III
-Seninle konuşmak mayın tarlasında yürümek gibi.
-Evet ama mayınları ben
döşemiyorum.
-Sen patlatıyorsun.
KAFE
-Merhaba. Bir şey rica edecektim.
-Menüyü getireyim.
-Hayır ne isteyeceğimi biliyorum.
-Buyurun.
-Beni evlat edinir
misiniz?
-Bunu nerden
biliyorsunuz!
-Ben bu romanın yazarıyım, sizinle tanışmaya geldim.
-Bu yaşıma kadar duyduğum en yaratıcı tanışma teklifi, iyi
yazıyorsunuz.
-Kaç yaşındasınız?
-Kaç olsun istersiniz?
-Kaç olsun istersem…
-Evet, bir yazar olarak bu sizin için daha doğru olur; ama ben 30
yaşındayım.
-Ben de öyle düşündüm.
-Kahramanın kendini dayatması diyorlar sanırım buna edebiyatta.
-Edebiyattan anlıyorsunuz… Umarım edebiyat da sizden anlar.
-Yazarsanız.
-Ama meşhur yapamayabilirim sizi.
-Zaten istemem. Ama okumak isterim.
-Belki sonra. Ama iyi aklıma getirdiniz… Yusuf Bey ve Züleyha Hanım’a
birer nüsha vereyim.
-Onları da mı yazdınız?
-Evet.
-Zor bir karar, ama kahramanları yazış sürecine dahil etmenin güzel bir
yolu. Yine yaratıcı.
-İlhamı sizden aldım.
-Zaten bulurdunuz.
-İşte bu sizin karakteriniz. Farklı bir kadın, hayır bu değil, yeni bir
kadın.
-Yeni mi?
-Evet yeni.
-Bu bir iltifat gibi, ama değil gibi de sanki.
-Olacak. Yeni bir iltifat olacak.
-Bu da sizin karakteriniz sanırım.
-Okumadan karar vermeyin.
-Kendinizi tanıyorsunuzdur. Yani yazarken.
-Yazıyla ilgiliyseniz bazen kaçırıyorsunuz. Hayatınızı.
-Her iki anlamda da.
-Aslında günlüklerime
bakıyorum şu sıralar.
-Yaşadıklarınızdan bir
şeyler çıkaracaksınız.
-Sentez kadın.
-O ben mi olucam?
-Sizinle bu yüzden tanışmak istedim.
-Yazı da
gidiyor değil mi bir yandan kafanızda?
-Kaç kadın var ki seni
yazmayı planlıyorum dediğinde, gururu okşanmayacak, ama sen kendimi yazmamdan
söz ediyorsun.
-Ben de sizi tanımış
olurum.
-Gerçek söyleşi,
tanınmak istenen kişinin konuşturulmasıdır. Ya birisinin kendini tanıtmak için
sizi konuşturması? Pardon ben gittim…
-Bir kahve içseydiniz…
-Yazıya dökülebilir, gideyim da evde içeyim.
-Yine beklerim.
YAZI MASASI
Kız hep ayakta kaldı:
-Oturmaz mısınız?
-Olur, zaten pek müşteri yok bugün.
-Olmayacak da…
Sonraları şöyle
konuşsunlar:
-Mesela dan diye
tanıştık, oysa romantik bir tanışma sahnemiz olsun isterdim.
-Tanışmalar-Yeniden
Tanışmalar diye bir bölüm koymayı düşünüyorum kitaba. Oradan bir tane
seçebilirsiniz…
-Ne zaman okuyacağım?
-Hemen şimdi.
TANIŞMALAR/YENİDEN TANIŞMALAR
1.
Kırmızı koltukta oturuyorduk. TV yoktu. Müzik seti TV yerindeydi.
Çalarken ona bakılırdı.
-Ne güzel sözler di mi?
-Benim İngilizcem pek yeterli değil.
-Sana çevireyim.
Böylece o güzel sözler sarkıcının
bize söylediği değil, benim ona söylediğim sözler oldu.
-Doğru çevirmedin ama güzel
çevirdin.
2.
Olimpos. Bikinili. Eli
çenesinde. Dirseği masada. Yazmamı izliyor. Sıcak. Bir an dirseği kayıyor
masadan, düşe yazıyor:
-Ay noolur bunu
yazmayın, valla bi daha yapmam, boşluğuma geldi…
3.
-Öğlen ne yiyeceksin?
-Bilmem, sen?
-Bilmem.
-Anlaştık.
4.
Merhaba birbirimizi
tanıyormuş gibi yapalım mı, dediğinde yanıma oturmuştu bile.
5.
-Güzel bir bayanla
tanışmak için mazeret bulma tatlısından sizde var mı?
-Maalesef. Yok.
-Boş gününüzde çıkalım var mı?
-Hayır.
-Gece?
-Üzgünüm.
-Herhalde bir sevgiliniz vardır?
-Yeni bitti.
-Peki ne kaldı?
-Sadece menüdekiler.
-Bir şarap rica edeyim o zaman, kan
kırmızı!
6.
-Ben başka birine âşık
olmuşum onun elinden tutmuşum sonra seni görüyorum yanına geliyorum âşık
olduğum kişi buna izin vermiyor. Ben de ona kızıyorum o sevdiğim adamdı şu an
bana ihtiyacı var yanına gidicem diyorum. Ama o kötü hissediyor, sımsıkı
sarılıyorum ona gelecem korkma diyorum sonra senin yanına geliyorum. Gerçek
gibiydi rüya değildi sanki.
-Sen beni aldatmış oluyor musun şimdi?
7.
İstanbul’a geldi. Haber verdi senin bardayım diye. Gittim. 2 arkadaşı
vardı, sevgili. Hemen tanışmayalım ayrı ayrı oturalım diye konuşmuştuk,
dikdörtgen barda karşılarına oturdum, ortada barmenler. Mesajlaşmaya başladık,
gülme ikonu eklemeden konuştuk, zaten görüyorduk.
-Hoş geldin.
-Ben o değilim.
-Yanılmam ben.
-Güzelmişsin.
-Geldiğine sevindim.
-Yanımda bir kişilik
boş yer var.
-Arkadaşlar var, ayrı
ayrı diye konuştuk hem.
-Gelip bana bir öpücük?
-Olmabsss.
-Arkadaşlarına söyle
başka tarafa baksınlar rahat kesemiyorum.
Ayşegül’ü kiraladım
ilgilerini çeksin diye. (Tanınmış bir şarkıcı oturdu yanlarına, arkadaşları
onla sohbete başladı.)
-İyi fikir zaten onlar
kendi halinde…
-Hadi tuvalete giderken
yanımdan geç boyunu göreyim, yürüyüşünü seyredeyim.
-Seyretmişsindir zaten.
Tuvaletten çıkıp aşağı inerken aniden arkasında olduğumu fark etti,
geri döndü şaşkın.
-Merhaba.
-Şşşt…
Beline sarılıp öptüm,
bıraktım.
-Hadi git.
-Gideyim mi! Peki.
Yerlerimize döndük ve mesajlaşma devam etti.
-Konuşmak yok!
-Evet kurallara aykırı
değil mi.
İki bayan arkadaşım
geldi, yanıma oturdular, neşeli neşeli konuşuyoruz, mesajlaşmak zor oluyor
artık, bizden tarafa daha dikkatli bakıyor, gece de ilerledi, içkiler de, artık
gülüşüyoruz, arkadaşları da arkadaşlarım da fark ettiler, özellikle benimkiler
inadına daha yoğun konuşuyorlardı benle.
-Sana bakmayı özledim.
-Aşk kavuşamamaktır.
8.
Göz doktorunun odasından çıktı, bana bir an dikkatli dikkatli baktı,
çantasına bir şeyler koyup dönüp tekrar dikkatli dikkatli baktı. Yerine oturdu.
Sekretere nasıl olmuş diye sordu. Sonra kalktı sekreterin yanına gitti. Döndü
yanıma geldi, bana doğru eğilerek, nasıl sizce dedi. İki ayrı renkte lens
takmış, onları gösteriyor. Eğilmeyin ben kalkayım dedim. Ayakta yüzlerimiz
birbirine yaklaştı. Uzunca bir süre öyle dikkatlice birbirimize baktık. Bilmem
ki, dedim. Karar veremedim. Sonra bir tanesini beğenir gibi oldu. Sekreter kız
sizin seçtiğiniz çok göze batacak bir renk değil, ne renk seçenler var, dedi.
Ben de destekledim, evet sizinkiler göze batmıyor. Sizinkiler çok batıyor,
dedi. Sonra alelacele toparlanıp çıktı.
-Bunlar burada mı
duracak?
-Sanıyorum… Aralara
serpiştirmiştim, ama burada daha güzel durdu.
-Tanışmalar başta olur.
-Burada sordunuz...
Üzerine konuşacağız zaten.
-Deneyin, beğenmezseniz
silersiniz.
-Silmek yok, koydum mu
kalır.
-Bu bir yöntem mi yoksa
uğraşmama mazereti mi?
-Yöntemli bir uğraşmama
mazereti…
YAZI
MASASI
“Doğaçlama diye bir şey
yoktur, anında beste vardır.” Jerry Garcia
E? Doğaçlamayı
tanımlamış olmuş!
O zaman?
Çeviri hatası…
KAFE
-Tüm kitap böyle mi,
yani bir kerede yazdınız?
-Öyle durması için
çalışmadım.
YAZI
MASASI
“Söz konusu notu bulmak
için bütün sabahımı Freud’un yapıtlarını karıştırmakla geçirmek istemiyorum.
Benim zayıf noktam da burada işte: Kültürümü eksik bir bellek olarak yaşarım.”
Roland Barthes
KAFE
-Tarzı bu oluyor.
-Üzerine çalışmıyor da
değilim. Roman yazmanın kolay yolunu buldum şimdi onu zorluyorum.
YAZI
MASASI
“Stendhal’de hiçbir
cümle bir sonrakini çağrıştırmaz ve hiçbir cümle bir öncekinden doğmaz. Her
cümle olaya ve düşünceye dikine tutunur.” Andre Gide
KAFE
-Thomas Bernard’ın
tarzı da aynı cümleyi tekrar tekrar kurmakmış, ama geliştirerek… Tam tersi bir
örnek de şu; Orhan Pamuk’tan bir cümle, romanının ikinci cümlesini, saygın bir
yayınevinden çıktı: “Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de
bambaşka gelişebilir miydi?”
-Bilseymiş keşke…
-Hayır kesinlikle düşündüğün gibi değil. Harika bir cümle bu.
Karakterin kararsızlığı, şaşkınlığı, üzüntüsü sadece cümleye değil cümlenin
kuruluşuna da yansımış, bir hata olarak kendini ifade etmiş. Yalnız yazarın kendisi
de görmüyor bunu yansıttığını. Bu daha da harika. Çünkü yazarının da görememesi
cümlenin eleştirel değerini anlatıyor, içerden yaklaşmış yazar olaylara, en
derininden, dedirtiyor, zaten nasıl görebilirdi ki hatasını, karakterinin
ruhuna girmek budur işte…
-İnsan düşünüyor, acaba göremediğim bir şey mi var diye.
-Diğerlerinin kaos
gördüğü yerde bağlantılar görürmüş Newton…
-Sizinkiyle Orhan’ınki farklı…
-Bir vahiy ile bir saplantı arasındaki fark…
-Bunu kim söylemiş?
-Hepsi benim aslında, ilgi çeksinler diye ünlü kişilere mal ediyorum.
-Bizim tanışma sahnemiz
hangisi olacak?
-Seçin…
-Burcumdan daha çok şey
söyler di mi hakkımda… Kırmızı koltuk ilerde olsun. Olimpos bana göre değil.
Neden kadınlara gitmiyorsunuz?
-Yazdığım gibi
olmayacağından.
-Mazeret bulma tatlısı…
-Mazeret yerine başka
kelime olmalı sanki…
-Onu yazdınız di mi?
Öyle bir konuşma gerçek olamaz…
-Haklısın.
-Rüyasında başkasına
âşık olan kadın… O da bir tanışma sahnesi değil…
-Esas kızla son
zamanlarımızın konusu o… Âşıkken ayrılanlar… Birlikte yapamayanlar…
-Neden yapamadınız?
Hem, esas kız ben değil miydim?
-Esas kızlar her zaman
esaslı olmuyor…
-Bardaki mesajlaşma da
güzel… Her kadın yaşamak ister… Aşk kavuşamamak mıdır?
-Lovers are together
but not yet. Alain Finkielkraout
-Âşıklar birlikteler
fakat henüz değil…
-Hiç de olamayacaklar…
-Sonunu söylediniz…
-Bir de iki kadının tanışma sahnesi var. Şöyle bir şey, daha
tamamlamadım.
-Zaten böyle olması gerekir.
-Adları size uyarlayalım:
9.
Züleyha ve Yusuf gayet güzel konuşurken bir gece yarısı, Aslı arar ve
kafedeysen bir uğramak istiyorum der, yalnız beni taksiden alman lazım…
Taksiden aldıktan sonra Yusuf ve ortaçağ döneminde giyilen bir kadın
kıyafetiyle Aslı içeri girerler. Maskeli balo tarzı bir partideymiş, taksiden
inince o kıyafetle sokakta yürümek istememiş… Neşeyle yanlarına oturur, güzel
bir muhabbetin ortasına tüm güzelliğiyle gelmiştir. Partiden bahseder, kendi de
kıyafetine gülüyordur. Züleyha’nın ağzından bir anda şu cümle çıkar:
-Çıldırmış bu insanlar.
-Tümünü ne zaman okuyacağım?
-Sizi oturtunca…
YAZI
MASASI
-Yazdıklarını okumadan
önce seni tanımak istiyorum.
-Yazdıklarımı beni
tanımak için okuma kendini tanımak için oku.
KAFE
-Belki biriyle
tanışırsınız.
-Belki hayaliniz yeter.
YAZI
MASASI
Hangisini tercih
ederdin, seni tanıdıktan sonra yazmamı mı, tanımadan önce seni çizmiş olmamı
mı?
KAFE
-Fantezi kalırım belki.
Bunu Züleyha hanım ile konuşmuştuk.
-Biliyorum.
-Siz yazınca bu benim
karakterim oluyor mu peki…
-Bunu çözebilmiş yazar
yok.
-Ya hayatın planlı
olmasını sevmiyorsam...
-Neyi plan olarak
gördüğüne bağlı. Seni itmeyi planlıyorum... Bu plan. Seni öpmeyi planlıyorum...
Bu plan değil.
-Yazdıklarınızda
oynayabileceğim güzel planlar olabilir.
-Oynamanızı
istemiyorum. Yazdığım umurumda değil. Değilse geçelim.
-Benim umurumda. O
sizin Beyaz Atlı Prensiniz…
YAZI MASASI
“Neden hep bizi çektiğini
anladım, kameranın arkası daha az gerçek değil mi. Böylece gerçek değilmiş gibi
yapabilirsin…” Blair Bitch Project
KAFE
-Kadınlara karşı yazdıklarınız
müthiş.
-Yazmasam çıldıracaklardı...
- Önceleri
sert gelmişti sert yazmanız. Ama öyle olaylar okudum ki daha da sert
yazmalıymışsınız demiş biri… İnsanlardan nefret ediyor musunuz? Kızgınsınız ama
nefret?
-Ben onlardan
korkuyorum.
-Hadi canım!
-Köpekten korkar gibi.
Korkuyorum ve kokuyorum, köpek gibi alıyorlar korku kokumu, saldırganmışım
gibi…
YAZI
MASASI
“Diğerlerini ezerek baş
eğdirmeyi öğrenememiş adamlar yaşama kendilerinin korkak olduğu kanaatiyle
girerler.” Rollo May
KAFE
-Hep böyle miydiniz?
-Bir zamanlar
düşmanlığı algılamayan, uyarıldığımda da umursamayacak kadar mutlu bir
hayattaydım.
-Sonra ne oldu?
-Dünyaya düştüm.
YAZI
MASASI
“Nietzche, Proust,
Baudlaire ya da Rimbaud, modalarının çalkantısına rağmen ayakta kalıyorlarsa,
bunu, zalimliklerinin çıkar gözetmemesine, şeytani cerrahilerine, hınçlarının
cömertliğine borçludurlar. Bir eserin dayanılmazlığını sağlayan, eskimesine
engel olan şey acımasızlığıdır. Rastgele bir tasdik mi? Bir kitap olarak
değerlendirilirse, İncil’in, o saldırgan ve zehirli kitabın itibarına dikkat
ediniz.” Cioran
KAFE
-Bana bağırırken ne kadar acı çektiğini gördüm demiş sevgiliniz. Bu
sonuncusu mu?
-Bunu bilmeniz mümkün değil!
-Siz
yazıyorsanız mümkün!
YAZI
MASASI
-Öfke korkunun
ilanıdır. Korkuyu kaybettiğinde her şeyini kaybetsen bile öfke duymazsın...
KAFE
-Kadınların Kısır
Kibarlık Kıstasları demişsiniz: “Çok ters huyunu gördüm ama bir kez bile sesini
yükseltmedin.”
-İkiyüzlü ol, ciğerimi
ye diye anlıyorum ben bunu…
-Sesini yükseltme,
ciğerimi ye…
-O daha güzelmiş…
YAZI
MASASI
-Açıkça kötü bir ruh
durumunda olduğumu söyledim... Evet adil değil sözlerim ancak söyledim...
Anlayışlı olma sırası bana da gelebilir bir gün…
KAFE
-Bazıları aslında iyi niyetli. Onlara da çemkirmişsiniz.
-Bazıları aslında iyi niyetli. Onlara da çemkirmişsiniz.
-Haksız olduğum durumların da bulunmasını
istedim.
-İyi mazeret.
-Benim ters durumlarım
pek olmuyor; bana karşı anlayışlı olmak pek gerekmiyor. En azından başta…
-Sonra?
-Gözüm döndükten sonra
da anlayış falan dinlemiyorum…
-Belki de yazmak için
böyle bir ateşlenmelere ihtiyacınız vardır…
YAZAR
DUVARI
“Yetenek belki de
yüceltilmiş öfkeden başka bir şey değildir.” Adorno
KAFE
-Peki ya, götünü sikmek
ilk düşüncemdi dediğim kadın?
-Aydın kişiliği yokmuş
sizde; kendini olduğundan farklı gösteren zavallı insanlardanmışsınız; siz de
kendinizi olduğunuz gibi göstermişsiniz…
-Beni haklı bulman
hoşuma gidiyor.
-Pek haklı
bulunmazsınız siz, ondandır.
-Sert laflarına sert
karşılık verince, beni kızdırmak istiyorsun ama başaramayacaksın derler;
halbuki kızdırmak istesem sakin davranırım ve dalgamı geçerim, o zaman da
kurtuluş yok…
-O zaman işte âşık
olurlar…
-Aptal müritler ordusu!
YAZAR DUVARI
“İyilik yapmaya devam et. Karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, sen
o iyiliğe layıksın." Che Guevara
KAFE
-Küfür size yakışmadı
diyene, ama sana yakıştı diyorum… Bu duruma sokmamalı insan kendini, ben eder
geçerim… Bir kadın hayvanat bahçesinde kutup ayılarının havuzuna atlıyor.
Ayılar insaflı davranıp epeyce yaralıyorlar kadını. Kadını kurtaran görevliler
haneye tecavüzden dava açıyorlar... Ne güzel değil mi... Bana güzel geldi...
-Nasrettin Hoca'nın
peşin peşin çaktığı tokatlara benziyor sizinkiler...
-Yaşam ne kadar
saldırgansa o kadar saldırganım. Fazlası faşizme, azı kapitalizme girer...
Doğuda tuvaletsiz köy okulları varmış; oralara yardım için bir ilan
düşünmüştüm; sadece bir başlık: “Ağzınıza sıçıyım!” Altta da okulumuz
tuvaletsiz kalmasın türü bir kampanya için internet sitesi, hesap numarası
falan… İşlerime bakmak isteyen bir kadın sayfada ilk küfrü görünce seni terbiyesiz
diye silmişti beni…
-Üzerine falan mı
alındı? Küfre karşıydı belki?
-Babası çok ettiğinden
ya da hiç etmediğinden…
-Küfürsüz bir ilan
yazılamaz mıydı?
-Tuvaleti olan bir
okulda o çocuğa öğretilebilir bu.
-Zaten sizi seven
kadınlar bu tavırlarınızı çok güven verici bulmuşlar...
-Güven sevgiyle alakalı
bir şey olmamalı… İnsan kendini sevmeye karşısındakinden başlamalı.
YAZI
MASASI
-Egoist kadının çocuk
doğurmasına karşıyım, benden çocuk doğurmasına tamamen karşıyım.
-Ben de düşüncesiz
erkeğin baba olmasına. Biliyorum ki beni nasıl düşünmüyorsa ilerde çocuğunu da
düşünmeyecek. Böyle bir erkek tohumlarını asla içime bırakamayacak.
-Karnında çocuk varken
ya da daha sonrasında seni aldatana kadar çoğu erkek senin için kendi hislerini
yok sayabilir. Kendine güvenen ve çocuğuna da bu güveni verecek bir erkek
istiyorsan, o erkek sana kendi duygularından söz edecektir. İleride çocuğunun
babası olacak kişinin duygularından.
KAFE
-Bazen düşünürüm;
anlatmak diye bir şey yok sadece anlamak var… Anlıyorsunuz ama ben
anlattığımdan değil…
-İletişim yok mu yani?
YAZI MASASI
-Peki erkekler kendilerine âşık olmayan bir kadına nasıl sahip
olduklarını düşünebiliyorlar? Âşık olmadıklarından... Evet, güzel cevap. Aşk
yok, bari sahip olalım! Buna tecavüz derler...
KAFE
-Kadınların tarafında görüşleriniz de var.
-Erkeklere karşı, diyelim.
-Mesela şu, devrimci:
“Ben bir erkeğim ve emin olun sizden dana çok kadın tanıdım. Eminim siz benim
kadarını tanımamışsınızdır. Hangi kadın bir erkekten daha fazla kadın
tanıyabilir ki. Sizce kadınlık konusunda siz bir kadın olarak mı ben bir erkek
olarak mı daha çok konuşabiliriz.” Bir kadını derinlemesine tanırız
diyeceklerdir buna…
-Bir kentte
çocukluğundan beri yaşıyor olman dünya kentleri konusunda konuşabileceğin
anlamına gelmez; bir gezgin olman gerekir bunun için…
-Bunu anlamayan kadın
zaten aptaldır; ama sadece söz konusu siz olunca…
-Sizde sevdiğim şu:
Erkeklere kadın olarak karşı değilsiniz insan olarak karşısınız… Kadınlara da
kadın kadın bakmıyorsunuz…
-Siz de ukala değilsiniz;
iltifatımı es geçtiniz…
-İltifat olarak
almadım…
-Züleyha Hanım ne dedi bunları okuyunca?
-Offf
-Hatırladım!
-Daha okumadınız!
-Şu yazınız hatırladım: “Beni bir cadı gibi göstermiş! Bu tür
yakarışları edebiyat iplemez. Seni cadı gibi görmesi o yazarı bir edebiyat
azizi yapabilir. O zaman sen bir cadısındır. Sanat eseri haline getirilmiş
basit insan yaşamlarını anlatan edebiyat, asla tarihe geçmeyeceği için o basit
insanlar, onların en büyük kurtarıcısıdır... Cadı olun ya da olmayın...”
-Bir de şu: “Bir aşk yaşıyorsunuz; bir de bakıyorsunuz sizin
bilmediğiniz bir üçüncü kişi daha varmış; aslında aşk o diğer ikisi arasında
yaşanıyormuş; siz vakit geçirilen ya da esas aşkı unutturacak kadın
rolündeymişsiniz: Gerçek hayatta bırakıp gidebilirsiniz ama romanda görevinizin
başında bulunmak zorundasınız.”
-Yusuf Bey tam bir edebiyat karakteri o zaman; sizin bu istediğinizi
yapıyor.
-Kitabı okumadan güzel bir eleştiri. Bu gelebilir…
-Yusuf Bey ne dedi okuyunca?
-Sizce?
-İyi, demiştir. Hatta onu bile dememiştir.
-Güldü sadece.
-Züleyha çok önceleri
şöyle yazmıştı bana: Deneme kitabın daha uygun olabilir yayımlanmaya. Tarzın
daha yatkın çünkü. Diğerlerinden olumsuz yanıt gelirse ver bana, yaratıcı ve
anlatıcı olarak paylaşalım kitabı... Ve yeniden deneyelim bastırtmayı.
-Ayıp bir şey bu. Siz
ne dediniz?
-Ayıp bir şey bu dedim…
-Peki ilk anda ne oldu
Züleyha Hanım ile? Yani yıllar sonraki tanışmanız, yeniden tanışmanız?
-Yusuf tanıştırdı,
tanıyormuş gibi yapmadım. Hatta yazmamışım gibi yaptım… O da uydu…
-Oynasın hatta, böyle
kadınlar var di mi diye sorsun Yusuf’a.
-5 numaralı sahne
mesela…
-Kafeye bir kadın
girsin ve bunu bana söylemiştin Yazarım, başka bir kadına yapıştırman ayıp
değil mi desin…
Şöyle konuşsunlar:
-Sağ ol valla, senin dediğini dinledim bak şimdi çok mutluyum. Hani
evlenme o adamla demiştin ya.
-Demek evlenmedin.
-Yo evlendiğimiz için mutluyum.
-!!!
-Evlenmeme olasılığını hiç düşünmemiştim, senin sayende düşündüm,
evlenmek istediğime gerçekten emin oldum. Sağ ol…
-(Salak, evlenme o adamla, evlen bu adamla demek istemiştim!)
-(Sensin salak, ayrıldık.)
-E hani mutluydun.
-Mutluydum çünkü evlenmem doğru karardı, o zaman o gerekiyordu.
-Şimdi ne değişti peki?
-Dediğine geldim. Evlen bu adamla demiştin ya.
-(Salak!)
-(Sensin salak!)
-Peki sizi seven o son
kadın?
-Onun lafları ben
yazmışım kadar güzel, canlandıralım mı?
-Tamamıyla gerilme
sebebin bendim, fazla yaptırımcıyım, dediğim dedik diyenlerdenim ve konuşurken
bile hem sahiplenme duygusuyla, hem de ben doğrusunu bilirim havasıyla
davranıyorum, ve sen özellikle sabah ne işim var benim bunun yanında bakışıyla
bakıyordun.
-Size hiç yakışmadı.
-Bozmayın, oynayın…
-Ondan sana dönünce
neden kabul ettin beni?
-Aşk bir yana, sen
olmayınca ben mantığımı kaybettim… Artık bir şey öğrenemeyeceğimi, bana bak
doğru budur, sen kör müsün, diyecek insanın olmamasını… Garip aslında, ama
sanki yönümü kaybettim ben. Pusula sendin… Ve ben onu aptalca bir şey için
kaybetmek istemedim… Budur...
-Böyle akıllı olmanın
yanında anne olmak çok basit kalmıyor mu…
-Bu tam benim lafım
oldu… Ben
seni bilmediğin bir biçimde seviyorum. Tüm bağırmalarına, hakaretlerine,
kızmalarına rağmen evet çok seviyorum. Her şeyi onursuzca kabul ettim. Şimdi
söylediklerin sadece canımı acıtır. Çünkü sana baktığımda, bir yazını
okuduğumda, bana sarıldığında, kötü olan, çirkin olan hiçbir şey kalmıyor. Bu
kadar büyük yani.
-Onursuz olduğunu
kabul etmiyorum; ama çok ot
adamlarla çıkmışın… desem kızarsın şimdi…
-Yooo kızmam, öyle
olduğunu biliyorum, bu yüzden daha çok sarılıyorum sana… ama
-Çok
-İp üzerinde hissetti
kendini. Beni de ip zannetti. Halbuki alttaki ağdım.
-Başkasıyla olmanıza
rağmen.
-Beyaz
Atlı Prensin seni aldatırsa, ne yapacağını Züleyha’ya söylemiştin.
-Anlattı
mı?
-Arkandan konuşmuyor.
-Sorun değil, böyle bir
kafe dedikodusuz olur mu…
-Hayır o konuşmuyor,
ben yazıyorum ya.
-Ha! Şu hikaye… Yo
alınmayın hoşuma gidiyor…
-Bunu sana nasıl
kanıtlayacağımı düşünüyorum.
-Var olmadığımı mı bana
kanıtlayacaksınız… Adem’imi bulursam bu sizin gerçekten bizi yazdığınızı
gösterir. Çok büyük bir hayalin gerçekleşmesi gerçekte olur mu?
-Bu Züleyha’nın
düşüncesi.
-Sizin yanınızda böyle
hissediliyor.
-Kötü.
-İyi. Kendimi eksik
hissetmeyi bekliyordum doğru birini bulduğumda.
-Doğru biri?
-Devam edelim… Bir aşk
insanda bugüne kadar yanlış, eksik, fakir yaşamış olduğu duygusu uyandırıyorsa
üst bir aşktır…
-Ben bir kadını sevdim önce. Şimdi seni seviyorum.
-Ben bir erkeği sevmedim mi önce?
-Sen doğrudan beni sevdin.
-Hep iki adam oluyor hayatımda.
-Eski sevgilileriniz ve
şimdi de?
-Yusuf bey ve siz.
-Karşılaştırmak iyidir.
Tüm ilişki boyunca. Sizin kurduğunuz tarzda bir ilişki tabi.
-Sizin için sizin
kurduğunuz tarzda. Birlikte de olarak.
-Yusuf öne geçti
burada, 1-0. Ya da bu 2 gol mu sayılmalı?
-Golleri atan sizsiniz,
Yusuf Bey sahasından pek çıkmıyor.
-Benden bu yüzden
çekici buluyorsunuz. Onu…
-O benim patronum,
demeyeceğim.
-Onla ilgileniyorsunuz.
-Bunu düşünmeniz hoşuma
gitti.
-Ben de sizin
yazarınızım.
-Bunu düşünmeniz de
hoşuma gidiyor.
-İki erkeğe de
gülücükler dağıtan bir kadın mı olacaksınız?
-Çapkın bir erkekle
aranızdaki tek fark sizin çapkın olmamanız.
-Yazmıştım.
-Aynını bana uyarlayın
Yazarım.
-Anladım. Ama yine de
sonumuzu merak ediyorum.
-Yazar olduğunuzdan!
Bense yaşıyorum ve sonuma daha çok var, yani öyle hissediyorum, Tanrıyla bir
anlaşmam yok yoksa.
-Yazarınızla bir
anlaşma önermeli miyim?
-Yazarım olduğunuzu
düşündüğünüz sürece size ilgimi söyleyemem. Yusuf Bey’e ilgim de mesela 4
numaralı sahne olabilir.
-Ben de şu anda bir
roman kahramanıyım. Mazur görün.
-Bu konuşmayı alacak
mısınız?
-Sanırım.
-Peşimdeki bir âşık
gibisiniz, ama bu size pek uymuyor.
-Bana uymayanı
yazılarımda olurum…
-Yine de size
uydurabilirim; Unamuno’dan yaptığınız alıntıda:
-Beni benim kadar… Tamam, biraz daha
edebiyat konuşalım.
-Yapıttan konuşmak onun
yeterince iyi yazılmadığını gösterir, denir.
-E, göstersin...
-Anlayamadım, denir.
-Daha fazla konuşamam…
-Şu kendinizle iki farklı insanmış gibi
konuşmanız… Yazarlarda şizofren bir taraf vardır ya.
-Belki de edebi anlamda
bir beceriksizliktir, becerememişimdir kişilerimi konuşturmayı.
-Belki bu yüzden güzel.
Becerememiş olmanızın hikayesi…
-Sonunu okuyucuya
bırakmak vardır ya edebiyatta, vârisi yok hayır kurumuna ya da fakirlere
bağışlıyor mirasını…
-Karakterim, anlatmak
istediklerim ve yazış biçimim kahramanlarıma bastı diyebilirsiniz ve bu, bunun
romanı olur…
-Ya da karakterler
oturmamış diyene, zaten onların da oturmuş karakterleri yoktu derim.
-Espri olur sadece!
-Mesela 2 kadını
özellikle aynı tarz konuştururum çünkü zaten hayatta da aynı vasat cümleleri
kuruyorlardır.
-Koyun… Bunları koyun
romana…
-Edebiyat asla yaşamın
kendisini anlatmazmış, yaşam üzerine bir hikaye anlatırmış. Hah…
-Edebiyat bizi aldatmayan bir yalanmış, yalan olduğunu gizlemiyormuş...
-Gizliyor da, ustalıkla
yaptığından…
-Yoksa duvara
toslanabilir.
-Fethi Naci’nin
Edebiyat Yazıları. Sayfa 148. Çok iyi açıklıyor neden roman kurgusu için
çalışmadığımı…
-Bu kitabı almak
zorunda mı okur?
-Bilmem, buraya
yazmışım, o açıklamayı hatırlamıyorum, kitabı da verdim...
-Yayınevinin adını ve
kaçıncı baskı olduğunu da söylemeyin, başka bir baskısını da alsa, arasın.
-Zorluyor muyum yine?
-Roman asıl yaşamdakinden daha kolay anlaşılır, dolayısıyla daha başa
çıkılabilir bir insan soyu göstererek, kendimizi anlayışlı ve güçlü sanmamızı
sağlar, demiş Forster.
-Her roman değil demek…
Kahin adlı öykümün sonunda şöyle der Kahin: Tüm hayat boyunca farkına
bile varılmamış duygular ortaya dökülecek, paylaşılmamış sırlar açıklanacak;
siz onlar için böyle bir son görebiliyor musunuz?
-“Neden deneme?”
sorusuna verdiğiniz cevapta da mesele ettiğim şeyleri resmetmektense
fotoğraflamak istedim demişsiniz...
-Tanrı yazar gibi
yazdım işte…
-Belki de eski
zamanlardaki gibi dolu Tanrı vardır ve birbirleriyle çelişiyorlardır.
-Belki de Tanrılar
hayatlarımızın girdisiyle çıktısıyla ilgilenmiyorlar. Hayat muhasebesini biz
yapıyoruz sadece, onlar az dokunuş ve sonuçla ilgileniyor.
-Bir savaşı nasıl
kazandığımızın önemi yok mu yani, gururla ya da kalleşlikle?
-Belki Tanrı için gurur
ya da kalleşlik de yoktur. O uyumluya bakıyordur sadece.
-Neyle uyumlu?
-Kendisiyle... İnsan
plan yapar tanrı güler, diye bir laf var, muhtemelen yanlış anlaşılmış, hatta
belki yanlış amaçla yazılmış: Sen ne yaparsan yap benim dediğime geleceksin
diye gülmez çünkü Tanrı; planları ruhuna yakışmayan insanın rüküşlüğüne güler…
SON
Buraya kadar.
Aslı’yla olup bitenleri
okuyamayacaksınız.
Ama şu kadarını
söyleyeyim, eski iki ilişkisi gibi olmadı. Yani bana verdi. Ki bu her şeydir.
Bazı noktaları da
paylaşıp gidelim.
Şunu kim konuşuyor
olabilir?
-Çağırsana gelsin.
-Gelemez, yazıyordur
şimdi.
-Ne yazıyor?
-Bizi.
Aslı ile Züleyha…
-Peki ama o vermek
tabirine kızmadın mı? Ki bu her şeydir dememe?
-Sarımsak kokusu olarak
aldım…
-Bana fasa fiso
anlatmayın, düzüyor mu sonunda karıyı? Flaubert demiş bunu.
-Doğru mu acaba?
-Düzdüğü mü…
-Peki o zaman, madem
açtın… Cinsellik konusunda bir şey kaçırdığını düşünmüyorum; o son sevgilim 30
küsür yaşında ilk defa benle birlikte olmuştu ve bir dolu kadından üstün bir
özelliği vardı: Farklı orgazmlar olabiliyordu. Genelde kadınlar alıştıkları tek
bir tarzda orgazm olurlar. Yine de ona demiştim ki, bugüne kadar cinselliği
yaşayamamış olman beni hep düşündürttü; belki de erkek arkadaşların sana
cinselliği yaşatmalıydılar.
-Sen çok iyi bir
insansın.
-(Ne yaptım şimdi ben…)
Aynı mantıkla uyaracağım seni: Standartları düşürmeyelim, bu normal insan
özelliği olmalı.
-Bana anlattığın o
Gümüşlük’te ağlayan genç kız ben olayım. Onun büyümüş hali. O gün seçim yapmış
olayım, anneme benzememek için.
-Sonra da hep benim
gibi birini ara ve bana denk gel… Ama annen iyi biri demiştik
-Annem üveydi…
YAZI
MASASI
Benim Aslı’yı kurduğum
gibi Aslı da kendini mi kurdu?
Ne de olsa insan
insanın kurdu…
YATAK
-Anlatayım şu anneyi o
zaman:
Arkadaşımla
karşılaşıyoruz tatilde deniz kenarında… İçiyoruz yüzüyoruz… Sonra koyun öbür
tarafında doğru yürüyüp onun arabasına bineceğiz. Giyinirken havluları bir
süreliğine bana veriyor. Koyun sonunda bir bakıyorum onun elinde hiçbir şey
yok, tüm koyu elini kolunu sallayarak yürümüş, tatilde ya, ben de hizmetçisi.
Bu tavırlarını daha önceden de biliyorum… Artık rahatsız ediyor…
Arkadaşı arıyor bir
kafeye gideceğiz beni de davet etti, murat da geliyor, arabayı kullanacak diyor
arkadaşına!
Ben kullanmayacağım
diyorum arabada. Görevimmiş de kaytarıyormuşum gibi bakıyor… Suratını asıp
biniyor, arabasını çalıştırmaya çalışıyor, araba çalışmıyor… Yardım etmeye
çalışıyorum olmuyor…
Ben geçiyorum sürücü
koltuğuna ne olabilir acaba diye, ilk denediğimde çalışıyor… Ona bırakıyorum
tekrar koltuğu, arabayı kaldırırken motoru durduruyor yanlışlıkla ve bir daha
çalıştırmayı denediğinde yine çalışmıyor, ben geçince çalışıyor… Yazmıyorum
gerçekten böyle oluyor…
Böylece ben
kullanıyorum, herkes şaşkın, araba da mı kızgın…
Kafeye gidiyoruz,
Limon, gün batımını fotoğraflamaya gelinen bir yer…
Orta yaşın üzerinde bir
kadın arkadaşı ve o kadının iki yetişkin kızı da var… Olayı espriyle karışık
sitemle karman çorman anlatıyor…
Havalı arkadaşına
bakıyorum; beni tutar mı?
Hayır:
Şarabının ilk kadehini
bitiyor, Murat diyor, şarabımı koyar mısın… Soru işareti yok…
Sakinim, işini mutsuz
yapan saygılı bir garson gibi şarabını koyuyorum ukalaca uzattığı kadehine…
Karar verildi,
kibarlığı bozmadan biraz daha oturacağım, hesabın bir kısmını koyup, lafın
gelişi izin isteyip kalkacağım; işte o sırada genç Aslı ile tanışıyorum:
İki kızdan küçük olanı;
az konuşan, ablası ve annesi kadar frapan giyinmemiş; şarabım bittiğinde uzanıp
sakin sakin koyuyor…
Tüm gece ben susar,
kadınların gevezeliklerine takılmamaya çalışırken, onun da hep ağlamaklı
olduğunu sonradan fark ediyorum…
Benle birlikte onlar da
kalkıyor; otelime giden sapakta bırakıyorlar beni, 100 metre ilerde otelim,
bıraktıkları yer ıssız, yabancı, gece; farkında değiller.
KAFE
-Evet, ben bu kız
olayım…
-Kitabı yazmama
katılman hoşuma gitmiyor.
-Neden gülüyorsun o
zaman?
-Seni kızdırmak
istedim.
-Kitaplığın
düşündüğümden küçükmüş!
-Önemli olan da bu
değil mi zaten… Yedim yuttum işte.
-Kavga da etmemiz lazım
çünkü çok güzel bir barışma sahnesi var: “Bana bunu nasıl yapar diye
sinirlendim ve telefonumdan numaranı sildim. Onunla da yetinmedim arama
kaydından da sildim. Aramak istesem de arayamayayım diye. Ve, bütün gece aramak
istedim ve arayamadım... Pişman oldum. Belki de buna ihtiyacım vardı. Sonra
oturdum Kahin’i okudum. Bir kez daha pişman oldum. Sana yalan söylemeyeceğim.
Ve senin ne yaptığını söylemeyeceğim, sen biliyorsun zaten. Birbirimizi
tanımadığımız için bu saçmalığı bir kez olsun unutalım. Ben seni özledim
özlüyorum, aklımda kaldın, senden öğreneceğim çok şey var, esirgeme. Sussan da
orda olduğunu bilmek istiyorum çok güzeldi. Ekle beni hadi bir kez daha aynı
haltı yemeyeceğim.”
-Beni alt ettiğin bir
kavga sahnesi de istiyorum… Mesela aylarca her sabah kahvemi getireceksin; ben
istediğimden değil de bunu yapmayı sevdiğinden ve ben sana şöyle kızacağım
aylar sonra: Kahvenin yanında soğuk su sevdiğimi hâlâ anlamadın, her seferinde
kalkıp kendim alıyorum.
-Nasıl? Ben sana kahve
getirmeyi seviyordum, sen de kahveni kendin almayı… Başka ne olacaktı?
-Şu anda Yusuf ne
yapıyordur acaba? Ya diğerleri…
-Yazalım:
Mecnun, Züleyha’yı
aldattığı kadından sonra Leyla ile birlikte olur. Ona gerçekten âşık olur. Ve
daha da yetişkindir artık. Tabii kendi açısından! Leyla terk eder onu. Hiç
sebep gözükmezken. Bir zamanlar Kerem’i tanımıştır Leyla. Artık Mecnun ona
yetersiz gelir. (7 numaralı sahne.)
Bir zamanlar Mecnun
onun için biçilmiş kaftandı, ama artık aklı karışmıştır Kerem’le, daha
fazlasını ister; neyden daha fazlasını? Kendinden… Bu istekler kendisine uygun
mudur? Onu bilmez, bakmaz ona. Kendi yetersizlik hissini doğru tahmin edemez ve
Mecnun’u yetersiz görür. Halbuki birbirleri için yaratılmışlardır.
Yetersizliklerin uyumu.
Hadi onu da yapalım:
Mecnun, yurtdışından
gelmiş Sinyorita Juliet ile tanışır. Sinyor Romeo ile harika aşkları bitmiştir.
Harika olsa da bitecek
fikri… Yusuf ile Züleyha birlikte olsa da bitecekti.
Ve şu Beyaz Atlı Prens
masalıyla kitap biter:
Sonra bir gün
karşılaşırlar. Masalda değil ama gerçekte. Prens sarhoştur. Prensesi onu
seyisiyle aldatmıştır. O da gidip bir fahişeyle yatmıştır. Ona iki kat para
vereceğini söylemiştir, tek istediği bütün gece koçum, erkeğim, kocacım değil
prensim benim demesidir. Ama alışamamıştır bu fikre kadın, prensim demek tuhaf
gelmiştir, para için bile yapaylığın bir sınırı vardır, yine koçum, erkeğim,
kocacım lafları kaçmıştır ağzından, istenen kelimeyi ararken; bozulduğunu,
durulduğunu görünce prensin, bahşişi kaybetme korkusuyla, aslanım, kaplanım da
demiştir; hah, demiştir sonra, aklına gelmiştir kelime, bir kelime; kralım
demiştir, kralımsın.
Prens olduğundan bile
şüpheli bir adamın kral olması…
YAZI
MASASI
Kral olduğunu
düşünmesi; erkeğin orgazm taklidi…
-Masala girme bari…
KAFE
Şapkasını saygıyla
çıkardığında kelleşmeye devam eden başındaki boşluklar görülür. Parası, değil
kadına, içtiğine bile yetmeyeceği için atını rehin bırakmıştır. Bir eşek
çalmıştır.
YAZI MASASI
-İlk kitabım için bir arkadaş çok fazla parantez kullanıyorsun demişti;
evet bunu geliştirmeliyim demiştim. Bunu görse... Tüm kitap bir parantez…
KAFE
Aralarında ilk anda bir
sihir oluşur ama çabuk kaybolur. İkisi de gençliklerini, güzelliklerini ve
umutlarını yitirmişlerdir.
Neden bu kadar geç
kaldın diye sitem etmeye hazırlanır kadın.
Söylenmemiş lafı
kılıcıyla keser adam, gına gelmiştir karı dırdırından bunca yıl, gelmemi neden
bekledin diye sorar.
Masaldan çıkılır.
Ama haksızlık diye
yakınır kadın, bu hikayenin yazarı erkek.
Aptal, der adam, sonra
sözlerini geri alır, ama yine aptal diyerek devam eder, daha iyi ya, seni hayal
ettiği gibi anlatmış, benim kadar sorunun yok.
Sensin aptal der kız,
sözlerini geri de almaz, ya olmasını istiyorsam. Ya hayal değil de gerçek olmak
istiyorsam, yaşamak istiyorsam.
YAZI
MASASI
-Ya masal değil de
hikaye olmak istiyorsam hatta öykü… hatta roman…
-Roman öyküden daha iyi
bir şey değil ki…
-Şiir olmak istiyorsam
ya?
-Artık çok geç.
KAF
-Sen yazıldığı gibi
olmak zorundasın… Ama istiyorsan hayal ettiklerini yazabilirsin.
-Tamam der Beyaz Atlı
Prensini bulmuş kız, sorunlu kadınlar yaratacağım o zaman, hayallerine
ulaşamayanlar, ulaştıkları hayallerin yanlış olduğunu anlayanlar, pişman
olanlar, orospu olanlar, olmadığını sananlar…
-Zaten der adam,
yazarım da beni böyle yarattı.
(BU)
SON
Ama…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder