1 Temmuz 2019 Pazartesi

1.5: BEYAZ ATLI PRENS (3)




III


-Seninle konuşmak mayın tarlasında yürümek gibi.
-Evet ama mayınları ben döşemiyorum.
          -Sen patlatıyorsun.

KAFE
-Merhaba. Bir şey rica edecektim.
-Menüyü getireyim.
-Hayır ne isteyeceğimi biliyorum.
-Buyurun.
-Beni evlat edinir misiniz?
-Bunu nerden biliyorsunuz!
-Ben bu romanın yazarıyım, sizinle tanışmaya geldim.
-Bu yaşıma kadar duyduğum en yaratıcı tanışma teklifi, iyi yazıyorsunuz.
-Kaç yaşındasınız?
-Kaç olsun istersiniz?
-Kaç olsun istersem…
-Evet, bir yazar olarak bu sizin için daha doğru olur; ama ben 30 yaşındayım.
-Ben de öyle düşündüm.
-Kahramanın kendini dayatması diyorlar sanırım buna edebiyatta.
-Edebiyattan anlıyorsunuz… Umarım edebiyat da sizden anlar.
-Yazarsanız.
-Ama meşhur yapamayabilirim sizi.
-Zaten istemem. Ama okumak isterim.
-Belki sonra. Ama iyi aklıma getirdiniz… Yusuf Bey ve Züleyha Hanım’a birer nüsha vereyim.
-Onları da mı yazdınız?
-Evet.
-Zor bir karar, ama kahramanları yazış sürecine dahil etmenin güzel bir yolu. Yine yaratıcı.
-İlhamı sizden aldım.
-Zaten bulurdunuz.
-İşte bu sizin karakteriniz. Farklı bir kadın, hayır bu değil, yeni bir kadın.
-Yeni mi?
-Evet yeni.
-Bu bir iltifat gibi, ama değil gibi de sanki.
-Olacak. Yeni bir iltifat olacak.
-Bu da sizin karakteriniz sanırım.
-Okumadan karar vermeyin.
-Kendinizi tanıyorsunuzdur. Yani yazarken.
-Yazıyla ilgiliyseniz bazen kaçırıyorsunuz. Hayatınızı.
-Her iki anlamda da.
-Aslında günlüklerime bakıyorum şu sıralar.
-Yaşadıklarınızdan bir şeyler çıkaracaksınız.
-Sentez kadın.
-O ben mi olucam?
-Sizinle bu yüzden tanışmak istedim.
-Yazı da gidiyor değil mi bir yandan kafanızda?
-Kaç kadın var ki seni yazmayı planlıyorum dediğinde, gururu okşanmayacak, ama sen kendimi yazmamdan söz ediyorsun.
-Ben de sizi tanımış olurum.
-Gerçek söyleşi, tanınmak istenen kişinin konuşturulmasıdır. Ya birisinin kendini tanıtmak için sizi konuşturması? Pardon ben gittim…
-Bir kahve içseydiniz…
-Yazıya dökülebilir, gideyim da evde içeyim.
-Yine beklerim.

YAZI MASASI
Kız hep ayakta kaldı:
-Oturmaz mısınız?
-Olur, zaten pek müşteri yok bugün.
-Olmayacak da…

Sonraları şöyle konuşsunlar:
-Mesela dan diye tanıştık, oysa romantik bir tanışma sahnemiz olsun isterdim.
-Tanışmalar-Yeniden Tanışmalar diye bir bölüm koymayı düşünüyorum kitaba. Oradan bir tane seçebilirsiniz…
-Ne zaman okuyacağım?
-Hemen şimdi.

TANIŞMALAR/YENİDEN TANIŞMALAR

1.
Kırmızı koltukta oturuyorduk. TV yoktu. Müzik seti TV yerindeydi. Çalarken ona bakılırdı.
            -Ne güzel sözler di mi?
            -Benim İngilizcem pek yeterli değil.
            -Sana çevireyim.
            Böylece o güzel sözler sarkıcının bize söylediği değil, benim ona söylediğim sözler oldu.
            -Doğru çevirmedin ama güzel çevirdin.

2.
Olimpos. Bikinili. Eli çenesinde. Dirseği masada. Yazmamı izliyor. Sıcak. Bir an dirseği kayıyor masadan, düşe yazıyor:
-Ay noolur bunu yazmayın, valla bi daha yapmam, boşluğuma geldi…

3.
-Öğlen ne yiyeceksin?
-Bilmem, sen?
-Bilmem.
-Anlaştık.

4.
Merhaba birbirimizi tanıyormuş gibi yapalım mı, dediğinde yanıma oturmuştu bile.

5.
-Güzel bir bayanla tanışmak için mazeret bulma tatlısından sizde var mı?
-Maalesef. Yok.
-Boş gününüzde çıkalım var mı?
-Hayır.
-Gece?
-Üzgünüm.
-Herhalde bir sevgiliniz vardır?
-Yeni bitti.
-Peki ne kaldı?
-Sadece menüdekiler.
-Bir şarap rica edeyim o zaman, kan kırmızı!

6.
-Ben başka birine âşık olmuşum onun elinden tutmuşum sonra seni görüyorum yanına geliyorum âşık olduğum kişi buna izin vermiyor. Ben de ona kızıyorum o sevdiğim adamdı şu an bana ihtiyacı var yanına gidicem diyorum. Ama o kötü hissediyor, sımsıkı sarılıyorum ona gelecem korkma diyorum sonra senin yanına geliyorum. Gerçek gibiydi rüya değildi sanki.
-Sen beni aldatmış oluyor musun şimdi?

7.
İstanbul’a geldi. Haber verdi senin bardayım diye. Gittim. 2 arkadaşı vardı, sevgili. Hemen tanışmayalım ayrı ayrı oturalım diye konuşmuştuk, dikdörtgen barda karşılarına oturdum, ortada barmenler. Mesajlaşmaya başladık, gülme ikonu eklemeden konuştuk, zaten görüyorduk.
-Hoş geldin.
-Ben o değilim.
-Yanılmam ben.
-Güzelmişsin.
-Geldiğine sevindim.
-Yanımda bir kişilik boş yer var.
-Arkadaşlar var, ayrı ayrı diye konuştuk hem.
-Gelip bana bir öpücük?
-Olmabsss.
-Arkadaşlarına söyle başka tarafa baksınlar rahat kesemiyorum.
Ayşegül’ü kiraladım ilgilerini çeksin diye. (Tanınmış bir şarkıcı oturdu yanlarına, arkadaşları onla sohbete başladı.)
-İyi fikir zaten onlar kendi halinde…
-Hadi tuvalete giderken yanımdan geç boyunu göreyim, yürüyüşünü seyredeyim.
-Seyretmişsindir zaten.
Tuvaletten çıkıp aşağı inerken aniden arkasında olduğumu fark etti, geri döndü şaşkın.
-Merhaba.
-Şşşt…
Beline sarılıp öptüm, bıraktım.
-Hadi git.
-Gideyim mi! Peki.
Yerlerimize döndük ve mesajlaşma devam etti.
-Konuşmak yok!
-Evet kurallara aykırı değil mi.
İki bayan arkadaşım geldi, yanıma oturdular, neşeli neşeli konuşuyoruz, mesajlaşmak zor oluyor artık, bizden tarafa daha dikkatli bakıyor, gece de ilerledi, içkiler de, artık gülüşüyoruz, arkadaşları da arkadaşlarım da fark ettiler, özellikle benimkiler inadına daha yoğun konuşuyorlardı benle.
-Sana bakmayı özledim.
-Aşk kavuşamamaktır.

8.
Göz doktorunun odasından çıktı, bana bir an dikkatli dikkatli baktı, çantasına bir şeyler koyup dönüp tekrar dikkatli dikkatli baktı. Yerine oturdu. Sekretere nasıl olmuş diye sordu. Sonra kalktı sekreterin yanına gitti. Döndü yanıma geldi, bana doğru eğilerek, nasıl sizce dedi. İki ayrı renkte lens takmış, onları gösteriyor. Eğilmeyin ben kalkayım dedim. Ayakta yüzlerimiz birbirine yaklaştı. Uzunca bir süre öyle dikkatlice birbirimize baktık. Bilmem ki, dedim. Karar veremedim. Sonra bir tanesini beğenir gibi oldu. Sekreter kız sizin seçtiğiniz çok göze batacak bir renk değil, ne renk seçenler var, dedi. Ben de destekledim, evet sizinkiler göze batmıyor. Sizinkiler çok batıyor, dedi. Sonra alelacele toparlanıp çıktı.


-Bunlar burada mı duracak?
-Sanıyorum… Aralara serpiştirmiştim, ama burada daha güzel durdu.
-Tanışmalar başta olur.
-Burada sordunuz... Üzerine konuşacağız zaten.
-Deneyin, beğenmezseniz silersiniz.
-Silmek yok, koydum mu kalır.
-Bu bir yöntem mi yoksa uğraşmama mazereti mi?
-Yöntemli bir uğraşmama mazereti…

YAZI MASASI
“Doğaçlama diye bir şey yoktur, anında beste vardır.” Jerry Garcia
E? Doğaçlamayı tanımlamış olmuş!
O zaman?
Çeviri hatası…

KAFE
-Tüm kitap böyle mi, yani bir kerede yazdınız?
-Öyle durması için çalışmadım.

YAZI MASASI
“Söz konusu notu bulmak için bütün sabahımı Freud’un yapıtlarını karıştırmakla geçirmek istemiyorum. Benim zayıf noktam da burada işte: Kültürümü eksik bir bellek olarak yaşarım.” Roland Barthes

KAFE
-Tarzı bu oluyor.
-Üzerine çalışmıyor da değilim. Roman yazmanın kolay yolunu buldum şimdi onu zorluyorum.

YAZI MASASI
“Stendhal’de hiçbir cümle bir sonrakini çağrıştırmaz ve hiçbir cümle bir öncekinden doğmaz. Her cümle olaya ve düşünceye dikine tutunur.” Andre Gide

KAFE
-Thomas Bernard’ın tarzı da aynı cümleyi tekrar tekrar kurmakmış, ama geliştirerek… Tam tersi bir örnek de şu; Orhan Pamuk’tan bir cümle, romanının ikinci cümlesini, saygın bir yayınevinden çıktı: “Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?”
-Bilseymiş keşke…
-Hayır kesinlikle düşündüğün gibi değil. Harika bir cümle bu. Karakterin kararsızlığı, şaşkınlığı, üzüntüsü sadece cümleye değil cümlenin kuruluşuna da yansımış, bir hata olarak kendini ifade etmiş. Yalnız yazarın kendisi de görmüyor bunu yansıttığını. Bu daha da harika. Çünkü yazarının da görememesi cümlenin eleştirel değerini anlatıyor, içerden yaklaşmış yazar olaylara, en derininden, dedirtiyor, zaten nasıl görebilirdi ki hatasını, karakterinin ruhuna girmek budur işte…
-İnsan düşünüyor, acaba göremediğim bir şey mi var diye.
-Diğerlerinin kaos gördüğü yerde bağlantılar görürmüş Newton…
-Sizinkiyle Orhan’ınki farklı…
-Bir vahiy ile bir saplantı arasındaki fark…
-Bunu kim söylemiş?
-Hepsi benim aslında, ilgi çeksinler diye ünlü kişilere mal ediyorum.

-Bizim tanışma sahnemiz hangisi olacak?
-Seçin…
-Burcumdan daha çok şey söyler di mi hakkımda… Kırmızı koltuk ilerde olsun. Olimpos bana göre değil. Neden kadınlara gitmiyorsunuz?
-Yazdığım gibi olmayacağından.
-Mazeret bulma tatlısı…
-Mazeret yerine başka kelime olmalı sanki…
-Onu yazdınız di mi? Öyle bir konuşma gerçek olamaz…
-Haklısın.
-Rüyasında başkasına âşık olan kadın… O da bir tanışma sahnesi değil…
-Esas kızla son zamanlarımızın konusu o… Âşıkken ayrılanlar… Birlikte yapamayanlar…
-Neden yapamadınız? Hem, esas kız ben değil miydim?
-Esas kızlar her zaman esaslı olmuyor…
-Bardaki mesajlaşma da güzel… Her kadın yaşamak ister… Aşk kavuşamamak mıdır?
-Lovers are together but not yet. Alain Finkielkraout
-Âşıklar birlikteler fakat henüz değil…
-Hiç de olamayacaklar…
-Sonunu söylediniz…
-Bir de iki kadının tanışma sahnesi var. Şöyle bir şey, daha tamamlamadım.
-Zaten böyle olması gerekir.
-Adları size uyarlayalım:

9.
Züleyha ve Yusuf gayet güzel konuşurken bir gece yarısı, Aslı arar ve kafedeysen bir uğramak istiyorum der, yalnız beni taksiden alman lazım… Taksiden aldıktan sonra Yusuf ve ortaçağ döneminde giyilen bir kadın kıyafetiyle Aslı içeri girerler. Maskeli balo tarzı bir partideymiş, taksiden inince o kıyafetle sokakta yürümek istememiş… Neşeyle yanlarına oturur, güzel bir muhabbetin ortasına tüm güzelliğiyle gelmiştir. Partiden bahseder, kendi de kıyafetine gülüyordur. Züleyha’nın ağzından bir anda şu cümle çıkar:
-Çıldırmış bu insanlar.

-Tümünü ne zaman okuyacağım?
-Sizi oturtunca…

YAZI MASASI
-Yazdıklarını okumadan önce seni tanımak istiyorum.
-Yazdıklarımı beni tanımak için okuma kendini tanımak için oku.

KAFE
-Belki biriyle tanışırsınız.
-Belki hayaliniz yeter.

YAZI MASASI
Hangisini tercih ederdin, seni tanıdıktan sonra yazmamı mı, tanımadan önce seni çizmiş olmamı mı?

KAFE
-Fantezi kalırım belki. Bunu Züleyha hanım ile konuşmuştuk.
-Biliyorum.
-Siz yazınca bu benim karakterim oluyor mu peki…
-Bunu çözebilmiş yazar yok.
-Ya hayatın planlı olmasını sevmiyorsam...
-Neyi plan olarak gördüğüne bağlı. Seni itmeyi planlıyorum... Bu plan. Seni öpmeyi planlıyorum... Bu plan değil.
-Yazdıklarınızda oynayabileceğim güzel planlar olabilir.
-Oynamanızı istemiyorum. Yazdığım umurumda değil. Değilse geçelim.
-Benim umurumda. O sizin Beyaz Atlı Prensiniz…

YAZI MASASI
            “Neden hep bizi çektiğini anladım, kameranın arkası daha az gerçek değil mi. Böylece gerçek değilmiş gibi yapabilirsin…” Blair Bitch Project

KAFE           
-Kadınlara karşı yazdıklarınız müthiş.
-Yazmasam çıldıracaklardı...
            -ıÖnceleri sert gelmişti sert yazmanız. Ama öyle olaylar okudum ki daha da sert yazmalıymışsınız demiş biri… İnsanlardan nefret ediyor musunuz? Kızgınsınız ama nefret?
-Ben onlardan korkuyorum.
-Hadi canım!
-Köpekten korkar gibi. Korkuyorum ve kokuyorum, köpek gibi alıyorlar korku kokumu, saldırganmışım gibi…

YAZI MASASI
“Diğerlerini ezerek baş eğdirmeyi öğrenememiş adamlar yaşama kendilerinin korkak olduğu kanaatiyle girerler.” Rollo May

KAFE
-Hep böyle miydiniz?
-Bir zamanlar düşmanlığı algılamayan, uyarıldığımda da umursamayacak kadar mutlu bir hayattaydım.
-Sonra ne oldu?
-Dünyaya düştüm.

YAZI MASASI
“Nietzche, Proust, Baudlaire ya da Rimbaud, modalarının çalkantısına rağmen ayakta kalıyorlarsa, bunu, zalimliklerinin çıkar gözetmemesine, şeytani cerrahilerine, hınçlarının cömertliğine borçludurlar. Bir eserin dayanılmazlığını sağlayan, eskimesine engel olan şey acımasızlığıdır. Rastgele bir tasdik mi? Bir kitap olarak değerlendirilirse, İncil’in, o saldırgan ve zehirli kitabın itibarına dikkat ediniz.” Cioran

KAFE
-Bana bağırırken ne kadar acı çektiğini gördüm demiş sevgiliniz. Bu sonuncusu mu?
-Bunu bilmeniz mümkün değil!
-Siz yazıyorsanız mümkün!

YAZI MASASI
-Öfke korkunun ilanıdır. Korkuyu kaybettiğinde her şeyini kaybetsen bile öfke duymazsın...

KAFE
-Kadınların Kısır Kibarlık Kıstasları demişsiniz: “Çok ters huyunu gördüm ama bir kez bile sesini yükseltmedin.”
-İkiyüzlü ol, ciğerimi ye diye anlıyorum ben bunu…
-Sesini yükseltme, ciğerimi ye…
-O daha güzelmiş…

YAZI MASASI
-Açıkça kötü bir ruh durumunda olduğumu söyledim... Evet adil değil sözlerim ancak söyledim... Anlayışlı olma sırası bana da gelebilir bir gün…

KAFE
            -Bazıları aslında iyi niyetli. Onlara da çemkirmişsiniz.
-Haksız olduğum durumların da bulunmasını istedim.
-İyi mazeret.
-Benim ters durumlarım pek olmuyor; bana karşı anlayışlı olmak pek gerekmiyor. En azından başta…
-Sonra?
-Gözüm döndükten sonra da anlayış falan dinlemiyorum…
-Belki de yazmak için böyle bir ateşlenmelere ihtiyacınız vardır…

YAZAR DUVARI
“Yetenek belki de yüceltilmiş öfkeden başka bir şey değildir.” Adorno

KAFE
-Peki ya, götünü sikmek ilk düşüncemdi dediğim kadın?
-Aydın kişiliği yokmuş sizde; kendini olduğundan farklı gösteren zavallı insanlardanmışsınız; siz de kendinizi olduğunuz gibi göstermişsiniz…
-Beni haklı bulman hoşuma gidiyor.
-Pek haklı bulunmazsınız siz, ondandır.
-Sert laflarına sert karşılık verince, beni kızdırmak istiyorsun ama başaramayacaksın derler; halbuki kızdırmak istesem sakin davranırım ve dalgamı geçerim, o zaman da kurtuluş yok…
-O zaman işte âşık olurlar…
-Aptal müritler ordusu!

YAZAR DUVARI
“İyilik yapmaya devam et. Karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, sen o iyiliğe layıksın." Che Guevara

KAFE
-Küfür size yakışmadı diyene, ama sana yakıştı diyorum… Bu duruma sokmamalı insan kendini, ben eder geçerim… Bir kadın hayvanat bahçesinde kutup ayılarının havuzuna atlıyor. Ayılar insaflı davranıp epeyce yaralıyorlar kadını. Kadını kurtaran görevliler haneye tecavüzden dava açıyorlar... Ne güzel değil mi... Bana güzel geldi...
-Nasrettin Hoca'nın peşin peşin çaktığı tokatlara benziyor sizinkiler...
-Yaşam ne kadar saldırgansa o kadar saldırganım. Fazlası faşizme, azı kapitalizme girer... Doğuda tuvaletsiz köy okulları varmış; oralara yardım için bir ilan düşünmüştüm; sadece bir başlık: “Ağzınıza sıçıyım!” Altta da okulumuz tuvaletsiz kalmasın türü bir kampanya için internet sitesi, hesap numarası falan… İşlerime bakmak isteyen bir kadın sayfada ilk küfrü görünce seni terbiyesiz diye silmişti beni…
-Üzerine falan mı alındı? Küfre karşıydı belki?
-Babası çok ettiğinden ya da hiç etmediğinden…
-Küfürsüz bir ilan yazılamaz mıydı?
-Tuvaleti olan bir okulda o çocuğa öğretilebilir bu.
-Zaten sizi seven kadınlar bu tavırlarınızı çok güven verici bulmuşlar...
-Güven sevgiyle alakalı bir şey olmamalı… İnsan kendini sevmeye karşısındakinden başlamalı.

YAZI MASASI
-Egoist kadının çocuk doğurmasına karşıyım, benden çocuk doğurmasına tamamen karşıyım.
-Ben de düşüncesiz erkeğin baba olmasına. Biliyorum ki beni nasıl düşünmüyorsa ilerde çocuğunu da düşünmeyecek. Böyle bir erkek tohumlarını asla içime bırakamayacak.
-Karnında çocuk varken ya da daha sonrasında seni aldatana kadar çoğu erkek senin için kendi hislerini yok sayabilir. Kendine güvenen ve çocuğuna da bu güveni verecek bir erkek istiyorsan, o erkek sana kendi duygularından söz edecektir. İleride çocuğunun babası olacak kişinin duygularından.

KAFE
-Bazen düşünürüm; anlatmak diye bir şey yok sadece anlamak var… Anlıyorsunuz ama ben anlattığımdan değil…
-İletişim yok mu yani?

YAZI MASASI
-Peki erkekler kendilerine âşık olmayan bir kadına nasıl sahip olduklarını düşünebiliyorlar? Âşık olmadıklarından... Evet, güzel cevap. Aşk yok, bari sahip olalım! Buna tecavüz derler...

KAFE
-Kadınların tarafında görüşleriniz de var.
-Erkeklere karşı, diyelim.
-Mesela şu, devrimci: “Ben bir erkeğim ve emin olun sizden dana çok kadın tanıdım. Eminim siz benim kadarını tanımamışsınızdır. Hangi kadın bir erkekten daha fazla kadın tanıyabilir ki. Sizce kadınlık konusunda siz bir kadın olarak mı ben bir erkek olarak mı daha çok konuşabiliriz.” Bir kadını derinlemesine tanırız diyeceklerdir buna…
-Bir kentte çocukluğundan beri yaşıyor olman dünya kentleri konusunda konuşabileceğin anlamına gelmez; bir gezgin olman gerekir bunun için…
-Bunu anlamayan kadın zaten aptaldır; ama sadece söz konusu siz olunca…
-Sizde sevdiğim şu: Erkeklere kadın olarak karşı değilsiniz insan olarak karşısınız… Kadınlara da kadın kadın bakmıyorsunuz…
-Siz de ukala değilsiniz; iltifatımı es geçtiniz…
-İltifat olarak almadım…

-Züleyha Hanım ne dedi bunları okuyunca?
-Offf
-Hatırladım!
-Daha okumadınız!
-Şu yazınız hatırladım: “Beni bir cadı gibi göstermiş! Bu tür yakarışları edebiyat iplemez. Seni cadı gibi görmesi o yazarı bir edebiyat azizi yapabilir. O zaman sen bir cadısındır. Sanat eseri haline getirilmiş basit insan yaşamlarını anlatan edebiyat, asla tarihe geçmeyeceği için o basit insanlar, onların en büyük kurtarıcısıdır... Cadı olun ya da olmayın...”
-Bir de şu: “Bir aşk yaşıyorsunuz; bir de bakıyorsunuz sizin bilmediğiniz bir üçüncü kişi daha varmış; aslında aşk o diğer ikisi arasında yaşanıyormuş; siz vakit geçirilen ya da esas aşkı unutturacak kadın rolündeymişsiniz: Gerçek hayatta bırakıp gidebilirsiniz ama romanda görevinizin başında bulunmak zorundasınız.”
-Yusuf Bey tam bir edebiyat karakteri o zaman; sizin bu istediğinizi yapıyor.
-Kitabı okumadan güzel bir eleştiri. Bu gelebilir…
-Yusuf Bey ne dedi okuyunca?
-Sizce?
-İyi, demiştir. Hatta onu bile dememiştir.
-Güldü sadece.

-Züleyha çok önceleri şöyle yazmıştı bana: Deneme kitabın daha uygun olabilir yayımlanmaya. Tarzın daha yatkın çünkü. Diğerlerinden olumsuz yanıt gelirse ver bana, yaratıcı ve anlatıcı olarak paylaşalım kitabı... Ve yeniden deneyelim bastırtmayı.
-Ayıp bir şey bu. Siz ne dediniz?
-Ayıp bir şey bu dedim…

-Peki ilk anda ne oldu Züleyha Hanım ile? Yani yıllar sonraki tanışmanız, yeniden tanışmanız?
-Yusuf tanıştırdı, tanıyormuş gibi yapmadım. Hatta yazmamışım gibi yaptım… O da uydu…
-Oynasın hatta, böyle kadınlar var di mi diye sorsun Yusuf’a.
-5 numaralı sahne mesela…
-Kafeye bir kadın girsin ve bunu bana söylemiştin Yazarım, başka bir kadına yapıştırman ayıp değil mi desin…

Şöyle konuşsunlar:
-Sağ ol valla, senin dediğini dinledim bak şimdi çok mutluyum. Hani evlenme o adamla demiştin ya.
-Demek evlenmedin.
-Yo evlendiğimiz için mutluyum.
-!!!
-Evlenmeme olasılığını hiç düşünmemiştim, senin sayende düşündüm, evlenmek istediğime gerçekten emin oldum. Sağ ol…
-(Salak, evlenme o adamla, evlen bu adamla demek istemiştim!)
-(Sensin salak, ayrıldık.)
-E hani mutluydun.
-Mutluydum çünkü evlenmem doğru karardı, o zaman o gerekiyordu.
-Şimdi ne değişti peki?
-Dediğine geldim. Evlen bu adamla demiştin ya.
-(Salak!)
-(Sensin salak!)

-Peki sizi seven o son kadın?
-Onun lafları ben yazmışım kadar güzel, canlandıralım mı?
-Tamamıyla gerilme sebebin bendim, fazla yaptırımcıyım, dediğim dedik diyenlerdenim ve konuşurken bile hem sahiplenme duygusuyla, hem de ben doğrusunu bilirim havasıyla davranıyorum, ve sen özellikle sabah ne işim var benim bunun yanında bakışıyla bakıyordun. 
-Size hiç yakışmadı.
-Bozmayın, oynayın…
-Ondan sana dönünce neden kabul ettin beni?
-Aşk bir yana, sen olmayınca ben mantığımı kaybettim… Artık bir şey öğrenemeyeceğimi, bana bak doğru budur, sen kör müsün, diyecek insanın olmamasını… Garip aslında, ama sanki yönümü kaybettim ben. Pusula sendin… Ve ben onu aptalca bir şey için kaybetmek istemedim… Budur...
-Böyle akıllı olmanın yanında anne olmak çok basit kalmıyor mu…
-Bu tam benim lafım oldu… Ben seni bilmediğin bir biçimde seviyorum. Tüm bağırmalarına, hakaretlerine, kızmalarına rağmen evet çok seviyorum. Her şeyi onursuzca kabul ettim. Şimdi söylediklerin sadece canımı acıtır. Çünkü sana baktığımda, bir yazını okuduğumda, bana sarıldığında, kötü olan, çirkin olan hiçbir şey kalmıyor. Bu kadar büyük yani.
            -Onursuz olduğunu kabul etmiyorum; ama çok ot adamlarla çıkmışın… desem kızarsın şimdi…
            -Yooo kızmam, öyle olduğunu biliyorum, bu yüzden daha çok sarılıyorum sana… ama yabaniliklerimin sende devam etmesinden ödüm kopuyor…
-Çok güzel bir aşk cümlesi...
-Ben şunu da mantığından dolayı sevmiştim: Sorun sende olsa dünyanın sonu olurdu, Allahtan sorun bende…
-İp üzerinde hissetti kendini. Beni de ip zannetti. Halbuki alttaki ağdım.
-Başkasıyla olmanıza rağmen.
            -Beyaz Atlı Prensin seni aldatırsa, ne yapacağını Züleyha’ya söylemiştin.
            -Anlattı mı?
-Arkandan konuşmuyor.
-Sorun değil, böyle bir kafe dedikodusuz olur mu…
-Hayır o konuşmuyor, ben yazıyorum ya.
-Ha! Şu hikaye… Yo alınmayın hoşuma gidiyor…
-Bunu sana nasıl kanıtlayacağımı düşünüyorum.
-Var olmadığımı mı bana kanıtlayacaksınız… Adem’imi bulursam bu sizin gerçekten bizi yazdığınızı gösterir. Çok büyük bir hayalin gerçekleşmesi gerçekte olur mu?
-Bu Züleyha’nın düşüncesi.
-Sizin yanınızda böyle hissediliyor.
-Kötü.
-İyi. Kendimi eksik hissetmeyi bekliyordum doğru birini bulduğumda.
-Doğru biri?
-Devam edelim… Bir aşk insanda bugüne kadar yanlış, eksik, fakir yaşamış olduğu duygusu uyandırıyorsa üst bir aşktır…
-Ben bir kadını sevdim önce. Şimdi seni seviyorum.
-Ben bir erkeği sevmedim mi önce?
-Sen doğrudan beni sevdin.
-Hep iki adam oluyor hayatımda.
-Eski sevgilileriniz ve şimdi de?
-Yusuf bey ve siz.
-Karşılaştırmak iyidir. Tüm ilişki boyunca. Sizin kurduğunuz tarzda bir ilişki tabi.
-Sizin için sizin kurduğunuz tarzda. Birlikte de olarak.
-Yusuf öne geçti burada, 1-0. Ya da bu 2 gol mu sayılmalı?
-Golleri atan sizsiniz, Yusuf Bey sahasından pek çıkmıyor.
-Benden bu yüzden çekici buluyorsunuz. Onu…
-O benim patronum, demeyeceğim.
-Onla ilgileniyorsunuz.
-Bunu düşünmeniz hoşuma gitti.
-Ben de sizin yazarınızım.
-Bunu düşünmeniz de hoşuma gidiyor.
-İki erkeğe de gülücükler dağıtan bir kadın mı olacaksınız?
-Çapkın bir erkekle aranızdaki tek fark sizin çapkın olmamanız.
-Yazmıştım.
-Aynını bana uyarlayın Yazarım.
-Anladım. Ama yine de sonumuzu merak ediyorum.
-Yazar olduğunuzdan! Bense yaşıyorum ve sonuma daha çok var, yani öyle hissediyorum, Tanrıyla bir anlaşmam yok yoksa.
-Yazarınızla bir anlaşma önermeli miyim?
-Yazarım olduğunuzu düşündüğünüz sürece size ilgimi söyleyemem. Yusuf Bey’e ilgim de mesela 4 numaralı sahne olabilir.
-Ben de şu anda bir roman kahramanıyım. Mazur görün.
-Bu konuşmayı alacak mısınız?
-Sanırım.
-Peşimdeki bir âşık gibisiniz, ama bu size pek uymuyor.
-Bana uymayanı yazılarımda olurum…
-Yine de size uydurabilirim; Unamuno’dan yaptığınız alıntıda: “Sanırım ben onu çoktan arıyordum. Ben onu arıya durayım, işte o kendisi çıkageldi karşıma. Bir keşif değil mi bu? Bir insan aradığı bir şeyle karşılaşırsa bu, o şeyin, bu arayışı hissederek o insana doğru ilerlemesi, gelmesi değil midir? Amerika, Columbus’u aramış olamaz mı? Sakın, Eugenia beni aramak için görünmüş olmasın?”
-Beni benim kadar… Tamam, biraz daha edebiyat konuşalım.
-Yapıttan konuşmak onun yeterince iyi yazılmadığını gösterir, denir.
-E, göstersin...
-Anlayamadım, denir.
-Daha fazla konuşamam…
-Şu kendinizle iki farklı insanmış gibi konuşmanız… Yazarlarda şizofren bir taraf vardır ya.
-Belki de edebi anlamda bir beceriksizliktir, becerememişimdir kişilerimi konuşturmayı.
-Belki bu yüzden güzel. Becerememiş olmanızın hikayesi…
-Sonunu okuyucuya bırakmak vardır ya edebiyatta, vârisi yok hayır kurumuna ya da fakirlere bağışlıyor mirasını…
-Karakterim, anlatmak istediklerim ve yazış biçimim kahramanlarıma bastı diyebilirsiniz ve bu, bunun romanı olur…
-Ya da karakterler oturmamış diyene, zaten onların da oturmuş karakterleri yoktu derim.
-Espri olur sadece!
-Mesela 2 kadını özellikle aynı tarz konuştururum çünkü zaten hayatta da aynı vasat cümleleri kuruyorlardır.
-Koyun… Bunları koyun romana…
-Edebiyat asla yaşamın kendisini anlatmazmış, yaşam üzerine bir hikaye anlatırmış. Hah…
-Edebiyat bizi aldatmayan bir yalanmış, yalan olduğunu gizlemiyormuş...
-Gizliyor da, ustalıkla yaptığından…
-Yoksa duvara toslanabilir.
-Fethi Naci’nin Edebiyat Yazıları. Sayfa 148. Çok iyi açıklıyor neden roman kurgusu için çalışmadığımı…
-Bu kitabı almak zorunda mı okur?
-Bilmem, buraya yazmışım, o açıklamayı hatırlamıyorum, kitabı da verdim...
-Yayınevinin adını ve kaçıncı baskı olduğunu da söylemeyin, başka bir baskısını da alsa, arasın.
-Zorluyor muyum yine?
-Roman asıl yaşamdakinden daha kolay anlaşılır, dolayısıyla daha başa çıkılabilir bir insan soyu göstererek, kendimizi anlayışlı ve güçlü sanmamızı sağlar, demiş Forster.
-Her roman değil demek… Kahin adlı öykümün sonunda şöyle der Kahin: Tüm hayat boyunca farkına bile varılmamış duygular ortaya dökülecek, paylaşılmamış sırlar açıklanacak; siz onlar için böyle bir son görebiliyor musunuz?
-“Neden deneme?” sorusuna verdiğiniz cevapta da mesele ettiğim şeyleri resmetmektense fotoğraflamak istedim demişsiniz...
-Tanrı yazar gibi yazdım işte…
-Belki de eski zamanlardaki gibi dolu Tanrı vardır ve birbirleriyle çelişiyorlardır.
-Belki de Tanrılar hayatlarımızın girdisiyle çıktısıyla ilgilenmiyorlar. Hayat muhasebesini biz yapıyoruz sadece, onlar az dokunuş ve sonuçla ilgileniyor.
-Bir savaşı nasıl kazandığımızın önemi yok mu yani, gururla ya da kalleşlikle?
-Belki Tanrı için gurur ya da kalleşlik de yoktur. O uyumluya bakıyordur sadece.
-Neyle uyumlu?
-Kendisiyle... İnsan plan yapar tanrı güler, diye bir laf var, muhtemelen yanlış anlaşılmış, hatta belki yanlış amaçla yazılmış: Sen ne yaparsan yap benim dediğime geleceksin diye gülmez çünkü Tanrı; planları ruhuna yakışmayan insanın rüküşlüğüne güler…

SON

Buraya kadar.
Aslı’yla olup bitenleri okuyamayacaksınız.
Ama şu kadarını söyleyeyim, eski iki ilişkisi gibi olmadı. Yani bana verdi. Ki bu her şeydir.
Bazı noktaları da paylaşıp gidelim.
Şunu kim konuşuyor olabilir?
-Çağırsana gelsin.
-Gelemez, yazıyordur şimdi.
-Ne yazıyor?
-Bizi.
Aslı ile Züleyha…

-Peki ama o vermek tabirine kızmadın mı? Ki bu her şeydir dememe? 
-Sarımsak kokusu olarak aldım…
-Bana fasa fiso anlatmayın, düzüyor mu sonunda karıyı? Flaubert demiş bunu.
-Doğru mu acaba?
-Düzdüğü mü…

-Peki o zaman, madem açtın… Cinsellik konusunda bir şey kaçırdığını düşünmüyorum; o son sevgilim 30 küsür yaşında ilk defa benle birlikte olmuştu ve bir dolu kadından üstün bir özelliği vardı: Farklı orgazmlar olabiliyordu. Genelde kadınlar alıştıkları tek bir tarzda orgazm olurlar. Yine de ona demiştim ki, bugüne kadar cinselliği yaşayamamış olman beni hep düşündürttü; belki de erkek arkadaşların sana cinselliği yaşatmalıydılar.
-Sen çok iyi bir insansın.
-(Ne yaptım şimdi ben…) Aynı mantıkla uyaracağım seni: Standartları düşürmeyelim, bu normal insan özelliği olmalı.
-Bana anlattığın o Gümüşlük’te ağlayan genç kız ben olayım. Onun büyümüş hali. O gün seçim yapmış olayım, anneme benzememek için.
-Sonra da hep benim gibi birini ara ve bana denk gel… Ama annen iyi biri demiştik
-Annem üveydi…

YAZI MASASI
Benim Aslı’yı kurduğum gibi Aslı da kendini mi kurdu?
Ne de olsa insan insanın kurdu…

YATAK
-Anlatayım şu anneyi o zaman:
Arkadaşımla karşılaşıyoruz tatilde deniz kenarında… İçiyoruz yüzüyoruz… Sonra koyun öbür tarafında doğru yürüyüp onun arabasına bineceğiz. Giyinirken havluları bir süreliğine bana veriyor. Koyun sonunda bir bakıyorum onun elinde hiçbir şey yok, tüm koyu elini kolunu sallayarak yürümüş, tatilde ya, ben de hizmetçisi. Bu tavırlarını daha önceden de biliyorum… Artık rahatsız ediyor…
Arkadaşı arıyor bir kafeye gideceğiz beni de davet etti, murat da geliyor, arabayı kullanacak diyor arkadaşına!
Ben kullanmayacağım diyorum arabada. Görevimmiş de kaytarıyormuşum gibi bakıyor… Suratını asıp biniyor, arabasını çalıştırmaya çalışıyor, araba çalışmıyor… Yardım etmeye çalışıyorum olmuyor…
Ben geçiyorum sürücü koltuğuna ne olabilir acaba diye, ilk denediğimde çalışıyor… Ona bırakıyorum tekrar koltuğu, arabayı kaldırırken motoru durduruyor yanlışlıkla ve bir daha çalıştırmayı denediğinde yine çalışmıyor, ben geçince çalışıyor… Yazmıyorum gerçekten böyle oluyor…
Böylece ben kullanıyorum, herkes şaşkın, araba da mı kızgın…
Kafeye gidiyoruz, Limon, gün batımını fotoğraflamaya gelinen bir yer…
Orta yaşın üzerinde bir kadın arkadaşı ve o kadının iki yetişkin kızı da var… Olayı espriyle karışık sitemle karman çorman anlatıyor…
Havalı arkadaşına bakıyorum; beni tutar mı?
Hayır:
Şarabının ilk kadehini bitiyor, Murat diyor, şarabımı koyar mısın… Soru işareti yok…
Sakinim, işini mutsuz yapan saygılı bir garson gibi şarabını koyuyorum ukalaca uzattığı kadehine…
Karar verildi, kibarlığı bozmadan biraz daha oturacağım, hesabın bir kısmını koyup, lafın gelişi izin isteyip kalkacağım; işte o sırada genç Aslı ile tanışıyorum:
İki kızdan küçük olanı; az konuşan, ablası ve annesi kadar frapan giyinmemiş; şarabım bittiğinde uzanıp sakin sakin koyuyor…
Tüm gece ben susar, kadınların gevezeliklerine takılmamaya çalışırken, onun da hep ağlamaklı olduğunu sonradan fark ediyorum…
Benle birlikte onlar da kalkıyor; otelime giden sapakta bırakıyorlar beni, 100 metre ilerde otelim, bıraktıkları yer ıssız, yabancı, gece; farkında değiller.

KAFE
-Evet, ben bu kız olayım…
-Kitabı yazmama katılman hoşuma gitmiyor.
-Neden gülüyorsun o zaman?
-Seni kızdırmak istedim.
-Kitaplığın düşündüğümden küçükmüş!
-Önemli olan da bu değil mi zaten… Yedim yuttum işte.
-Kavga da etmemiz lazım çünkü çok güzel bir barışma sahnesi var: “Bana bunu nasıl yapar diye sinirlendim ve telefonumdan numaranı sildim. Onunla da yetinmedim arama kaydından da sildim. Aramak istesem de arayamayayım diye. Ve, bütün gece aramak istedim ve arayamadım... Pişman oldum. Belki de buna ihtiyacım vardı. Sonra oturdum Kahin’i okudum. Bir kez daha pişman oldum. Sana yalan söylemeyeceğim. Ve senin ne yaptığını söylemeyeceğim, sen biliyorsun zaten. Birbirimizi tanımadığımız için bu saçmalığı bir kez olsun unutalım. Ben seni özledim özlüyorum, aklımda kaldın, senden öğreneceğim çok şey var, esirgeme. Sussan da orda olduğunu bilmek istiyorum çok güzeldi. Ekle beni hadi bir kez daha aynı haltı yemeyeceğim.”
-Beni alt ettiğin bir kavga sahnesi de istiyorum… Mesela aylarca her sabah kahvemi getireceksin; ben istediğimden değil de bunu yapmayı sevdiğinden ve ben sana şöyle kızacağım aylar sonra: Kahvenin yanında soğuk su sevdiğimi hâlâ anlamadın, her seferinde kalkıp kendim alıyorum.
-Nasıl? Ben sana kahve getirmeyi seviyordum, sen de kahveni kendin almayı… Başka ne olacaktı?

-Şu anda Yusuf ne yapıyordur acaba? Ya diğerleri…
-Yazalım:
Mecnun, Züleyha’yı aldattığı kadından sonra Leyla ile birlikte olur. Ona gerçekten âşık olur. Ve daha da yetişkindir artık. Tabii kendi açısından! Leyla terk eder onu. Hiç sebep gözükmezken. Bir zamanlar Kerem’i tanımıştır Leyla. Artık Mecnun ona yetersiz gelir. (7 numaralı sahne.)
Bir zamanlar Mecnun onun için biçilmiş kaftandı, ama artık aklı karışmıştır Kerem’le, daha fazlasını ister; neyden daha fazlasını? Kendinden… Bu istekler kendisine uygun mudur? Onu bilmez, bakmaz ona. Kendi yetersizlik hissini doğru tahmin edemez ve Mecnun’u yetersiz görür. Halbuki birbirleri için yaratılmışlardır. Yetersizliklerin uyumu.
Hadi onu da yapalım:
Mecnun, yurtdışından gelmiş Sinyorita Juliet ile tanışır. Sinyor Romeo ile harika aşkları bitmiştir.
Harika olsa da bitecek fikri… Yusuf ile Züleyha birlikte olsa da bitecekti.
Ve şu Beyaz Atlı Prens masalıyla kitap biter:
Sonra bir gün karşılaşırlar. Masalda değil ama gerçekte. Prens sarhoştur. Prensesi onu seyisiyle aldatmıştır. O da gidip bir fahişeyle yatmıştır. Ona iki kat para vereceğini söylemiştir, tek istediği bütün gece koçum, erkeğim, kocacım değil prensim benim demesidir. Ama alışamamıştır bu fikre kadın, prensim demek tuhaf gelmiştir, para için bile yapaylığın bir sınırı vardır, yine koçum, erkeğim, kocacım lafları kaçmıştır ağzından, istenen kelimeyi ararken; bozulduğunu, durulduğunu görünce prensin, bahşişi kaybetme korkusuyla, aslanım, kaplanım da demiştir; hah, demiştir sonra, aklına gelmiştir kelime, bir kelime; kralım demiştir, kralımsın.
Prens olduğundan bile şüpheli bir adamın kral olması…

YAZI MASASI
Kral olduğunu düşünmesi; erkeğin orgazm taklidi…

-Masala girme bari…

KAFE
Şapkasını saygıyla çıkardığında kelleşmeye devam eden başındaki boşluklar görülür. Parası, değil kadına, içtiğine bile yetmeyeceği için atını rehin bırakmıştır. Bir eşek çalmıştır.

YAZI MASASI
-İlk kitabım için bir arkadaş çok fazla parantez kullanıyorsun demişti; evet bunu geliştirmeliyim demiştim. Bunu görse... Tüm kitap bir parantez…

KAFE
Aralarında ilk anda bir sihir oluşur ama çabuk kaybolur. İkisi de gençliklerini, güzelliklerini ve umutlarını yitirmişlerdir.
Neden bu kadar geç kaldın diye sitem etmeye hazırlanır kadın.
Söylenmemiş lafı kılıcıyla keser adam, gına gelmiştir karı dırdırından bunca yıl, gelmemi neden bekledin diye sorar.
Masaldan çıkılır.
Ama haksızlık diye yakınır kadın, bu hikayenin yazarı erkek.
Aptal, der adam, sonra sözlerini geri alır, ama yine aptal diyerek devam eder, daha iyi ya, seni hayal ettiği gibi anlatmış, benim kadar sorunun yok.
Sensin aptal der kız, sözlerini geri de almaz, ya olmasını istiyorsam. Ya hayal değil de gerçek olmak istiyorsam, yaşamak istiyorsam.

YAZI MASASI
-Ya masal değil de hikaye olmak istiyorsam hatta öykü… hatta roman…
-Roman öyküden daha iyi bir şey değil ki…
-Şiir olmak istiyorsam ya?
-Artık çok geç.

KAF
-Sen yazıldığı gibi olmak zorundasın… Ama istiyorsan hayal ettiklerini yazabilirsin.
-Tamam der Beyaz Atlı Prensini bulmuş kız, sorunlu kadınlar yaratacağım o zaman, hayallerine ulaşamayanlar, ulaştıkları hayallerin yanlış olduğunu anlayanlar, pişman olanlar, orospu olanlar, olmadığını sananlar…
-Zaten der adam, yazarım da beni böyle yarattı.

(BU) SON

            Ama…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder