1 Temmuz 2019 Pazartesi

8. BASIM İÇİN SON SÖZ

8. BASIM İÇİN SON SÖZ

Bir sabah harika düşlerden uyandığımda kendimi bir katile dönüşmüş olarak bulmadım, adam da öldürdüğüm halde…
Adam öldürmeden katil olmadığıma emin olamazdım.
Ama katil olup olmadığımı anlamak için işlemedim cinayeti, ya da adı her neyse. Katil olmadığımı zaten biliyordum, ve biliyorlardı, o yüzden bana geldiler, Nütopya’yı okumuşlar, son günahı benim işlememi istediler, çok rica ettiler.
İki kişiydiler, özellikle Başkan Baba’dan etkilenmişler... Onu baz aldık dediler; tabii bir sonuca bağlamak lazımmış… Başlık da Baba Başkan olabilirmiş, ya da Başka Baba…
Aslında ben de kafamda hikayeyi devam ettirmiştim, kendimi öldürmeli miyim gerçekten diye düşünürken, yaşlı balıkçı şöyle diyordu:
-Bu kadarla bitti mi iş!
-Hikaye bu kadar.
-Git anana anlat sen bunları…
-En sevdiğim.
-Bak bana, kalanları birinin yönetmesi lazım.
-Ben yönetici değilim.
-Katil de değilsin.

Bulunabilir de değildim ama işte buldular.
İki kişiydiler ve iki zıt karakterdeydiler, ikiz kardeşler kadar zıt: Başkan Babaya biat edenlerden biri ve ondan nefret eden, kimseye biat etmeyenlerden diğeri.
Biat eden öne çıktı, ve öne çıkardı beni: Size biat edeceğim, dedi, bana biat ederler.
-Anlamadım…
-İnsanların çoğu neden iyi bir lideri izlemez?
-Nedenmiş?
-Zaten kendilerini iyi ya da lider sandıklarından… İki taraf için de iyilik kötülük önemli değil, efendilik ve kölelik derdimiz… Biz biat ederiz, gayet güzel söz dinlemişsek, nasıl suçlanabiliriz ki… Ama diğerlerine emir ver yeter, bense izlemeyi severim: İyi bir lideri izlememin daha iyi olacağını anladım… Antibiaçılar biat etmez, onlar kendilerine biat edilmesini isterler. Biat ettiğimiz lider kötüler genelde onların arasından çıkar, kendi kötü taraflarını üst düzeyde barındırıp sergilediği, sivrilttiği ve sivrildiği için, hem kızıp hem kıskandıkları kötü lidere dönüşmüşlerdir... Biz bilmeden yaptık deriz, bu, geri dönüşü imkansızlaştırıyor, ama işte bilmeden iyiyi de yapabiliriz. Antibiatçılar benim dediklerim yapılmadı der, bu da ileriye gidişi baltalar; ancak iki taraf da iyiye biat ederse çözülür her şey.
-Siz neden konuşmuyorsunuz?
-Konuşursam yönetmeye kalkacağımdan! Çocukluk arkadaşıyız biz… Dalga geçerdim onla: Bi-at, bi-ata krallığım, diye… Yollarımız ayrılmıştı; Nütopya’yı gönderdi, bak beni küçümsediğin gibi seni de küçümseyen biri var diye imzalamış, kendi kitabı gibi... Görüştük, neden olmuyor dedim… Cennetten Cehennemi seyrederken kibirleneceğimdenmiş; ama bu durumda bile yine de en çok kıskanacağım kişi Cehennemi yöneten olacakmış.
-Bunları artık geçelim... Sonuçta bunların hepsi aynı zaaflar, aynı kötü zaaflar; sizinkiyse iyi zaaf, yönetmeniz gerekirken yönetmek istemeyişiniz…
-Emir vermeyi sevmem.
-Yazmıştınız: Saldırı emri veremem diyor komutan, yeterince güçlü değiliz, yenemeyiz. Başkomutan şöyle çözüyor: Emri takım komutanlarına doğrudan verin, komutan da ordusunun peşine takılsın… Ben buradaki takım komutanı oluyorum, antibiatçı ise komutan… Siz kim olduğunuzu düşündünüz mü?
-Başkomutan olmamı istiyorsunuz. Ama dedim, ben emir vermem.
-Siz emir vermeyeceksiniz, siz emirsiniz.

Tabiatım icabıymış, biatçı ve antibiatçıların arasında bir tabiatçı.
Sorun şu ki, Başkan Babanın cidden öldürülmesi gerekiyormuş...

-O bir fıkraydı, siz ciddi misiniz?
-Evet, hatta siz öldüreceksiniz.
-Siz mi, ben ve kim?
-Sen ve sen. Katil olmayan sen ve adam öldüren sen…
-Tanrım neden biz?
-Çünkü içimdeki bu nefretle ben zaten yapabilirim.
-Çok seviyordu öldürdü derler benim için de…
-Bizimki adi suç sayılır… Halbuki sizinki bir devrim. Çünkü siz katil olamazsın. Bu, güç.

Evet, okumuş çocuklardı, iyi zaafları da buydu, okumuş olmak:
Varlık-yokluk aşamasında durum şöyleymiş: Öldürerek varlığımı tam olarak gösterip kanıtlayacakmışım…
Doğruluk-yanlışlık ya da iyilik-kötülük aşamasında: Güçlü olduğumdan doğru ve iyi de olacakmışım. Hem o bir katilmiş…
Güzellik-çirkinlik aşamasında: Katil olmadığımdan güzel bir şey olarak anılacakmış yaptığım, dahice bir sanat eseri gibi. Zaten yapabileceği bir şeyi neden yapsınmış sanatçı. Guernika mesela. Bunu neden yaptınız diyen Nazi'ye, bunu siz yaptınız demiş yaratıcısı…
Başkan Baba heykeli yapılacakmış, çirkin bir heykel, ülkenin belli köşelerine. Putları Yıkalım Putu olarak yapılmalıymış, düzey buymuş. (Kahraman Komutan'ı da okumuşlar; tamamını…) Demişim ki Nütopya’da, kötüyü ve yanlışı seviyor da çirkini sevmiyormuş insan. Gözüne sokulmalıymış, yanlış ve kötünün çirkin de olduğu.

Göze sokmak konusundaki ısrarlarından dolayı edebi ve ebedi, yani esas yaratıcı -gerçek yıkıcı- teklifimi göz ardı ettiler; gerçek dürüstlük yüksek ego gerektirir:
-Tarih başka kişilerle aynen böyle yaşansaydı böyle olmazdı, dedim. Kendini tekrarlayarak doğru tohumları bekliyor... Düşmanlarımız aynı tohumdan, sadece henüz bunu bilmiyorlar: Başkan Baba ve Edebiat… Derin devlet ve derin edebiyat aynı gizi saklıyor. Takiye ve kurgu aynı tohumdan geliyor, ikisi de hayal dünyası için değil de yalan dünyası için kullanılıyor. Zaaflarını buzdağının altına saklamışken, büyük insan, büyük yazar görülmek istiyor. (İlginç olmak için ahlaksız olmakta sakınca görmüyor.) Kendinden dürüstçe bahsedemediğinden egoist, narsist, slopsist, artist falan oluyor; ve başkalarını bunlarla suçluyor. Akım derken halkım, bokum derken okurum diyor.
-Yani yanlış tezler ve antitezlerin yanlış sentezinden geçelim artık diyorsunuz, sentez değil, anti-sentez lazım bize.
-A-tez diyorum.
-Kahramanlara karşı anti-kahramanlar değil de a-kahramanlar.
-E bravo…
-Aklımızdan geçenleri okuyorsunuz!
-O sizin aklınız değil… Karşınızdakinin söyleyeceğinize vereceği cevabı düşünebildiğinizden susarsınız, bilgelik budur… Yazmamış mıyım: Başkan Baba’ya edebiat eserlerini sunacaksınız, -felsefe zaten edebiattır, düşünce edebiatı- kendine mal etmesini sağlayacaksınız, çarpıtmadan yapabileceğini görünce şaşıracak ve sevinecektir; bunu gören dürüst edebiyatçı da şaşıracak ve üzülecektir, belki bu yoldan ikisinin de ruhlarını kurtarabiliriz... Gerçek diktatörün derin devlet değil, edebiat, yani derin edebiyat olduğunu anlayacak, hatalar yapacak; yoksa siz onu indiremezdiniz, o gider başkası gelir ya da. Bu arada edebiyatın nelere alet edildiği de anlaşılır: Faşizm iki yazar arasında başlar! Bir adamın bir adamı öldürmesi değil -insanlar ölür, ama doğarlar da- bir kitabın diğer kitapları yok etmesi, etkisiz kılması, ya da geride bırakıp esas kitap olması gerekli olan. A-kitap…
-A-kitap peki, kutsal kitap olmayacak mı sonradan? Bu kez o diktatörlüğünü kurmayacak mı?
-Ben varım…
-Yalnız bu evrim çok uzun sürer. 40 kere söylersek ya da yazarsak olur diyorsunuz, ama 41 kere tersini söyleyen ve yazan çıkacaktır.
-Maaşallah değil miydi o?
-A-ha, 42 oldu bile.
-Son günah olmaz zaten bu harika fikriniz, bize son günah lazım. Nütopya etkisini genişletecektir zaten zaman içinde, içten içe, şimdi indirelim, Başkan Baba’yı indirelim -hem Nütopya'nın reklamı olur- sonra halk üzerinde sizin dediğiniz gibi devam edelim.
-Eh, dedim bu noktada, buraya kadar gelmeniz bile hayaldi zaten, dünya pipodur, bir portakal gibi.

Bu durumun bana yararı da şu oldu ki, -diğer çok olumlu özelliklerimi biliyorsunuz- zaten katil olmadığıma emin oldum.
Yani birine âşık olmadan kıskanç olmadığınızı söyleyemeyeceğiniz gibi, paranın içinde yüzüp ona reddetmeden bonkör ya da cimri ya da antikapitalist olduğunuzu söyleyemeyeceğiniz gibi ve saire (ve saire diyerek yazar olduğunuzu söyleyemeyeceğiniz gibi), Tanrı -tanrısal ya da sadece kutsal- olabilmek için de katil olmadan öldürebilmeniz gerekir.

Peki nasıl mı öldürdüm?
Bir saatlik bir tartışmada oldu, televizyonda yayımlandı, canlı. İki tane çok sağlam hakem vardı: Birincisi insan hakem, ikincisi kenarda iki tarafın da uzanabileceği bir yerde bekleyen silah hakem; tabancaydı sanırım. İnsan hakem söz kesmelere, demagojilere, lafı uzatmalara… izin vermiyor, yapanı uyarıyordu, sarı kart, kırmızı kart. Nütopya boyunca yaptığım şeyin daha güzeli yapıldı: Yalanlar sergilenmedi, ikiyüzlülük gösterilmeye çalışılmadı, kaypaklık anlatılmadı; ne olurdu yapılsa? Firezofu Platona, Ateisti Tanrıya, Kötüyü Şeytana şikayet etmek gibi olurdu. Sadece engellendi, durduruldu, bunları yapmaya yeltendiğinde… Yarım saatin sonunda, uyarılmaktan terlemiş halde doğru dürüst konuşmaya başladı ve böylece tüm yalanlarından, ikiyüzlülüklerinden ve sairelerinden bağımsız ne kadar güçsüz olduğu ortaya çıktı… Halk izliyordu, ilkel düzeyde anlıyordu: Bunlar yüzünden güçsüz değildi demek, güçsüz olduğundan bunlara başvuruyordu… Ama bunu çabuk unutacaklardı… Kitap da okusalar kötülüğün mantığını kavrayamayacaklardı, çünkü yoktu bir mantığı; iyiliği öğrenemeyeceklerdi, çünkü öğrenilemezdi. Kötülük engellenmedi, güçsüzlük engellendi… Hayır, güç değil, güçsüzlük. Bundan sonra böyle olacaktı, gelmiş, geçmemiş…
Bir kez bile uyarılmadım... Hakem harikaydı, robot gibi, ya da bir yalan makinesi, süper kahramanlara ihtiyacımız yoktu, süper hakemlere vardı; kaleye geçen bir hakeme…
Bir saatin sonuna yaklaşırken rakibim sinirine uzandı. Kendine yönelse devrilmezdi; bana yönelse sadece devrilirdi; hakeme yöneldi. Onun tokadıyla devrildi…
İnsanlar şamar oğlanıyla yönetilmek istemez…
İşkenceyle öldürüldü, soyu, sevdikleri kurutularak…

Ne zannettiniz, ucunu açık, sonunu belirsiz mi bıraksaydım. Bu edebiat anlayışını sevmediğimi anlatmadım mı sayfalarca. Ya da yarattığım kahraman bir süre sonra kendini yazdırdı yalanına mı sığınsaydım; kifayetsiz yazarlar gibi; serbestçe kötülük yapsın kahramanım, ceza da yazmasın kendine; ölmesin bile… Neyse…

Nütopya’nın 18. basımına, hayır, o kadar yetmez, 58. ya da 158. basımına nasıl bir sonsöz yazarım bilmiyorum, şöyle bir şey olabilir belki:
Bir sabah huzurlu düşlerden uyandığımda kendimi bir diktatöre dönüşmüş olarak bulmadım, edebiatı da devirdiğim halde. Düşersen yenilmezsin, kalkarsan yenilirsin dedi diye eleştirdiğim edebiat anlayışı tarihe gömüldü çünkü, adam gibi edebiyat yapılıyor artık. Öğrenilmiş çaresizlik gibi öğrenilmiş yazarlık üretilmiyor. Vasiyetimin gerçekleşmesine gerek kalmayacak: Kafka’nın eserlerinin yakılmasına.
Ama bunun için ve bu sırada yapmam gereken şeyler vardı, yazmam gereken: Nütopya’da dışarıda bırakılacakları sergilemiştim, artık içeriyi yazmam gerekiyordu; tabii böyle bir şey yazılabilirse. Anlatılamayanın anlatılamazlığı ancak anlatılması denenerek anlatılabilirse.
Mesela şöyle şeylerle:
-Uçuruma fazla uzun bakarsan uçurum da sana bakar.
-Gökyüzüne biraz bakarak bile ilgisini çekebiliyorum ben onun.
-O bölüme daha gelmedim!
-Uçuruma fazla baktığından; dikkat et gökyüzü itmesin arkandan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder