında slalom yapan bir
yelkenli... Yerlerdeki kadın çamaşırlarını ayak parmaklarıyla alıp bırakıyor,
yatağın üzerindeki bir kilodu yere savuruyor…
-Bana kıyafet verin…
Aşağıda adamlar üçgen
şeklindeki bar-masanın kenarlarına oturmuşlar. İçki sofrası kurulmuş. Kızlar
gidiyor ve köşelere oturtuluyorlar. Nü ve Dev barın içine. Botlarımın üstünde
şortum ve gömleğimle Jane gelirken erkekler ayağa kalkar gibi oluyor, atağa
kalkar gibi oluyorlar arkasından ben gelince. Geri sayıyorum:
-Triple duble tek.
Nü dolu birer shot
bardağı koyuyor önlerine, hadi için de anlatın bakalım.
-İçin de dinleyin
diyor Dev.
-Baroluşçuluk sorgusu
başladı diyor Jane, kafanla iç,
midenle felsefe yap...
-Hep böyle ayılsam iyi
biri olur muyum diye düşündüm, diyor teki.
-Öldüm sandım, diyor
diğeri… Bir melek gördüm sanki.
-Jane’i gördünüz, dur
biraz çok güzelsin dediniz ve Jane’e dönüştünüz.
-Bu içeriye öyle
girişimi açıklıyor sanırım diyor Jane kıkırdayarak.
-İlk sevişmemizi
hatırlıyorum diyor kızlardan biri bana, ama orda Jane’i görmemiştim.
-Ben de görmemiştim
daha diyorum… Henüz M. S. 2000’di…
-Göreceğim gelmiş
diyerek bir kadın geliyor müşterilerden yanımıza… Köpeği var, kedi gibi
olanlardan. Hatırlıyorum, bunu söylediği için kızmıştı bana. Sarılıyor.
Ayrılıyor. Bak bu Sarp, diye minik oğlanı gösteriyor.
-Salt mı, diyor Jane,
güzel fikir.
Sarp’ın yanaklarını
okşarken annesi ekliyor:
-Gözleri sana
benziyor…
Herkes bir duruyor…
Yok diyor kadın, senden değil…
-Babasını merak ettim,
diyor Dev…
-Boşandık, diyor.
Yazar o da, belki tanrısın…
-Popüler değilse
tanırım diyorum…
-Seni özellikle
okumadığını söylemişti…
-O zaman onu okumama
gerek yok…
-Ölüyorum diye
aramıştım, ne dediğini hatırlıyor musun?
-Ne demişim?
-Yazmadın mı bunu;
yıllardır aramıyordun demiştin, düşündüğümden uzun yaşamışsın.
-Aynen böyle mi?
-Aynen böyle… Neyse ben kaçayım, konuşacak bir dolu şeyiniz var gibi
duruyorsunuz…
-Haber alırsın diyor
Nü, yeni baskılarda…
Herkes kadının
peşinden sürüklenirken bize bakan Sarp’a bakarken Dev atılıyor:
-O tecavüz teşebbüsü ne oldu?
Dikkati çekti.
-Polise gidersen bir
daha benle sevişemezsin dedim…
Hâlâ bir açıklama
beklermiş gibi baktıklarından devam ediyorum:
-Ona tecavüz etmemi
istedi, sonra da beceremedim diye polise gideceğini söyledi.
-Hayatınızda duyarlı
insanlar yok çünkü onları kırmaktan korkuyorsunuz diyor Jane, ikinci dubleler
dağıtılırken.
-Ben iki erkeğin
arasına oturamıyorum dedi geçenlerde bir kadın; kalkıp yer verene minnetle
baktı; istifini bozmayanın yanına oturdu.
-Suratına tükürsen sanatına gelir, diyor Jane.
-Çirkin, kötünün
yanında güzel durur, diyor Dev.
-Benim kimseye
kötülüğüm dokumadı.
-Şanslıymışsın.
-Taklit, anti-taklit,
sentez: Güyalektik, diyor Jane.
-Şu Jane olayı nedir
diyor adamlardan biri. Yeni baskılarda mı okuyacağız illa.
-Ey Jane, geldiysen
iki kere vur diyor Dev, ve Nü anlatmaya başlıyor:
-İlk sevişme nasıl bir
şeydi biliyor musunuz… Ekstasi alındı. Yükselindi. İlk defa alıyordu Sotori,
daha genciz. Seks istemiyorsun onu alınca; ihtiyacın olmuyor; ama dokunmayı her
şeyden çok istiyorsun. Çırılçıplak dokunuyoruz birbirimize sabaha kadar.
İkincisinden sonra daha düşmeye başlamamışken sevişmek istedim, orgazm istedim, sade, doğal, gerçek. O yukarlardaki
kafanın bitmesinden korkarken, bu kez bitsin de sevişebilelim istedim. Gerçek
bir orgazm için alçaldım yavaş yavaş, dokuna dokuna ve sevişmeye başladık...
-Sikişmeye diyor Jane,
düzüşmeye…
-Olduğumda, uçmaktan
sonra yere değil de uçak gemisine inmiş
gibiydim…
-Yıllar önce Jane’i
ilk gördüğün gece, değil mi Nü, diyorum.
-Ekstetizm, diye fısıldamış Jane, ben
hatırlamıyorum… Dev’in olduğu gece.
-O gece ben gördüm
Jane’i diyor Dev.
-Daha tohum bile
değilken mi yani, diyor kızlardan biri.
-Soysana Nü, diyor
Dev.
DERİN
ETİK: GENETİK
-Tek bir insan soyu
var; çünkü tek bir tohum var, gen mi dersiniz, mem mi; Tanrı geni. Tanrı
parçacığı diye araştırıyorlar ya, yaşamın temel kaynağı.
Derin iyilik dediğimiz
işte o gen, ya da Doğruluk… Nuh’un Gemisi… Görünmez Adam… Beyaz Atlı Prens…
Şeytan Tüyü… İlk Aşk…
-Bir öncekinden
doğmayan ve bir sonrakini çağrıştırmayan cümleler, diyorum, olaya ve düşünceye
dikine tutunanlar…
-Tüm savaşlara son
veren savaş, diyor Jane, bak bu Nütopya’da yok…
-İşte o genin aramızdaki adı
Jane; Dev’in çocukluk arkadaşı. Anne demedi ilk konuştuğunda, Jane dedi. Onla
konuşuyordu hep bebekken, ama hayalet değil anne, diye beni uyarıyordu, daha
hayalet nedir bilemeyeceği yaşta. Dev, Sotori’nin kızı. Jane’in ilk
taşıyıcısının soyu. Adem’in yani. Onla en az bir kez seviştiysen, içine
boşalmasına da gerek yok, Jane uyanıyor ve sonra kimden çocuğun olursa olsun
Tanrı Geni devam ediyor, Adem’den beri olduğu gibi. Adem’in geri çağrılışı…
-Kullanışlı diktatör, diyor Jane, bu da yok…
-Sotori’yi bu yüzden
çekici buluyorsunuz, etkileyici olmadığında bile çekici; gerektiğinde çekilip yol veriyorsunuz,
onda Jane gördüğünüzden, kendi harika
kadınınızı. Tabii, midenizi de bulandırabiliyor, ondan hamile olduğunuzu
anlayamayacak kadar aklınızı kaçırmışsanız.
-İkiyüzlülük kötülüğün
erdeme saygısıdır, olmamalı o laf diyor Jane; ne o öyle günah çıkarır gibi; ikiyüzlülük
köleliğin efendiliğe saygısıdır. Bir firezof daha avladık bak; burnuna parmağımla
dokunmayı çok seviyorum.
-Ortama en uyumlu gen
sürdürüyormuş; evet; ama ortam hangisidir, uyum nedir, nasıl sürdürülür; niye
yüzyıllardır yüzü kızarır insanın… Sadece etik olan gen, genetiktir. Etik
olmayabilene mem denir… Aşıyı aldınız,
artık insan soylusunuz. Başka adamlardan çocuğunuz olacak, geni
çeşitleyeceksiniz… Ve kötü olsanız da, aslında, yani bunu söylemeyecektim ama,
çok fark etmez artık. Sotori de bir kötüden doğdu dedik ya. Ama Adem
ve Havva geninin sizden aktarılacağını düşününce...
-Nütopya'yı
bitirdiğimde hissettiğim gibi.
-Öyle bir geni
taşıdığına emin olduğunda… Memetik dediğimiz de bundan sonrası, yani
kültürel ve sosyal aktarım; yani aslında duygusal; genin
yorumlanması, düşlerin yorumu gibi. Donanımın yazılımı; orkestranın şefi. Doğru
yorumlanmalı, geni taşıyanın, genetiğin korunması için. Çünkü yanlış
yorumlarsın ki unutasın.
-Edebiyat yapasın diyor Jane kıkırdayarak.
-Jane’i buldunuz, ilk aşkınızı; çoğalabilirsiniz, geni çoğaltırsınız,
artık hiçbir şey yapmasanız da… Ama hayata borcunuzu da öderseniz daha fazla 23
nisan yaşayacak gen, çocuğunuzda. Bir ruh da aktarmış olacaksınız, bir kültür;
böylece Sotori’deki baskın geni çevresindeki ruhsuzluğun engellemesi gibi bir
engelleme olmayacak.
-Ya yapamazsak?
-Uçurumdan aşağı
trafik olmaz diyor Jane.
-Ne yapacağınızı
söyleyeceğiz, çocuk değilsiniz. Kendi yazdığınız oyunun acemi oyuncusu
olacaksınız, sahneleri tekrarlaya tekrarlaya oyununuzun geliştiğini
sanacaksınız, aslında oyun gelişecek, doğru metin çıkacak ortaya... Sizin
metniniz hayatınkiyle çakışacak… Ruhunuz tanrı geni ile. Ne demişti Sotori: Kitap bir pastır artık benim için… Gollük
pas olacaksınız ya da paslanmış…
-Yaparsınız yaparsınız, tabutta rövaşata yaparsınız diyor Jane.
-Çakışmazsa da hayatı
kaçırmayayım derken ölümü kaçıracaksınız.
-Kısırlık genetikmiş
dedik güldüler, diyor Dev; sokma gen iki adım gider.
-Hayatta her şey
ikincil, onların ikincil olması birincil, diyor Jane bu kez ciddi; ne
yaparlarsa yapsınlar tohum yolunu bulur; Ekstetizm yaşanır ve gider. Nihilizmin karşıtını bulmamız
gerekmiyor, ya da karşıtı da zaten ve yine nihilizm... Genetik çeşitlilik ya da
çöplük, benim için fark etmez yani; bencileyn, bencilceyn…
-Altının çöpe düşmesi
engellenenebilir… Yanlış kişilerle
yanlışlıkla ya da özellikle birleşmemelisiniz, sonra olan: hastalıkta ve
sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, iyilikte ve kötülükte birlikte! Gen
aktarılsa bile ortaya çıkması zaman alıyor. Sotori’nin Jane’i görmesi Nütopya
ile 50 yıl sürdü. Nütopya memin önemini gösteriyor.
-Attan inip eşeğe
binmemek için, diyor Dev.
-Ve Dev’in eşeğe hiç
binmemesi için, diyor Nü… Genin bugüne kadar olduğu gibi korunacağından emin
olamayız; bir virüs yayılabilir, çok büyük bir değişiklik olabilir, uzaylılar
gerçekten gelebilir…
-Fareler krallara
takabilir, diyorsunuz yani diyor Jane, dalga geçerek.
-Allah geninden versin diyorum Jane’e…
-Peki, diyor Jane, siz
bilirsiniz.
-Ne kadar otoritersin
diyorum gülerek.
-Aynı yöne bakıyoruz,
diyor Nü, ama mesela kuzey ne kadar aynıysa.
-Nütopya’dan bir
başlık okuyor Jane aklından; gen mi, mem mi, yoksa ben mi...
İkisine şöyle bir
bakıyorum:
-Yapmaya kalkıp.
Döndüğümden beri. Sanki. Yapmışsınız gibi.
-Biz de genetik
çeşitlilik mi oluyoruz diyor artık, hiç konuşmayan adamlardan biri.
-Ve kadınların
gerisinde diyor ikincisi. Sotori hariç.
-Önce erkek dinozorlar
yok oldu diyor Jane, saygılı bir şekilde sırıtarak…
-Tanrı zamansa diyor Dev, sizin zamanınız Sotori.
-Bu sakalı değirmende
ağartmadı, diye yumuşatıyor Nü, bu kez o da gülerek.
-Değirmendeydi
aslında; yan tarafı korsan kasetçi, arkası bardı diyor Dev.
-Ya da genelev, diyor adamlardan biri; Sotori de genelev patronu gibi!
-Kötü kitaplar
mermiler gibi. Ölü bedenlerdeki. İyi kitapsa mermi gibi. Hep bir tabancanın
eksiliği, diye okuyor Jane aklımdan.
-Kimse onu genelevde
aramaz, diyor Dev, rahatlamaya geldiklerinden yırtıcıları avlamak da kolay
olur.
-İnsan
için küçük, insanlık için büyük bir adım diyor Jane; bunu yapanlar bir adım
ileri çıksın dendiğinde, bir adım geri gitmen Sotori.
-Hatada teşbih olmaz, diyor Nü; sevişirken
kırıtılmaz. Hepimiz Sotori’nin yatağından çıktık.
-Çok tanıdım seni sevdiğime
diyor, Jane, bardağımı kapıp içkimi yudumlarken.
-Peygambere
dönüştürdünüz yine Sotori’yi, diyor ikincisi.
Parmağıyla adamın arkasındaki duvarı işaret ederek okuyor Jane:
-Ne güzel sen. Artık adam bile öldürebilirsin. Çünkü şimdi. Bir meleğe
küfrettin.
-İçinden insan indi
diye uçandaire taşlayan entelektüel, diyor Dev.
-Peygamber senin
babandır, diyor hiç konuşmayan üçüncü adam, arkadaşına; hakaret kabul etme ama;
Tanrı da aklın…
Herkes bir duruyor,
adam devam ediyor:
-O tahtının kralı da
bakalım sen kalıbının adamı mısın.
-Vay, siyah kuğu geri
çağrıldı diyor Jane adamı işaret ederek; arkadaşlarınızı iyi seçin, her zaman
sizin kadar ahlaksız olamayabilirler.
-Olumsuz etkilenme
olduğu gibi olumlu kızgınlık da vardır, diyor Dev.
-Birinci sınıf ruhlar
birinci sınıf ruhlarla, ikinci sınıflarsa üçüncü sınıflarla ilgilenir.
-Bunu bozan çıkabilir
tabii, diyor Nü… Senin diğer erkeklerden önce dönüşeceğin belli... Belki
kadınlardan da önce. En azılılarının otoritesine, kötülük potansiyeline
özenirler başta; ama onun eski şeytanlığının kalmadığını anlayınca, tutmayın
lan beni deyip kimse tutmayınca bir şey yapamayan sahte kabadayılar gibi
kalırlar ortada.
-Yazarlar hileli,
diyor Dev bu sefer
gerçekten ciddi: Daha
iyi, iyinin düşmanı değil, karşıtıdır. İnsanlığın günahının kefaretini ödemek
üzere dünyaya gelmiş de çarmıha gerilmişse bir peygamber -ki işe yaramadığı çok
belli- neden bir başkası da insanlığın cennetini yaşamak üzere gelmiş olmasın.
Acı çekmektense sizin yerinize mutlu olan biri. Bu mutluluktan sorumlu olmak
istiyor musunuz peki… İstemiyorsunuz, inanmıyorum… Gen kendine bencildir,
bencil yapılar kurmaz. Gerçek bencil bencilce davranmaz.
-Bir de şöyle
deneyelim, diyor, Nü.
-Yap bakalım
edebiyatını.
-Bir yapboz düşünün;
çerçevesi Jane, her şey ona göre şekillenir, bu kaçınılmaz, genden kaçış yok…
Sotori ise tanrısal geni, Jane’i olan, yani çerçevesi olan demek; onu
tamamlamaktı hayatı. Siz de içinden kopan, ayrışan birer parçasınız,
değişmişiniz, dönüşmüşsünüz, sonra birleşmişsiniz de, kendinize çerçeveler
yapmış yamamışsınız, ama isterseniz yüz parça olun, esas çerçeveye uyum
sağlayamıyorsunuz, yine de arada kaynayabilir, katılabilirsiniz; çerçeve ile
bütünleşirsiniz; böylece o çerçeve “sizin” olabilir…
-Peki neden Dev değil
de Sotori.
-Çünkü kadının
sevişirken zevk alması gerekmez, erkeğin gerekir.
-Dev de yapbozun
zemini diye düşünebiliriz.
-Mesela ölüm gibi bir
orgazm yaşadım dedin. Ölümü nerden biliyorsun?
-İşte öğrendim…
-Ölümün arkasını
görebildin. Ya da arkasını göremediğin halde. Ölmeyecekmişlik dediğinden.
-Hayat bir önsevişme, ölüm de orgazm...
-Her canlı bir gün ölümü tadacaktır da denir.
- Dur
biraz çok güzelsin diye ölüme denir.
-Ölüm gibi
aktarılmak bu işte kuşaktan kuşağa.
-Allahım sana geliyorum diyor Jane kahkahalar içinde…
NURTOPYA
-Tanrı zamandır diyor
ya Devrim, biliyordu zamanını. Böylece güneyden döndük zamanı gelince,
Sotori’nin hep gittiği bar devrediliyordu tam da o sırada, aldık. Ortalıkta pek
görünmedik önce, ama 23 Nisan’ı falan ayarladık.
Aklımdan okuyor Jane:
Güveni. Adamın önde gideni. Bense ben gideyim. Aldırıcam seni yanıma. Durumu.
-Bir gece bardan
ikimiz girdik, oturuyordu. Ben karşısına geçtim yer kapar gibi, Dev ayakta
kaldı, o da kucağına yanaştı, bacağına yaslandı böylece, belime dolayabilirsin
açıkta kalan elini dedi, plajdaki hareket oradan kalma… Dedim ki siz
sevgilisiniz di mi. Yani, dedi Dev. Kızıma karşı aşkımı korumaya çalışıyordum.
Aslında kabul ettiğim için reddediyordum… Senden bir kadınım var dedim
Sotori’ye… Kadının mı, dedi… Kadının kadının; kızındı kadının oldu, sevişmiş
olduğunuz çok belli.
-Durdum burada cidden.
-Demiştin ya yıllar
önce, kızımla sevişirim diye.
Dev, devraldı:
-Bara geldim, onu hep
o oturduğu yerde görüyordum hayalimde zaten; az konuşarak oturduk, sadece
bakışarak; erkekler asıldı, gecenin ilerleyen erkekleri. Jane şu an olduğu gibi
konuşuyordu hep, ama Sotori henüz duymuyordu; o gece gösterecektim ona gününü…
-Kaçıncı baskıda,
diyorum, biraz hüzünlü.
-Şu anda karnımda
çocuğumu nasıl hissediyorsam öteden beri öyle hissediyordum. Orgazmın devamlı
içinde olması gibi, ya da hep orgazmın içinde olmak... Ekstasi almadan
ekstetik. Onu babama da aktarmam gerekiyordu.
-Tanrı geninin
kendisiyle çiftleşmesi mi? Çocuğun nasıl biri olacak?
-Sotori’nin uğraştığı
saçmalıklarla uğraşmayacak, en basit anlatımıyla.
-Nefretin karşıtı
aşktır, ama aşkın, aşkınığın karşıtı nefret değildir, diyor Dev; dediği gibi, nihilizmin
karşıtı yine nihilizmin; bütün bunların dışında, var olan var zaten.
-Demiştim
demeyeceğim diyorum, diyor Jane.
-Buna gerçekten
inanıyor musunuz? Ya da, ya tanrıya inanmıyorsak, ateistsek.
-Al işte, diyor Jane; topun
yuvarlak olması bişi değiştirebilseydi futbol yasaklanırdı.
-Tanrının olmadığına inanıyorsan neden ateistsin, diyor Dev.
-İnanç da yok,
gerçeklerin inanılmaya ihtiyacı yok. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok.
-O Amerika buraya
gelecek, diyorum.
-Amerika ne, diye
soruyor Jane kalkıp kucağıma oturarak, biraz hüzünlü bakıyor bu kez. Son
yazdığı şiiri okuyor kıkırdamadan: Sonbahar gelsin yapraklar. Sararsın. Belki o
zaman sen de beni…
-Ölmeyecekmişlik
diyorsunuz da, ölüyse ancak böyle hisseder biri.
-Ölecek zaten diyor
Jane. Bu son lafı oluyor… Öyle suskun olur ki bazen konuştuğunu anlamazsın.
-Jane gitti,
diyorum.
-Nereye gitti, diyor
adamlardan biri.
-Nerden gitti, diyor
kızlardan biri.
-Altı ay gezer, altı
ay dünyayı dolaşır, diyorum içimden gelen o sesle birlikte… Altı ay Jane, altı
ay Yurttaş Kane…
-Sen devamlı havaya
konuşuyorsun… Ya da yazıyorsun sanıyorum.
-Sesli yazıyorsun
diyor Nü…
-Bana beni anlatıyor, ben de bunları yazıyorum. Bu
arada 30 Mart’ta ce-e demişim sadece; ana rahmine düştüğüm gün 20 Haziran’mış.
-Kalbin temizmiş, Salt
ölüyor, diyor Dev; bayılmadan önce.
-Hastaneye götürelim
diye panikliyor erkekler… Gerek yok diyorum, birazdan kendine gelir, erkeklerin
arasından geçebilir. Normal bir durum bu, normal bir duruş. Gerçek normalden
bahsediyorum…
Ama aylar sonra
kucağıma veriyor bebeği. Al diyor, işte Tanrın.
Yine buluşmuşuz, başka
kişiler de var aramızda, güvenimizi kazanmış bazı meraklılar; (ben sevişmeler
dışında insan içine pek çıkmayıp bu son sözleri son haline getirdim bu aylar
boyunca) ölmedi mi diye bakıyoruz hepimiz. Gözlerini açıp bana bakıyor bebek, o
yenidoğan gözleriyle beni gördüğüne yemin edebilirim ve gülümsüyor; aynaya
bakıyorum.
-Bir anne çocuğu için
en iyisini ister, diyor Dev; ne kadar istemiştim karnımda ölmesini. Hey güzel Tanrım,
cennette öl işte, ne geliyorsun dünyaya. Ama babasını görecekmiş, dünya
gözüyle; babasıyla ölecekmiş. Ne diyelim, Tanrı böyle istedi.
-Ölecek mi? diyorlar;
yani Tanrı!
-Omzuna tırmanıp öte
tarafa geçeceği üst aşamasındaki insan gelmemiş daha dünyaya. Daha iyisi de
gelmezmiş bu çağdan sonra. Ancak Sotori’nin ölümü yakışırmış Tanrıya… Evrim
bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçecekmiş, bir ölümü eksikmiş filmde,
şimdi o da olacak… Sotori’yi
bekleyeceğiz, onun ölümüyle doğacak, artık var olacak; onun da büyük patlaması bu
olacak…
-Ama daha henüz bir bebek, diyorlar; genç de ölebilir o zaman, belki de
seneye, hatta yarın.
-Okula gidip büyük adam falan mı olacaktı Tanrı! Geç bile kaldı; M.S.
kaç oldu, baksanıza.
-Öyle bir yaşam ki
yaşanmasına gerek yok, diyorum. Bunu duymuş gibi, daha da bir gülümsüyor.
-Hemen öldür kendini
istersen ve başlasın, diyor biri; biz de hemen görmüş oluruz sonunu… ya da
başlangıcı.
Herkes bana bakıyor. Salt
gözlerini iri iri açıyor, gerçek bir bebeğin hayretiyle; böyle bir fotoğrafım
var.
-Oh ne güzel hayat
sana zor diyor bir mazohist.
-Biraz daha sevişeyim diyorum
gülümseyerek; aklımda Jane; hem her orgazm erken orgazmdır.
Ooo dermiş gibi bir ağız
hareketi yapıyor Salt. Hepimiz bu yollardan geçtik dediğini hayal ediyorum.
-Bu arada, Tanrı var
olunca, dünyada özel birşeyler olacak, her şey değişecek, insanoğlu kurtulacak falan
diye beklemeyin; bu onun kendi hazzı, ölüm onun kendi mucizesi; yoksa
suyun üzerinde de yürünebilir
ne var…
Şunu not alıyorum: “beni
sorarlarsa yok deyin, diyor tanrı; memurumuyum canım insanlığın, imla
kurallarına Da uymak zorundamıyım)
-Sotori’nin cenazesine
gidebilirsiniz en fazla -yetişirseniz tabii- mahşer yeri gibi kalabalık olacak
zaten; cennete ancak bu kadar yakınlaşabileceklerinin bilincinde olacak
insanlar.
-Araaap. Kızıııı. Camdan
bakıyor… diye şarkı söylüyor biri.
-Evet işte, diyor
kucağımda kıpırdamadan duran bebeği göstererek (parmak izi yok,
elinin ayası dümdüz, yaşam çizgisi yok) ölümünü
büyüt, eti senin, kemiği senin ruh; tenli tanrı. Tebdil-i kıyafet insanlar
arasında. Tecrübe etmiş gibi konuşuyor: Kolay büyür zaten, ayrıntılarla ilgilenmez;
yemekle bile. En fazla koklayıp biraz tadmak isteyecektir. Sadece ölüme aç… Su
içmeyi sever ama; terlemez, kirlenmez, ama yıkanmak isteyecektir. Denize
yürüyecek senin bebekliğindeki gibi, tabii su boyunu geçmeyecek hiç. Bir ruh
doktoru gibi açıklıyor: Doğaya, resme ve müziğe ilgi duyabilir, ama kelimelerden
uzak duracak. Konuşmasını da bekleme. Dil varsa iletişim yoktur. (Geç konuşacak: Mama diyerek kaşığı
uzatacağım biz yemek yerken, canı çeker belki diye; şöyle diyecek: Mama mı,
hahaha.) Kalbi de atmıyor bak, yoktur belki. (Eliyle kalbini durdurabildiğini
göreceğim, sonra başlatacak. Kanı var mı diye bakmayı düşüneceğim.) Tek gözlü
de olabilirmiş, üçüncü gözse. Alzaymırlı gibi dolaşacak ortalıkta, tabii aslında
Tanrı hafızası. Placebo’nun kendisi. 427 kere 648’i sorun, ilgilenirse bilir, ama
hesapladığından değil.
-Mutant diye gülerdi
Jane olsa, diye gülüyorum. Salt Mutant…
-Cinsiyeti mi? Ruhun
cinsiyeti neyse o… Tanrının cinsel organına mı bakacaktık!
-Büyüyüp sevişmeyecek
mi?
-Kimle? Orgazm onun
kafasında, başka kim sokabilir ki. Bir Sotori işte. (Kız.) Ölümden öte orgazm
yok ona. Bir ölümü var ki bin zevke değişmez…
Sizi daha fazla bekletmeyeyim;
Tanrının doğumunu beklemeye başlıyoruz işte böylece biz. Tanrı neydi en son, zaman
mıydı; şimdi ölüm... Ânı yaşa, aslında güzel felsefe, öldüğün o anda… Her şey
yolunda.
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder