1 Temmuz 2019 Pazartesi

DERİN İYİLİK (158. Basım İçin Son Söz)



DERİN İYİLİK
(158. BASIM İÇİN SON SÖZ)



DERİN HALK
“İlk aşkını bul.”
Barda otururken birden böyle fısıldıyorum kendi kendime; herkes duyuyor… 40 gün, 1 gece… Yayılıyor. Harika bir cennet yaşanıyor bu dönem… Kötüler ortaya çıkıyor; iyilik yapınca vicdanları sızlayanlar: Bulamıyorlar, zaten yok ya da bulsalar bile yine beceriksizce harcıyorlar. Yine de etkisizler bu dönem.

“Borcunu öde.”
1 gün 40 gece… Bu kez tam bir cehennem, ve iyiler ortaya çıkıyor, gerçekten borcunu bilen ve ödeyenler, ama misafirler. Ve ev sahipleri; beceremeyenler, sıkılanlar, benim niye borcum olsun ki diyenler; sıradanlar, çoğunluk… Neden sıradanlar; çünkü sıranın önüne geçmeye çalışıyorlar hayat boyu, cehennemde ise sıranın gerisine kaçıyorlar. Kaytaracaklar ya güya, suçsuz çıkacaklar, üstelik cehennemde... Ne demişler, demediyseler de diyelim: Cehennemde yanmaktan kötüsü, yanmayı beklemek, başkası yanarken. Bu sıradanların tarihsel suçu ise kötülerin onlardan yüz bulması; potansiyel kötüyü açığa çıkarmaları ve işe koymaları…
Bu suçtan kimin çıkarı var diyerek suçluyu yakalayabilirsiniz diyeni yakalamalısınız.

Sıradan çoğunluk ve kötüler; neredeyse herkes bana düşman; yüzde 50 ila 70. Nütopya da sakıncalı bulunmaya başlanıyor artık. Alet işler el dövünür. Sıradanların çoğunluk olmasından doğan gücünü küçümsedik… Derin devlet, derin edebiyat derken derin halkı kaçırdık, ya da sıranın onlara gelmesi gerekiyordu: Doğmak için uğraşmadığını sandığından hak etmemiş hissediyor; ruhunun diğer yarısı da kendini herkesten özel görüyor; bu insanların bir de demokrasiyle yönetilmeyi talep ettiği rejim şizofrenizm. Dünyayı yüzde bir zenginlerin yönettiğinden şikayet edip zenginleşmeye çalışıyorlar. Yüzde bir akıllı-ahlaklı yönetsin desen kabul etmezler, zengin olmak akıllı-ahlaklı olmaktan daha kolay olduğundan önlerini tıkamış olursun çünkü.

Bunları düşünerek bardan çıkacakken şu cümleyi duyuyorum:
“Bugün 23 Nisan…”
1 gün, 1 gece… Saat 00.23. 23 Nisanın bu seneki günlük başkanı seçilmişim. Beni seven mi var, kaldı mı ki hiç, yoksa bu bir tuzak mı… Ama barın hayaleti söyledi bunu bana. Barın ortada pek gözükmeyen ortaklarından. Geldi yanıma: Gelin durun kasada. Şöyle bir baktım ona. Tamam kasada durmayın bir masada durun; böyle giderse her şey bize sizi hatırlatacak… Barın en gözde yerine oturtuluyorum. İnsanlara ilk günkü gibi bakıyorum. Olmuşlar. Nütopya’larını getirmişler, en sevdikleri satırı ya da bölümü açıyorlar, imzalıyorum. Altına onlar da imzalarını atıyorlar. Bu bir antlaşma. Şöyle diyor hayalet: 5 kitap birden okuyanların yanında başka şey okuyamayacakları bir kitap.

Ahlaklı-akıllıların hakim olduğu bir düzen kurulmalı, yazıp imzalıyorum...
Bir diğerine: Kapitali değiştirilmiş bir kapitalizm; yeni kapital para değil ahlak...
Sonrakine: Düşünsene, kalite ahlakla ölçülen bir şey artık; ahlaklı davranıldığında zengin de olunduğundan iyiler paralılar da, para babaları yerine ahlak babaları hüküm sürdüğünden sıradanlar ahlaklı davranmaya çalışıyor.
23 Nisan hayalciliği tabii bu; ve sadece bir günlük; bu anlayışı tüm dünyaya yaymak gerekmeyecek mi, yoksa böyle kendi iyimizle kavrulup gidecek miyiz?
Ne buyurdunuz sahip, diyor biri, sabah olmak üzere, düzen bozulmaya başladı bile:
Kapitalizm satmak için nüfusun artmasını ve yayılmayı ister, ama bu çoğalma ahlaki bir yapının kalitesini düşürür, karakterlerden ödün vermeden büyüyemezsin; artan sayıda insana her zaman mal satabilirsin ama ar satamazsın…
Tepkileri suratlarından okuyorum, ama henüz hâlâ 23 Nisan, başkan baba da benim:

DERİN GEMİ
-Aklıma başka bir dünya geliyor Uzay: Nuh’un gemisi… Ama tersten; Uzay’ın Nuh Gemisi… Bu derin halklar, ukala olduklarından seçilmiş sanırlar kendilerini ve tufandan kurtarılacağım ayağına hemen gelirler senle. Tufan kendileri aslında ve onlardan kurtarılmak üzere seçildi dünya.
-Böylece bir klasik mantığı daha yıkmış olursun: Dünya kimseye kalmaz.
-Demiştik: Kaptanı en son gemi terk eder… Kötülük dünyada hapis kalacak ama, potansiyel olarak, sıradanlığın kaypaklığı olmadan istediğini yapamaz.
-Evren, bir problemimiz var: Yanlış giden bir şey var dünya imparatorluğunda. Az kalan iyi de kötülük yapmaya hazırlanıyor.
-Onları yok etmemden söz etmemiş miydin?
-Birisi düşmezse fark etmediğin tuzakların var: Kafanda yok etmekten söz etmiştim! Dünyanın hakimi sensin. Seni değiştiremedi. Slopsist, megaloman falan sandı bıraktı, sen hâlâ onu kurtarmaya çalışıyorsun… En ukala yönün bu. Borcun yok. Bırak kendi haline... Kendinden değersiz bir dava için savaşma artık.
-Çünkü şeytan kavramını da değiştirmeye çalışıyorum… Kötülüğe ön ayak olan bir şeytan değil de kuyruk olan bir şeytan; dengede durulması için kötüyü gösteren ve uyaran bir şeytan...
-Kötülük derecesinde iyi.
-Çünkü yoksa aklıma gelen diğer kötülük daha şeytansı:

DERİN DÜNYA
Kapitalizmi sonuna kadar izlemeyeceğiz, onu sollayacağız... İyilik olarak yayılamıyorsak, yayılsak bölüneceksek, sıradanların doğumsal çoğalmalarını, doğal, yani tozal yayılmalarını da engelleyemiyorsak, yayılmalarının başında dururuz, toplar ve yönetiriz. Çürük yumurtaları aynı kafede toplarız.
Birileri kötülük yapacaksa onu da biz yapacağız, iyiye giden her yol mubahtır. Hayır, kötüden çok kötücü olmayacağız, zehirden panzehir üreteceğiz… Bağıracağım mesela, sert davranacağım, hatta tokat atacağım; ayrışacaklar böylece, sen böyle bir adamsın işte diyen kadın ile seni çok sinirlendirmiş olmalıyım diyen kadın. Şeytanı meleğe emanet edeceğiz; şeytanlık taslayıp peşinden gelenlerin günahlarını ortaya çıkaracak bir melek, günümüzde yapabileceği en iyi şey bu; casusluk… Zorunluyuz bu mesaiye. Profesyonel İnsanlık demiştim ya, Profesyonel Kötülük… Başkan babada yaptığım gibi; Nütopya boyunca yapmadığım şey: Yalanları sergilemeyeceğiz, ikiyüzlülüğü ortaya çıkarmaya çalışmayacağız, kaypaklıklarını anlatmayacağız; Ateisti Tanrıya; Kötüyü Şeytana; Firezofu Platona boşuna şikayet etmeyeceğiz… Zombi felsefelerini iktidara getirip işlerin mal mal yürümesini seyredeceğiz. Dünyanın düz olduğunu söyleyecek adama sanki öyle değilmiş gibi inanacağız -icat çıkarsınlar ki kafaları karışsın- yanlış anlamasak nasıl anlaşabiliriz, demiş şair; akıllı adam ironi yapar, (kötü) şair ciddiye alınır! İroni kötü yapıldığında ihanettir, ihanetse iyi yapıldığında ironi.
Gizli örgütler neden gizli diye düşünürken geldi aklıma, kötülük zaten hakimken, neden gizli örgüt kurarsın ki! Ya da yüzyıllardır neden geçirmezler dünyayı ele. Doğru zamanını bu kadar bekleyebilir mi insan... Çünkü aslında tek bir gizli örgüt var: İyilik…
Hayatı aslında aklıyla ve sezgileriyle çözüp Uğurlu 13’lerle açıklaması gibi kahramanımın… Oyunun kendisi bir hamle olarak karşısında durunca, oyunun dışına çıkıp bakabilmesi ve karşı hamlenin oyunu terk ederek ondan bağımsızlaşmak olduğunu fark etmesi gibi…
Şu görüntü de vardı aklımda: Pazarda kadın iç çamaşırı satmak için ilgi çeksin diye gömleğinin üzerine sutyen giyen adam iyi ki böyle bir işim var da fantezilerimi tatmin edebiliyorum diye geçiriyor içinden…
Bir kadın gizli örgütü mü kuracağız, başkanı erkek olacak. Vasat reklam ajansı işimize yarayacak; vasat işler, vasat reklamcılar, vasat müşteriler, biliyoruz, orda… Edebiatı yıkmak etkisiz, artık destekliyoruz; özellikle yaratılmış kötü edebiyat; kötü yazar ve kötü yazar düşkünü dizinin dibinde… İncelmiş kötülüklere saygı duyuyordu ya yazar, kendine dokunmaması şartıyla, dokunacağız, kullanacağız -istediği bu zaten- esas incelmiş kötülük bu işte, iyiye çalışıyor; kötülük sanatını icra ediyoruz. Ben bir başkasıdır diyen edebiatçıyı hedef alıp kendine karşı darbe düzenleteceğiz... Çivi olacağız çiviyi söken… Görkemli kaybettireceğiz… Yaşasın tutunamayanlar...
Hitler Paris’i yıkmamış, Berlin’i Paris gibi yapmak istemiş; böyle bir Hitler’imiz bile olacak, kültüre saygılı ve tatmin olmuş: Akademiye girebilmiş çünkü, faşizme bulaşmıyor, çünkü resimleri kadar etkileyici bulunmuyor. Sanat kirlenir, faşizm temizlenir, işte sanatın gücü. Gaz odaları mı, araba yarıştırmak mı; Yahudiler de arada kazansın kardeşim, ne var… Niçe’ye parayla aşk tutacağız, Kafka’yı başkan yapacağız, bak bir daha yapıyorlar mı... Cennette işçi olmaktansa cehennemi yönetecekler; ama Truman Show...

DERİN İYİLİK
-Sonunda buldun… Zaten böyle yönetiliyor hayat. Dünyayı yönetenlerin hayatı.
-Tahmin ettiğim gibi! Ama kaçıncı baskıda…
-Okudukların tümden geldiyse yazdıkların da tüme varacaktı; aradaki büyük fark edebiyattı. Ben doğrudan az yazarak başlamıştım, hâlâ da o kadar, 3-5 sayfa. Günlük gibi. Ya da hatta satır; anlık.
-50 yılda?
-Her cümle öncekini içeriyor; sonuçta mezar taşıma sığabiliyor… Ama sen de Sisifos gibi okumaya yanaşmadın; Danaidler gibi yaşadın; bildiklerin artıp yük olmadı, azalıp tek oldu… Oldu olacak… “Otobiyografik Ütopya Yazarı” yazsın mezar taşında, ne dersin.
-Ölmeden görebilmek istemiyordum aslında, baştan görebilmiş olmak istiyordum. Gerçek di mi bu söylediklerin…
-Biz izin vermesek olabilir miydi hiç; insanlık öldü mü… Bırakınız yapsınlar, bırakınızı geçsinler; görünmez, eller…
-Son günah da yok di mi…
-Yapay zeka icat edilmeye çalışılıyor, neden; kendini idealar dünyasında yaşar farz etmek için; oysa en başta keşfedilmişti o: Yalan… Sokma akıl… Biz de bu sözde buluşa iyilik adına el koyduk, onlar keşfetti, biz fethettik.
-İyilik hüküm sürmez demiştin…
-Çünkü hep sürer… Doğal olarak sınırlarını korur; ve sırlarını. Böylece idare eder; her iki anlamda da, geçinir ve yönetir… Hitler için söylediğin gibi, aşağı yukarı; diktatörü baban gibi sev... Eğitim uyandırmıyorsa, dürtüp uyandırmak da boşunaysa, bırak uyusun ve hayal görsün, Truman Show ve ötesi, Borges’ten Matrix’e savrulsun... Kontrollü kötülük, olgunlaştırılmış şiddet; olası dünyaların en iyisi… Zaten yapacağı atom bombasına izin vererek soğuk savaşta insanlığın yok olmasını engelliyorsun; soğuk savaşı da oturup sıcak koltuğundan izliyorsun… 1 yanlış, 3 yanlışı götürür. Özgürlük eşitlik beş kardeşlik.
-Sert!
-İğreti... Ama yeni kavradığın bu açıdan. Kötülük derecesinde iyi dediğimden.
-Şeytanla anlaşma gibi sanki!
-Evet, ama demin dediğin gibi bir şeytan… Önce masumlar ve çocuklar, peki; ama masum kimdir; çocuk neye denir… Hitlerin Yahudilere düşman olması kadar saçma değil mi bir halkın kendine Yahudi demesi, ya da her ne halksa… Onlarda neyi eleştiriyorsan bırak onu rayına oturtsunlar; izin ver, gönüllerince yazsınlar günlüklerini, kendi hayatlarına yalancı tanık olmaktan kurtulsunlar, edebiyat yapmasınlar; tüm dünyanın ideolojisine şizofrenizm demedin mi; tapsınlar ve taşlasınlar, dinozor olsunlar ve dönek; kısırlığın genetik olduğunu tespit ettin ya nasılsa... Matrix’lere inansınlar, pil sansınlar kendilerini, asla tanrıya ulaşmayacak kötümser dualar etsinler; yazılmazsa sen yaz böyle senaryoları, yayılsın. Boynuz kulağı tersten göstersin…
-Kendimizi kötülüğe uydurmuş oluyoruz sanki… Satürn’e haksızlık oluyor.
-Yine de dönüyor… Başka bir dünyadan geldiğini düşün, olaylara müdahale etmen yasak olurdu. Dünyayı cehenneme çevirmesinler diye cehennemi dünyaya çevirmelerine izin verdik. Kendimizi onların yerine koyuyoruz, doğru; ama asla, hiçbir tarihte onları kendi yerimize koymadık. Biz kötülüğü kendimize uyduruyoruz; çünkü çoğunluklar, erkekler… İyilik kadın gibidir, yani görünmez adam.
-Hükmetmek için ona boyun eğmemiz gereken tek şey doğaydı hani. Böylece kötülüğü doğallaştırıyoruz sanki… Zehirlemez mi bizi de?
-Zengin fakirliğe alışır mı hiç… Onlara feda ettiğimiz gereksiz bir faiz sadece, sermaye bizim… Kötü nedir ki hem, ilk bulduğu yere oturmuş bir karakter… Yangözü kara, zekalı geri! Kızılderili olduğunu anlamayıp, zenci olmaya çalışan kadın… Biz de ne yaptık; erkenden bıraktık empatiyi, böylece insan kalabildik…
-Kuşkusuz sen de haklısın karıcığım, diyen Hoca’yı haklı bulmak haksızlık gibi geliyor bana.
-Hoca da bizden... Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim diyenin soyundan.
-Ben şöyle bağlamıştım: Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir; ol dedim oldu.
-Bir tanesin… Kadınlar mesela… Burnu büyük, kendini çok özel sanan kadına, zaten kadınlar erkeklerden daha özel yaratıklar, diyorsun bırakıyorsun; o yüzden erkeğin özeli az bulunur ve daha özel olur diye Nütopyacılık yapmıyorsun… Bırakıyorsun erkekler evlendikten sonra değişiyorlar desinler, evlenmeden önce değişik davrandıklarını göre göre, bundan etkilene etkilene… Yılana sarılmalarını affettirmek için söylüyorlar denize düştükleri yalanını.
-Yok edemediğimizden ya da uzaklaştıramadığımızdan yapmıyor muyuz bunu? Yazmıştım: Sözüm meclisten dışarı, evet, ama gidin orda dinleyin diye.
-Sen de bir kötünün soyundan gelmedin mi, nasıl doğacaktın o zaman… Dâhi de deme artık, bilgeyi kastediyorsun çünkü; dâhi bir konuda bilge olan, bilge hayatta…
-Tan o zaman gereksiz biri kaldı… Nütopya babasız.
-Esas kahramanın ikinci yarıda çıkacak işte… Sıradanların günahları için çarmıha gerilip göğe yükselen o meczubu getirdiklerinde beğenmemiştim ama onaylandı; oysa Tan çok daha desteklediğim biri, ama senin yaşandığına inandığın sistemde güçlü bir iyinin olması da işe yaramıyor. Derin iyilik felsefesiyle tekrar dünyaya dönse işe yarar. Sohtoyevski olarak Elaltından Notlarında ve fısıldadıklarında bu felsefeyi tam olarak görmek isteriz; mesela, iyi sana kötüyle gülüyor yazmıştın, dehaser; peki şuna ne dersin: İyilik varsa her şeye izin vardır… Auschwitz’e kadar git buradan… Yazdıklarından üzerine basıyorum farkındayım, ama kusura bakma; bak mesela en beğendiğimiz: “Doğuştan gelen ölümlü, doğuştan gelmeyen ölümsüz. Kötülük ölümsüz, hayatla bir ilgisi yok. Keşke onu kendi halinde bırakacak kadar hayatta olsan. Çünkü doğuştan gelen ölümsüz, doğuştan gelmeyen ölümlü”: Tam olarak bu… Tez-antitez-sentez sürecine itiraz ediyorsun mesela, bizse kelimelerin çarpıtılmasını destekliyoruz, bazen biz başlatıyoruz: Tasdik-inkar-inkarın inkarı… Kabul-red-reddin reddi… Hepsi orijinalini yanlış bir şeye tercüme ediyor ve zaten saçma sapan bir konuda kafa bulandırılıyor, böylece yanlış süreç asla doğrulamıyor, yönetilemiyor: Kendinde-kendi için-kendinde ve kendi için… Varlık-var olmayan-oluş. Yeri geliyor bir söylediğimizin tersini de yayıyoruz, çünkü muhalefet de biziz. Gerçekliğin göreli olduğunu düşünmeleri bizim yararımıza düşünsene, gözleyenin gözlediğini değiştirdiğine inanmaları anlaşmalarını engelliyor; kime göre neye göre kadar üstün bir felsefe olabilir mi yararımıza… Bırak karıştırsınlar, edebiyatçılıkla avukatçılığı, allah bürolarını versin... Boğaziçi’ndeki kedi üzerinden düşünelim mesela: Niye attın deseler başarmış oluyor kediyi atan, ilgiyi çekmiş, kötü biri olarak çekmesini umursamıyor. Diğerine ne iyi ettin de kurtardın deseler, karşıtlık durumundan yine ilgi çekmiş oluyor atan. Diğerine niye kurtardın oğlum diye olumsuz yaklaşmakla atanın elinden kötülükle ilgi çekme silahını almış, faili olaydan dışlamış oluyorsun. Pirus zaferi sonrası… Kahraman, anti-kahraman, antika-kahraman...
-Kurtaran anti-kahraman oluyor ama!
-Bizim adamımızsa sorun yok, bunu bilmese bile sorun yok; kötüyü umursamaza kırdırdık mı, kırdırdık… Hiçbir iyilik cezasız kalmaz lafını da biz söylettik; ama esas bilmedikleri: Her kötülük hak ettiği iyilik tarafında yönetilir… Yin-yang’ı mesela, reddetme, zemin yap: Kötü bir dünya, iyilik dünyanın çekirdeği, ve aynı zamanda atmosferi. Yasama ve yargı bizim, bırak onlar da yürütsün gitsin… Onlar giderken biz dönüyorduk, ama dünya gibi.
-Bu içimi rahatlatıyor tabii, ama kötünün elinde piyon muydum diye düşünmeden de edemiyorum…
-Satrançtaki tüm zeki hamlelerin içinde en yapıcı olanı piyonun vezir olmasıdır; herkes şaha mata bakarken… Oyunun içeriğinde müthiş bir farklılık ya da tamamen dışına çıkmak; belki de Tanrının ressamını kandırması, kendi resmini yapsın diye…
-Tatlı Tanrı Tuzağı...
-Geçen kendin için yazdığın gibi: Yaptığımızın doğruluğunun en büyük kanıtlarından birisin, başka bir yolun işe yaramayacağının; ve böyle küçük küçük ne kadar büyük gizlendiğimizin… Senin için bile henüz inandırıcı olmamasının kanıtı başarımız.
-İnandırıcı olmaması, başarımızın kanıtı diyecektin sanki!
-Yakaladın!
-Yakaladım… Şimdi sizi açığa çıkartmış olmadım mı peki?
-En son kötüler duyar... Anlamak bir ömür sürer, anlayışsızlık bir dakika…
-Bundan sonra ne olacağını görebiliyor muyuz, geleceği, peki?
-Gelecek diye bir şey yok, dışarısı var, merkez ve dışarısı; arası tarih… İyilik kaybetmez, gerisi tarih… Ve kader; kader senden kaçamaz. Yeteneklerini insanlardan korunmak için kullanan bir süper kahraman gibiydin; Tan’dan geldikçe yeteneklerinin etkisi azaldı, şimdi Şey’e varırken artacak; Şey neyse… Düşün, kimse yalan söylemiyor, çünkü söyleyebiliyor. Tüm hayat iyi-kötü edebiyat olmuş. Ama tanrıyla iletişim kuramıyorlar… Yalanı tanrı yaratmamış çünkü, bilmiyor, anlamıyor… Ne yaparsanız yapın sizden umudum ve umurum yok diyor tanrı insanoğluna; ama bana ne yaptığınızı açıklayacaksınız; haklı çıkmak için değil, ahlakınızı bana kanıtlamak için de değil; hakkı-ahlakı ben yaratmadım ama aklı ben yarattım; aklı kalan açıklasın; Adem’i böyle tanıyacağım…  Böylece, sen olmadan yalanın da, kötülüğün de bir anlamı kalmayacağından seni korumaya alıyorlar; hem de en akıllı kötüler… Ben mesela…
-Sen?
-Senle savaşan tüm o insanları düşün… Karşıtınla savaşırsın çünkü o kendi kötü yanındır.
-Ve canavarla savaşırsan canavara dönüşürsün…
-İşte ben de bu yüzden iyiyle savaştım… Demin dedim ya, yakaladın, diye… Benim dilim, Tan’ın dili. Seninki de öyle olsun hadi bakalım: “Adım Şey… Şeytan değilim, olmadığımı söylemek zorundayım... Çünkü şeytanım sanılacak; kötülüğü yönettiğim için; halbuki iyi yönettim, çığırından çıkarmadan. Şimdi ölümü yönetiyorum… Felsefe ölmeyi öğrenmek değildir demişti Tan, öğrenmek için ölmektir. Şimdi öğrendim, felsefe, felsefeyi önemsizleştirmek içindir, aynen ölümün de ölümü önemsizleştirmek için olması gibi… Ölümü nasıl önemsizleştireceksin… Felsefeyi ve kötülüğü, edebiyatı ve yalanı önemsizleştirerek… Neymiş mesela, sütun gibi bacakmış; halbuki bacak gibi sütun olmalı… Yeterince önemsizleştirdim sanıyorum bunları… Hem bunların hepsi cinselliğin görevini üstlenen şeyler, ölümü önemsizleştiren de o, cinsellik… Seksi pompalayacağız o zaman... Orgazm gibi ölüm olacak… Ölüm ölecek.”
-Yeni bir bölüm mü yazacağım o zaman yani; mesela: Seks Kitabı…
-Ölüm Kitabı… Ama sevişiliyor devamlı… Ölüm gibi aktarılacaksın böylece kuşaktan kuşağa. Geninin geni doğursun bakalım seni…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder