DERİN
İYİLİK
(158.
BASIM İÇİN SON SÖZ)
DERİN
HALK
“İlk aşkını bul.”
Barda otururken birden
böyle fısıldıyorum kendi kendime; herkes duyuyor… 40 gün, 1 gece… Yayılıyor.
Harika bir cennet yaşanıyor bu dönem… Kötüler ortaya çıkıyor; iyilik yapınca
vicdanları sızlayanlar: Bulamıyorlar, zaten yok ya da bulsalar bile yine
beceriksizce harcıyorlar. Yine de etkisizler bu dönem.
“Borcunu öde.”
1 gün 40 gece… Bu kez
tam bir cehennem, ve iyiler ortaya çıkıyor, gerçekten borcunu bilen ve
ödeyenler, ama misafirler. Ve ev sahipleri; beceremeyenler, sıkılanlar, benim
niye borcum olsun ki diyenler; sıradanlar, çoğunluk… Neden sıradanlar; çünkü
sıranın önüne geçmeye çalışıyorlar hayat boyu, cehennemde ise sıranın gerisine
kaçıyorlar. Kaytaracaklar ya güya, suçsuz çıkacaklar, üstelik cehennemde... Ne
demişler, demediyseler de diyelim: Cehennemde yanmaktan kötüsü, yanmayı beklemek,
başkası yanarken. Bu sıradanların tarihsel suçu ise kötülerin onlardan yüz
bulması; potansiyel kötüyü açığa çıkarmaları ve işe koymaları…
Bu suçtan kimin çıkarı var diyerek suçluyu yakalayabilirsiniz diyeni
yakalamalısınız.
Sıradan çoğunluk ve
kötüler; neredeyse herkes bana düşman; yüzde 50 ila 70. Nütopya da sakıncalı
bulunmaya başlanıyor artık. Alet işler el dövünür. Sıradanların çoğunluk
olmasından doğan gücünü küçümsedik… Derin devlet, derin edebiyat derken derin
halkı kaçırdık, ya da sıranın onlara gelmesi gerekiyordu: Doğmak için uğraşmadığını sandığından hak
etmemiş hissediyor; ruhunun diğer yarısı da kendini herkesten özel
görüyor; bu insanların bir de demokrasiyle yönetilmeyi talep ettiği rejim
şizofrenizm. Dünyayı yüzde bir zenginlerin yönettiğinden şikayet edip
zenginleşmeye çalışıyorlar. Yüzde bir akıllı-ahlaklı yönetsin desen kabul
etmezler, zengin olmak akıllı-ahlaklı olmaktan daha kolay olduğundan önlerini
tıkamış olursun çünkü.
Bunları düşünerek
bardan çıkacakken şu cümleyi duyuyorum:
“Bugün 23 Nisan…”
1 gün, 1 gece… Saat
00.23. 23 Nisanın bu seneki günlük başkanı seçilmişim. Beni seven mi var, kaldı
mı ki hiç, yoksa bu bir tuzak mı… Ama barın hayaleti söyledi bunu bana. Barın
ortada pek gözükmeyen ortaklarından. Geldi yanıma: Gelin durun kasada. Şöyle
bir baktım ona. Tamam kasada durmayın bir masada durun; böyle giderse her şey
bize sizi hatırlatacak… Barın en gözde yerine oturtuluyorum. İnsanlara ilk
günkü gibi bakıyorum. Olmuşlar. Nütopya’larını getirmişler, en sevdikleri
satırı ya da bölümü açıyorlar, imzalıyorum.
Altına onlar da imzalarını atıyorlar. Bu bir antlaşma. Şöyle diyor hayalet: 5
kitap birden okuyanların yanında başka şey okuyamayacakları bir kitap.
Ahlaklı-akıllıların
hakim olduğu bir düzen kurulmalı, yazıp imzalıyorum...
Bir diğerine: Kapitali
değiştirilmiş bir kapitalizm; yeni kapital para değil ahlak...
Sonrakine: Düşünsene,
kalite ahlakla ölçülen bir şey artık; ahlaklı davranıldığında zengin de
olunduğundan iyiler paralılar da, para babaları yerine ahlak babaları hüküm
sürdüğünden sıradanlar ahlaklı davranmaya çalışıyor.
23 Nisan hayalciliği
tabii bu; ve sadece bir günlük; bu anlayışı tüm dünyaya yaymak gerekmeyecek mi,
yoksa böyle kendi iyimizle kavrulup gidecek miyiz?
Ne buyurdunuz sahip,
diyor biri, sabah olmak üzere, düzen bozulmaya başladı bile:
Kapitalizm satmak için
nüfusun artmasını ve yayılmayı ister, ama bu çoğalma ahlaki bir yapının
kalitesini düşürür, karakterlerden ödün vermeden büyüyemezsin; artan sayıda
insana her zaman mal satabilirsin ama ar satamazsın…
Tepkileri
suratlarından okuyorum, ama henüz hâlâ 23 Nisan, başkan baba da benim:
DERİN
GEMİ
-Aklıma başka bir
dünya geliyor Uzay: Nuh’un gemisi… Ama tersten; Uzay’ın Nuh Gemisi… Bu derin
halklar, ukala olduklarından seçilmiş sanırlar kendilerini ve tufandan
kurtarılacağım ayağına hemen gelirler senle. Tufan kendileri aslında ve
onlardan kurtarılmak üzere seçildi dünya.
-Böylece bir klasik
mantığı daha yıkmış olursun: Dünya kimseye kalmaz.
-Demiştik: Kaptanı en
son gemi terk eder… Kötülük dünyada hapis kalacak ama, potansiyel olarak,
sıradanlığın kaypaklığı olmadan istediğini yapamaz.
-Evren, bir
problemimiz var: Yanlış giden bir şey var dünya imparatorluğunda. Az kalan iyi
de kötülük yapmaya hazırlanıyor.
-Onları yok etmemden
söz etmemiş miydin?
-Birisi düşmezse fark
etmediğin tuzakların var: Kafanda yok etmekten söz etmiştim! Dünyanın hakimi
sensin. Seni değiştiremedi. Slopsist, megaloman falan sandı bıraktı, sen hâlâ
onu kurtarmaya çalışıyorsun… En ukala yönün bu. Borcun yok. Bırak kendi
haline... Kendinden değersiz bir dava
için savaşma artık.
-Çünkü şeytan
kavramını da değiştirmeye çalışıyorum… Kötülüğe ön ayak olan bir şeytan değil
de kuyruk olan bir şeytan; dengede durulması için kötüyü gösteren ve uyaran bir
şeytan...
-Kötülük derecesinde
iyi.
-Çünkü yoksa aklıma
gelen diğer kötülük daha şeytansı:
DERİN
DÜNYA
Kapitalizmi sonuna
kadar izlemeyeceğiz, onu sollayacağız... İyilik olarak yayılamıyorsak, yayılsak
bölüneceksek, sıradanların doğumsal çoğalmalarını, doğal, yani tozal
yayılmalarını da engelleyemiyorsak, yayılmalarının başında dururuz, toplar ve
yönetiriz. Çürük yumurtaları aynı kafede toplarız.
Birileri kötülük
yapacaksa onu da biz yapacağız, iyiye giden her yol mubahtır. Hayır, kötüden
çok kötücü olmayacağız, zehirden panzehir üreteceğiz… Bağıracağım mesela, sert
davranacağım, hatta tokat atacağım; ayrışacaklar böylece, sen böyle bir adamsın
işte diyen kadın ile seni çok sinirlendirmiş olmalıyım diyen kadın. Şeytanı
meleğe emanet edeceğiz; şeytanlık taslayıp peşinden gelenlerin günahlarını ortaya
çıkaracak bir melek, günümüzde yapabileceği en iyi şey bu; casusluk… Zorunluyuz
bu mesaiye. Profesyonel İnsanlık demiştim ya, Profesyonel Kötülük… Başkan
babada yaptığım gibi; Nütopya boyunca yapmadığım şey: Yalanları sergilemeyeceğiz, ikiyüzlülüğü ortaya çıkarmaya
çalışmayacağız, kaypaklıklarını anlatmayacağız; Ateisti Tanrıya; Kötüyü
Şeytana; Firezofu Platona boşuna şikayet etmeyeceğiz… Zombi
felsefelerini iktidara getirip işlerin mal mal yürümesini seyredeceğiz.
Dünyanın düz olduğunu söyleyecek adama sanki öyle değilmiş gibi inanacağız
-icat çıkarsınlar ki kafaları karışsın- yanlış anlamasak nasıl anlaşabiliriz,
demiş şair; akıllı adam ironi yapar, (kötü) şair ciddiye alınır! İroni kötü
yapıldığında ihanettir, ihanetse iyi yapıldığında ironi.
Gizli örgütler neden
gizli diye düşünürken geldi aklıma, kötülük zaten hakimken, neden gizli örgüt
kurarsın ki! Ya da yüzyıllardır neden geçirmezler dünyayı ele. Doğru zamanını
bu kadar bekleyebilir mi insan... Çünkü aslında tek bir gizli örgüt var:
İyilik…
Hayatı aslında aklıyla
ve sezgileriyle çözüp Uğurlu 13’lerle açıklaması gibi kahramanımın… Oyunun
kendisi bir hamle olarak karşısında durunca, oyunun dışına çıkıp bakabilmesi ve
karşı hamlenin oyunu terk ederek ondan bağımsızlaşmak olduğunu fark etmesi
gibi…
Şu görüntü de vardı
aklımda: Pazarda kadın iç çamaşırı satmak için ilgi çeksin diye gömleğinin
üzerine sutyen giyen adam iyi ki böyle bir işim var da fantezilerimi tatmin
edebiliyorum diye geçiriyor içinden…
Bir kadın gizli örgütü
mü kuracağız, başkanı erkek olacak. Vasat reklam ajansı işimize yarayacak;
vasat işler, vasat reklamcılar, vasat müşteriler, biliyoruz, orda… Edebiatı
yıkmak etkisiz, artık destekliyoruz; özellikle yaratılmış kötü edebiyat; kötü
yazar ve kötü yazar düşkünü dizinin dibinde… İncelmiş kötülüklere saygı
duyuyordu ya yazar, kendine dokunmaması şartıyla, dokunacağız, kullanacağız
-istediği bu zaten- esas incelmiş kötülük bu işte, iyiye çalışıyor; kötülük
sanatını icra ediyoruz. Ben bir başkasıdır diyen edebiatçıyı hedef alıp kendine
karşı darbe düzenleteceğiz... Çivi olacağız çiviyi söken… Görkemli
kaybettireceğiz… Yaşasın tutunamayanlar...
Hitler Paris’i
yıkmamış, Berlin’i Paris gibi yapmak istemiş; böyle bir Hitler’imiz bile
olacak, kültüre saygılı ve tatmin olmuş: Akademiye girebilmiş çünkü, faşizme
bulaşmıyor, çünkü resimleri kadar etkileyici bulunmuyor. Sanat kirlenir, faşizm
temizlenir, işte sanatın gücü. Gaz odaları mı, araba yarıştırmak mı; Yahudiler
de arada kazansın kardeşim, ne var… Niçe’ye parayla aşk tutacağız, Kafka’yı
başkan yapacağız, bak bir daha yapıyorlar mı... Cennette işçi olmaktansa
cehennemi yönetecekler; ama Truman Show...
-Sonunda buldun… Zaten
böyle yönetiliyor hayat. Dünyayı yönetenlerin hayatı.
-Tahmin ettiğim gibi!
Ama kaçıncı baskıda…
-Okudukların tümden
geldiyse yazdıkların da tüme varacaktı; aradaki büyük fark edebiyattı. Ben
doğrudan az yazarak başlamıştım, hâlâ da o kadar, 3-5 sayfa. Günlük gibi. Ya da
hatta satır; anlık.
-50 yılda?
-Her cümle öncekini
içeriyor; sonuçta mezar taşıma sığabiliyor… Ama sen de Sisifos gibi okumaya
yanaşmadın; Danaidler gibi yaşadın; bildiklerin artıp yük olmadı, azalıp tek
oldu… Oldu olacak… “Otobiyografik Ütopya Yazarı” yazsın mezar taşında, ne
dersin.
-Ölmeden görebilmek
istemiyordum aslında, baştan görebilmiş olmak istiyordum. Gerçek di mi bu
söylediklerin…
-Biz izin vermesek
olabilir miydi hiç; insanlık öldü mü… Bırakınız yapsınlar, bırakınızı
geçsinler; görünmez, eller…
-Son günah da yok di
mi…
-Yapay zeka icat
edilmeye çalışılıyor, neden; kendini
idealar dünyasında yaşar farz etmek için; oysa en başta keşfedilmişti o:
Yalan… Sokma akıl… Biz de bu sözde
buluşa iyilik adına el koyduk, onlar keşfetti, biz fethettik.
-İyilik hüküm sürmez
demiştin…
-Çünkü hep sürer…
Doğal olarak sınırlarını korur; ve sırlarını. Böylece idare eder; her iki
anlamda da, geçinir ve yönetir…
Hitler için söylediğin gibi, aşağı yukarı; diktatörü baban gibi sev... Eğitim
uyandırmıyorsa, dürtüp uyandırmak da boşunaysa, bırak uyusun ve hayal görsün,
Truman Show ve ötesi, Borges’ten Matrix’e savrulsun... Kontrollü kötülük,
olgunlaştırılmış şiddet; olası dünyaların en iyisi… Zaten yapacağı atom
bombasına izin vererek soğuk savaşta insanlığın yok olmasını engelliyorsun;
soğuk savaşı da oturup sıcak koltuğundan izliyorsun… 1 yanlış, 3 yanlışı götürür.
Özgürlük eşitlik beş kardeşlik.
-Sert!
-İğreti... Ama yeni
kavradığın bu açıdan. Kötülük derecesinde iyi dediğimden.
-Şeytanla anlaşma gibi
sanki!
-Evet, ama demin
dediğin gibi bir şeytan… Önce masumlar ve çocuklar, peki; ama masum kimdir;
çocuk neye denir… Hitlerin Yahudilere düşman olması kadar saçma değil mi bir
halkın kendine Yahudi demesi, ya da her ne halksa… Onlarda
neyi eleştiriyorsan bırak onu rayına oturtsunlar; izin ver, gönüllerince
yazsınlar günlüklerini, kendi hayatlarına yalancı tanık olmaktan kurtulsunlar,
edebiyat yapmasınlar; tüm dünyanın ideolojisine şizofrenizm demedin mi;
tapsınlar ve taşlasınlar, dinozor olsunlar ve dönek; kısırlığın genetik olduğunu tespit ettin ya
nasılsa... Matrix’lere inansınlar, pil sansınlar kendilerini, asla tanrıya
ulaşmayacak kötümser dualar etsinler; yazılmazsa sen yaz böyle senaryoları,
yayılsın. Boynuz kulağı tersten göstersin…
-Kendimizi kötülüğe uydurmuş oluyoruz sanki… Satürn’e
haksızlık oluyor.
-Yine de dönüyor…
Başka bir dünyadan geldiğini düşün, olaylara müdahale etmen yasak olurdu.
Dünyayı cehenneme çevirmesinler diye cehennemi dünyaya çevirmelerine izin
verdik. Kendimizi onların yerine
koyuyoruz, doğru; ama asla, hiçbir tarihte onları kendi yerimize koymadık.
Biz kötülüğü kendimize uyduruyoruz; çünkü çoğunluklar, erkekler…
İyilik kadın gibidir, yani görünmez adam.
-Hükmetmek için ona
boyun eğmemiz gereken tek şey doğaydı hani. Böylece kötülüğü doğallaştırıyoruz
sanki… Zehirlemez mi bizi de?
-Zengin fakirliğe alışır mı hiç… Onlara
feda ettiğimiz gereksiz bir faiz sadece, sermaye bizim… Kötü nedir ki hem, ilk bulduğu yere oturmuş bir karakter… Yangözü kara, zekalı geri! Kızılderili olduğunu anlamayıp, zenci olmaya
çalışan kadın… Biz de ne yaptık; erkenden bıraktık empatiyi, böylece
insan kalabildik…
-Kuşkusuz sen de
haklısın karıcığım, diyen Hoca’yı haklı bulmak haksızlık gibi geliyor bana.
-Hoca da bizden... Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim diyenin
soyundan.
-Ben şöyle bağlamıştım: Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir; ol dedim
oldu.
-Bir tanesin… Kadınlar mesela… Burnu
büyük, kendini çok özel sanan kadına, zaten kadınlar erkeklerden daha özel
yaratıklar, diyorsun bırakıyorsun; o yüzden erkeğin özeli az bulunur ve daha
özel olur diye Nütopyacılık yapmıyorsun… Bırakıyorsun erkekler evlendikten sonra
değişiyorlar desinler, evlenmeden önce değişik davrandıklarını göre göre,
bundan etkilene etkilene… Yılana sarılmalarını affettirmek için söylüyorlar
denize düştükleri yalanını.
-Yok edemediğimizden
ya da uzaklaştıramadığımızdan yapmıyor muyuz bunu? Yazmıştım: Sözüm meclisten
dışarı, evet, ama gidin orda dinleyin diye.
-Sen de bir kötünün
soyundan gelmedin mi, nasıl doğacaktın o zaman… Dâhi de deme artık, bilgeyi
kastediyorsun çünkü; dâhi bir konuda bilge olan, bilge hayatta…
-Tan o zaman gereksiz
biri kaldı… Nütopya babasız.
-Esas kahramanın
ikinci yarıda çıkacak işte… Sıradanların günahları için çarmıha gerilip göğe
yükselen o meczubu getirdiklerinde beğenmemiştim ama onaylandı; oysa Tan çok
daha desteklediğim biri, ama senin yaşandığına inandığın sistemde güçlü bir
iyinin olması da işe yaramıyor. Derin iyilik felsefesiyle tekrar dünyaya dönse
işe yarar. Sohtoyevski olarak Elaltından Notlarında ve fısıldadıklarında bu
felsefeyi tam olarak görmek isteriz; mesela, iyi sana kötüyle gülüyor
yazmıştın, dehaser; peki şuna ne dersin: İyilik varsa her şeye izin vardır…
Auschwitz’e kadar git buradan… Yazdıklarından üzerine basıyorum farkındayım,
ama kusura bakma; bak mesela en beğendiğimiz: “Doğuştan gelen ölümlü, doğuştan
gelmeyen ölümsüz. Kötülük ölümsüz, hayatla bir ilgisi yok. Keşke onu kendi
halinde bırakacak kadar hayatta olsan. Çünkü doğuştan gelen ölümsüz, doğuştan
gelmeyen ölümlü”: Tam olarak bu… Tez-antitez-sentez sürecine itiraz ediyorsun
mesela, bizse kelimelerin çarpıtılmasını destekliyoruz, bazen biz başlatıyoruz:
Tasdik-inkar-inkarın inkarı… Kabul-red-reddin reddi… Hepsi orijinalini yanlış
bir şeye tercüme ediyor ve zaten saçma sapan bir konuda kafa bulandırılıyor,
böylece yanlış süreç asla doğrulamıyor, yönetilemiyor: Kendinde-kendi
için-kendinde ve kendi için… Varlık-var olmayan-oluş. Yeri geliyor bir
söylediğimizin tersini de yayıyoruz, çünkü muhalefet de biziz. Gerçekliğin
göreli olduğunu düşünmeleri bizim yararımıza düşünsene, gözleyenin gözlediğini
değiştirdiğine inanmaları anlaşmalarını engelliyor; kime göre neye göre kadar üstün bir felsefe olabilir mi yararımıza… Bırak
karıştırsınlar, edebiyatçılıkla avukatçılığı, allah bürolarını versin...
Boğaziçi’ndeki kedi üzerinden düşünelim mesela: Niye attın deseler başarmış
oluyor kediyi atan, ilgiyi çekmiş, kötü biri olarak çekmesini umursamıyor.
Diğerine ne iyi ettin de kurtardın deseler, karşıtlık durumundan yine ilgi
çekmiş oluyor atan. Diğerine niye kurtardın oğlum diye olumsuz yaklaşmakla
atanın elinden kötülükle ilgi çekme silahını almış, faili olaydan dışlamış
oluyorsun. Pirus zaferi sonrası… Kahraman, anti-kahraman, antika-kahraman...
-Kurtaran
anti-kahraman oluyor ama!
-Bizim adamımızsa
sorun yok, bunu bilmese bile sorun yok; kötüyü umursamaza kırdırdık mı,
kırdırdık… Hiçbir iyilik cezasız kalmaz lafını da biz söylettik; ama esas
bilmedikleri: Her kötülük hak ettiği iyilik tarafında yönetilir… Yin-yang’ı
mesela, reddetme, zemin yap: Kötü bir dünya, iyilik dünyanın çekirdeği, ve aynı
zamanda atmosferi. Yasama ve yargı bizim, bırak onlar da yürütsün gitsin… Onlar
giderken biz dönüyorduk, ama dünya gibi.
-Bu içimi rahatlatıyor
tabii, ama kötünün elinde piyon muydum diye düşünmeden de edemiyorum…
-Satrançtaki tüm zeki
hamlelerin içinde en yapıcı olanı piyonun vezir olmasıdır; herkes şaha mata
bakarken… Oyunun içeriğinde müthiş bir farklılık ya da tamamen dışına çıkmak;
belki de Tanrının ressamını kandırması, kendi resmini yapsın diye…
-Tatlı Tanrı Tuzağı...
-Geçen kendin için
yazdığın gibi: Yaptığımızın doğruluğunun en büyük kanıtlarından birisin, başka
bir yolun işe yaramayacağının; ve böyle küçük küçük ne kadar büyük
gizlendiğimizin… Senin için bile henüz inandırıcı olmamasının kanıtı başarımız.
-İnandırıcı olmaması,
başarımızın kanıtı diyecektin sanki!
-Yakaladın!
-Yakaladım… Şimdi sizi
açığa çıkartmış olmadım mı peki?
-En son kötüler
duyar... Anlamak bir ömür sürer, anlayışsızlık bir dakika…
-Bundan sonra ne
olacağını görebiliyor muyuz, geleceği, peki?
-Gelecek diye bir şey
yok, dışarısı var, merkez ve dışarısı; arası tarih… İyilik kaybetmez, gerisi
tarih… Ve kader; kader senden kaçamaz. Yeteneklerini
insanlardan korunmak için kullanan bir süper kahraman gibiydin; Tan’dan
geldikçe yeteneklerinin etkisi azaldı, şimdi
Şey’e varırken artacak; Şey neyse… Düşün, kimse yalan
söylemiyor, çünkü söyleyebiliyor. Tüm hayat iyi-kötü edebiyat olmuş. Ama
tanrıyla iletişim kuramıyorlar… Yalanı tanrı yaratmamış çünkü, bilmiyor,
anlamıyor… Ne yaparsanız yapın sizden umudum ve umurum yok diyor tanrı
insanoğluna; ama bana ne yaptığınızı açıklayacaksınız; haklı çıkmak için değil,
ahlakınızı bana kanıtlamak için de değil; hakkı-ahlakı ben yaratmadım ama aklı
ben yarattım; aklı kalan açıklasın; Adem’i böyle tanıyacağım… Böylece, sen olmadan yalanın da, kötülüğün de
bir anlamı kalmayacağından seni korumaya alıyorlar; hem de en akıllı kötüler…
Ben mesela…
-Sen?
-Senle savaşan tüm o insanları düşün… Karşıtınla
savaşırsın çünkü o kendi kötü yanındır.
-Ve canavarla
savaşırsan canavara dönüşürsün…
-İşte ben de bu yüzden
iyiyle savaştım… Demin dedim ya, yakaladın, diye… Benim dilim, Tan’ın dili.
Seninki de öyle olsun hadi bakalım: “Adım
Şey… Şeytan değilim, olmadığımı söylemek zorundayım... Çünkü şeytanım
sanılacak; kötülüğü yönettiğim için; halbuki iyi yönettim, çığırından
çıkarmadan. Şimdi ölümü yönetiyorum… Felsefe ölmeyi öğrenmek değildir demişti
Tan, öğrenmek için ölmektir. Şimdi öğrendim, felsefe, felsefeyi
önemsizleştirmek içindir, aynen ölümün de ölümü önemsizleştirmek için olması
gibi… Ölümü nasıl önemsizleştireceksin… Felsefeyi ve kötülüğü, edebiyatı ve
yalanı önemsizleştirerek… Neymiş mesela, sütun gibi bacakmış; halbuki bacak
gibi sütun olmalı… Yeterince önemsizleştirdim sanıyorum bunları… Hem bunların
hepsi cinselliğin görevini üstlenen şeyler, ölümü önemsizleştiren de o,
cinsellik… Seksi pompalayacağız o zaman... Orgazm gibi ölüm olacak… Ölüm
ölecek.”
-Yeni bir bölüm mü
yazacağım o zaman yani; mesela: Seks Kitabı…
-Ölüm Kitabı… Ama
sevişiliyor devamlı… Ölüm gibi aktarılacaksın böylece kuşaktan kuşağa. Geninin
geni doğursun bakalım seni…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder