1 Temmuz 2019 Pazartesi

1.5: BEYAZ ATLI PRENS (1)


BÖLÜM 1.5

BEYAZ ATLI PRENS

Kurgu bir hikayeden esinlenerek yaşanmıştır.



1.


“Bana bir otobüsün nereye gittiğini falan sorabilirdi... İşin zor yanı onun sorusuyla yani bu derece sıradan bir şeyle sanatın özü ya da tablomdaki pencerecikte ne bulduğu gibi gündelik yaşamın son derece uzağındaki bir konu arasında bir bağ oluşturmaktı.” Ernesto sabato / tünel

KAFE
-Pardon. Siz! Burası sizin mi! Yani sizin yerinize mi oturdum?
-Daha önce kimse oturmamıştı. Ama benim yerim sayılmaz.
-Kalkayım yine de.
-Rahatsızlık duyarım.
-Ben de epey bir rahatsız oldum…
-Fark ettim… Aranıza oturayım. Yani… Yanınıza…
-Memnun olurum.
-Tekrar merhaba.
-Merhaba… Burası sizin mi? Kafeyi kastediyorum.
-Benim diyebiliriz. Yani ben yaptırdım.
-Güzel olmuş. Hayırlı olsun.
-Yeni değiliz. Sanki öyle söylediniz.
-Daha önce yoktu.
-Bir zamanlar yoktu tabii.
-Devamlı geldiğim yer.
-10… 15…
-Ay?
-Yıl.
-Mümkün değil. Sizden önce ne vardı?
-Tuhafiyeci…
-Tuhaf… Bakar kör diyorsunuzdur.
-Başka bir nedeni olmalı… Başka bir sokaktan girseydiniz belki…
-Evet, hep aynı sokaktan girerim. Yine de daha önce gelmişim gibi.

YAZI MASASI
“Bir posta güvercinine coğrafya öğretilebilseydi dosdoğru hedefe yönelik bilinçdışı uçuşu tümüyle imkansız hale gelirdi…” Cioran

KAFE
-Tek hayat bu değil.
-Başka? Hangisi?
-Hepsi. Birbirine benzer. Mutlu gözüken kafeler.
-Farklı sanırdım.
-Günler gibi, yeni ama farklı değil…
-Evet, yeni.

YAZI MASASI
Çiçek mi botaniğe göre açar, botanik mi çiçeğe göre?

KAFE
-Herkesi alıyor musunuz? Şu dilenciyi?
-Birkaç dilencimiz var. Çorbalarını içer çıkarlar. Ağustosböceği değiller. Biz de karınca değiliz.
-Kıroları peki?
-Arada oluyor, rahat ettiriyoruz, rahatsız oluyorlar…
-Akıllıymış kırolarınız.
-Anlayışlılar.
-Peki ya şu, ayakkabılarını çıkarmış olan?
-Öylelerine komutanları gibi davranmalı.
-Di mi. Öyle demokrasi bilgeliği yoktur bunlarda.
-Bilgelik… demokrattır...
-Ya zengin kırolar? Onlar korkutucudur.
-Onlar korkaktır.
-Siz epey bir zengin olmalısınız, ya da nüfuzlu, ya da ne bileyim, eski olduğunuz için buralarda.
-Ya da onlardan daha kıro.

YAZI MASASI
“Denizdeki dalgalar düşünmeye başlasalar, ilerlediklerini, bir hedefleri olduğunu, denizin iyiliği için çalıştıklarını zannederlerdi ve gayretkeşlikleri kadar zevzek bir felsefe geliştirmekten eksik kalmazlardı.” Cioran

KAFE
-Nasıl yani, siz mi?
-Ben öyleyim. Onlar oynarlar.

YAZI MASASI
Kıro demeyelim…
Alt kültür desek?
Ama kendine de kıro diyorsa?

KAFE
-Ben artık kalkayım. Tanıştığımıza memnun oldum.
-Ben de kalkacaktım zaten.

YAZI MASASI
Haftalar sonra şunu konuşurlar:
-Müşteri ben olduğum halde kalkma saatimi hep sen belirledin. Ben kalkayım artık diyen hep sendin.
-Gelme saatlerinde özgürdün.

KAFE
-Yusuf Bey, sizin hayatınızda… bir kadın?
-Yoo.
-Gay misiniz? Bağışlayın! Sanki hiç olmamış gibi algıladım!
-Hiç düşünmedim.
-Bunu düşünmeyen erkek?
-Gerçekten düşünmedim, yoksa erkeklerle beraber oldum.
-Yoo...
-Bağışlayın, şaka yapıyorum.  

YAZI MASASI
Hayır, böyle bir adam değildir.

KAFE
-Hiç düşünmedim.
-Bunu düşünmeyen erkek olamaz...
-Bunu düşünmeden de… gay... olunur mu…

YAZI MASASI
Kafanızda kurduğunuz insanla tanışmak, yarattığınız kahramanla.
Daha önceki hayatını, ailesini sormadan cinselliğini sormak, ilk.

KAFE
-Ne olmak isterdiniz?
-Başka bir yaşamda ise…
-Evet.
-Pornocu.
-Nasıl!?
-Hani devamlı sevişenler var ya işleri bu olanlar.
-Evet ama neden?
-E güzel. Hayattaki en güzel şey.

YAZI MASASI
Modern adam, ülkemin özgürlüğü için savaşıyorum, dediğinde, yerli şaşırmış ve insanın kadın elde etmek dışında yaşamını riske atmasının saçma olduğunu söylemiş.

KAFE
-Ama sizden?
-Bunu beklemezdiniz…
-Çünkü size uymuyor.
-Bana uyan şeyi bu dünyada olurum.
-Evet, de…
-Kestirmeciyim bazen, evet.
-Fazla dobra!
-Geri iade gibi oldu bu.  Ya da, tam tersi, gibi.
-Son sonuç… Kelimelerle ilgilisiniz.
-Yaratıcım ilgili.

YAZI MASASI
Kahramanlar mı kelimeleri yapar, kelimeler mi kahramanları…

KAFE
-Yoğun bir seks hayatım yok.
-Bitirdiniz mi?
-Yani yok. Bitmiş midir?
-Ama olur.
-Olmasa da olur…
-Gay misiniz? Yine sordum!
-Aseksüel deseniz.
-Aseksüel değilsiniz.
-Bir erkekle bile sevişmemi isterdiniz.
-Yani.
-Açıklayacak mısınız?
-Yok, yani, sanki, evet… Yok tabii istemezdim. Sevişmenizi isterdim.
-Sevişirim.
-Kimle?
-Onla.
-O kim?
-Bilsem.
-Bilsem!
-Gözünüzü oyarım gibi baktınız.
-Hoş bir adamsınız.
-Size göre değil.
-Neden?
-Sizle beraber olacak gibi değil.
-Neden?
-Siz başka yerlerdesiniz.
-Yer mi?
-Yer mi? Hahaha tabii ki bu espriyi yapacak biri değilim, yazarım, lütfen!

YAZI MASASI
“Roman yazmak geceleyin araba kullanmak gibidir, sadece farlarınızın aydınlattığı kadar görebilirsiniz, ama bütün yolculuk da o yolda geçecektir.” E. L. Doktorov

KAFE
-Yer derken?
-Yani birbirimize uzağız.
-Haftalardır burada oturup konuşuyoruz.
-Bu değil.
-Ne?
-Haftalardır buraya benle konuşmaya geliyorsunuz.
-Evet tamam. Ben de bunu diyorum. Ama hoşlanma olarak almayın.
-Almadım. Ama cümle bu.
-Cümle bu.
-Hoşlanma olarak almadım.
-Neden ama? Soru da bu.
-Gerekmez ki.
-Ne?
-Hoşlanma olması.
-Aseksğelsiniz… söyleyemedim.
-Belki de.
-Değilsiniz.
-Ama demin?
-A-sek-sü-el olamazsınız.
-Neden?
-Olmamalısınız.
-Sevişmek isterdim.
-İster miydiniz?
-Yani yine isterim ama.
-Ne geçti?
-Geçti mi?
-Ne bitti?
-Bitmedi, mastürbasyon yapıyorum.

YAZI MASASI
Sağ el bir sarışın, sol el bir esmer, erkek tatmin olur ve esner.

KAFE
-Yapmayın...
-Ne yapalım?
-Ne yapalım mı?
-Yani… lafın gelişi.
-Hakimiyetinizi kaybediyorsunuz.
-Aklınızdan geçenlere tepkim bu.
-Çok zekisiniz.

YAZI MASASI
-Birini tanımak soğan soymak gibidir. Kat kattır. Soyarsın.
-Sonra da ağlar mısın?

KAFE
-Asla.
-Kesinlikle.
-Gerek yok.
-Gerek yok ama üylesiniz.
-Üyle?
-Öylesiniz.
-Ha yanlış yazdınız.
-Yanlış konuştum.
-Yazılıyor bu, okuyan var.
-Evet ama bozmayalım.
-Tamam.
-Aklımdan geçenler ne?
-Siz söylemedikçe…
-Çok etkileyici bir adamsınız.
-Söylememiş kadar oldunuz.
-Tamam… organınızı merak ettim…
-Utandınız.
-Utandım.
-Herkesin yaptığı bir şeyden dolayı neden?
-Herkes organınızı mı merak eder?
-Herkes utanır, ama herkes de düşünür, organımla ilgisi yok.
-Var.
-Evet var, ama demek istediğim…
-Ne demek istediğinizi biliyorum.
-Fazla başka yazar cümlesi oldu, sen bunları demezsin.
-Ben mi?
-Hayır yazar.
-Tamam.
-Sizinle ilgileniyorum…

YAZI MASASI
Rüya zihnin düşünmekten sıkılıp dalga geçmesi, oradan oraya dolaşmasıymış; o zaman ben şu anda ayakta rüya görüyorum.
Cinsel hayatı neden böyle?
Sevişmemesi… Yapamadığından mı, önem vermediğinden mi, geride bıraktığından mı…
İdeal olan, aseksüel insan mı.
Benseksüel?
Sadece kendine benzer insanları sevenler, benmerkezci olmanın ötesinde homoseksüellerdir demişti bir yazar ve bunu normal buluyordu. Tuhaf olan heteroseksüellikti: İnsanın kendinden bu kadar farklı birini dudağından öpmesi tuhaftı. Ve her şeyleri uzak olduğundan heteroseksüeller nasıl dengeli bir ilişki kurabilirlerdi ki.

O zaman başa dönelim.
Şunu desek: Havva’dan önceki Adem.
Dişi eşiyle değil, dişi içiyle Adem...
Havva içli Adem.
Hem erkek hem kadın.
Hermafrodit.
Erkkadın.

KAFE
-Sizi birine benzetiyorum.
-Neyimle?
-Neyinizle… Şeyinizle… Hiçbir şeyinizle…
-Aklınızda biri var…
-İki kişi var.
-Anlatın.
-Sıkmayayım.
-Bana anlatın.
-Sizi tanımıyorum… Neden güldünüz?
-Tanıştıklarının akşamına bana gidelim mi diyen adama...
-Evet adama…
-…ama seni daha tanımıyorum demiş kadın…
-ve…
-…Evliliklerinin sonunda da şöyle demiş: Sizi hiç tanıyamamışım...
-Fıkra anlatacak birine benzemiyordunuz.
-Anlatabildim mi?
-Tepkilerinize dikkat ederek anlatayım.
-Olur.
-Aslında ikisini de düşününce...
-Benzemiyorlar.
-Nerden bildiniz?
-Bana da benzemiyorlar ya…
-Size benzeyen var mıdır?
-Başta benzettiniz.
-Tam karşıtı da kendisini hatırlatabilir kişinin. En alakasız olan, alakayı kurabilir. Saçmalıyorum…

YAZI MASASI
Yangın sonrası evini, ailesini yitiren birinin lafı: "Bir zamanlar gözümün içi gibi baktığım her şey bir gecede yok oldu. Artık özgürüm.”

KAFE
-Geçen gün tekiyle karşılaştım. İlginç oldu: Yürüyen merdivene hemen arkamdan biri bindi, çıkarken şöyle bir döndüm, ayaklarına bakan bir adam, o da o sırada ayaklarıma bakıp dibinde biri olduğunu fark etti, başını kaldırdı, göz göze geldik, tuhaf bir şey yaptım, öfff diye bir ses çıkardım, ve önüme döndüm, iki saniye sonra geri döndüm, nasılsın?, iyiyim, sen?, ben de, yine önüme döndüm, upuzun bir-iki saniye daha geçti, merdiven bitti, indim, kenara çekildim, ama çekilmeseydim de sanki… Geçti gitti.
-Neden kenar çekildiniz?
-Öyle bir geçti ki sanki kenara çekildim…

YAZI MASASI
“Görüşü bu derece geniş ve kusursuz biri uydurmaz, icat etmez; bu derece şairane gözlem yapabilen birinin şairlerin yaptığı gibi hayal etmeye ihtiyacı yoktur.” Baudlaire için Stefan Zweig

KAFE
-Ya o öfff?
-Ayıp oldu o öff.
-Kızgındınız.
-Ama içimde bitmiş. Onu fark ettim.
-Bir etki altında anlatıyorsunuz.
-Yoo
-Bitmiş olduğunu anlamanın etkisi.
-O olabilir.
-İçinizde tutma nedeniniz de… unutamamış olma olasılığı… bunun verdiği heyecan…
-Ne güzel...
-…olabilir
-Öyle olmalı!
-Bittiğini anlamanız? Hemen?
-Birkaç saniye karşılaştık ayaküstü.
-Birkaç yıl ve birkaç saniye…
-Belki de bunlara bir anlam yüklememek lazım…
-Yükleyin sonra çıkartırsınız.

YAZI MASASI
Kurgu nedir?
Beynin iki yarısı arasındaki sinir kesiliyor ve deneğe yürü dendiğinde kalkıp yürüyor ama neden yürüdün sorusuna bir cevap veremiyor, yine de beynin konuşma merkezinin bulunduğu sol taraf mantıklı bir cevap üretiyor: Susadım ve su almaya kalktım… Ters giden bir şeyler var ama dış dünyayla uyum adına sol beyin devamlı uyduruyor...
“Kurmaca yapmak, kurgulamak insan beyninin en parlak yeteneklerinden biridir...” diye devam ediyor araştırmayı aktaran… Oysa bence esas konu “ters gitmek” ve ben de oradan devam edeceğim.

KAFE
-Bir de ondan ayrıldıktan sonra tanıştığım adam.
-İkinci adam.
-Niye ikinci adam?
-Ayıralım diye.
-Ona ikinci adam diyelim.
-Hemen sonrasında tanıştınız.
-Neden böyle dediniz?
-Böyle oluyor artık; unutmak için hemen bir başkası.
-Unutmak için değil, hayatıma devam etmek için…
-O zaman da unutuluyor tabii.
-Aslında 1 yıldır tanışıyorduk da görmemişim.
-Zamanı gelmiş. Zamanı getirmişsiniz. Birinci adamı biliyor muydu?
-Hayır.
-Söylenmedi.
-Az anlatırsınız.
-Yeni bir ilişki...
-Eskisine gerek yok.
-Etkisine gerek yok.
-Aynı evde oturduk. Biri gitti biri geldi.
-Tuhaf.
-Tuhaf, evet.
-Aynı yatakta hatta.
-Bu konulara...
-Pardon!
-Yani sanki, intikam alıyor gibi, onunla bir ilişkiyi kesip attım, o hayatımın bir yerlerine giriyor, girmiyor da işte karşıma çıkıyor, birkaç kez daha oldu.
-Hayalet gibi.
-Filmi kopartmıyor ama.
-Bir şeylere işaret ediyor...
-Hamile olduğum haberini aldığımda karşılaşmıştık…
-Kimden hamile?
-İkinci adamdan. Onu görmüştüm… Taksiyle eve gidiyorum, mutluyum, sonunda hamileyim, onu görüyorum… Dediğiniz gibi. Bir hayalet gibi. Geldi ve geçti.
-Siz geçtiniz.
-Evet taksiyle. Bir filmi seyrediyorsunuz da önünüzden biri geçiyor…
-Filme devam ediyorsunuz.
-Evet, ama…
-Öfff de oralardan geliyor.

YAZI MASASI
 “Sanatçı hayatını yaşadığı gibi anlatmamalı, ama sonraları anlatacağı tarzda yaşamalı… Kısacası kendini nasıl görmek istiyorsa öyle olmalı.” Andre Gide

KAFE
-Onunla yaşadığımız sorunlar olmadan, onunla bir ilişki yaşamak gibi, başka bir adamla. Karışık mı!
-Karışık yaşamışsınız.
-O yüzden bırakıyorsunuz, o karmaşadan sıyrılmak için.
-Kalıyor.
-Bir yerde yaşamınızın ikinci adamla ilgili olmadığını da fark ediyorsunuz. Ona da haksızlık.
-Âşık unutturan adamlar…
-Güzel tanım.
-Bir yerde okumuştum.
-Neden ayrıldınız?
-Kim bıraktı hatırlamıyorum bile. Bitirmeden, yarım bırakmak… O mu hatalıydı, ben mi? Sonra dönmek istedi. Hatalı olan o ise hatalarını anlamış mıydı? Beni tekrar kazanmak için deli oluyor mu? Değişmiş mi? Ya ben?
-Evet siz?
-Her şeye rağmen onu hâlâ istiyor muyum?
-Benim hatalarım nelerdi demenizi bekledim… Siz değişmiş miydiniz?

YAZI MASASI
-Merhaba birinci adam, bize kendinizi anlatır mısınız.
-Ciddi misiniz?
-Hayır, şu yazdığımı okuyun.
-Neymiş? “Arayıp özür dilemiştim. Şöyle demişti: Haklıydım.” Peki, okuyayım, arayıp…
-Artık içinizden okuyun…
-Gerçekten hatalı mıyım ki özür diliyorum?
-Benim de hatalarım oldu demesi için dilediniz.
-O emin mi hatanın bende olduğuna?
-Özrünüzden sonra emin oldu.

KAFE
-Benim de hatalarım oldu tabii...
-Neler mesela?
-Neler…
-Olgunluk gösteriyorsunuz!
-Kendimi suçlamaya kadar vardırdım işi!
-Bir melek…
-Hoş yakıştırma değil!
-Modacı değilim...
-Bu kadar sert misiniz?

YAZI (M)ASASI
Hayır değildir.
Bu kadar ve bu çeşit bir ukala değildir.
Bu ancak Kerem’in yapabileceği türde bir ukalalık. Birinci adamın.
O böylesini yapmazdı, yapmayacaktı, anlayacaktım...
Onun böyle olmamasını istiyordum ve istediğim olacaktı.

Hiç tartışmayan değil de tartışa tartışa insanlara söyleyecek şeyi kalmayan biri olmalı…
Yoksa hiç tartışmamış biri mi…
O zaman ne yapacak burada, hiç konuşmadan duracak mı!
Tartışalım bunu.

KAFE
-Rüyasını görmüştüm… Tüm yapmadığım seçimleri yapıyorum ve görüyorum ki şu an seçtiklerim doğruymuş. Seçmediklerim zaten yanlış olanlarmış…
-Siz beyaz atlı prensi değil sadece, ak sakallı dedeyi bile beklemiyormuşsunuz, rüyanıza kendiniz giriyormuşsunuz…
-Sözleriniz küfür gibi geliyor bazen!
-Küfür etmem.
-Ama öyle geliyor.

YAZI MASASI
Niye oturtmaya çalışıyorum ki?
Yazmaya çalıştığım bu değil mi? Oturtmaya çalıştığım bir karakter… Onu nasıl oturttuğum…
Niye açıklamaya çalışıyorum ki?
Ya da aslında; bu açıklama da yapmaya çalıştığım şeyi içermiyor mu?

KAFE
-Rüyamda tamamen farklı seçimler yapıyordum ve mutsuz oluyordum.
-Mutsuz mu uyandınız?
-İlginç olan da o, uyanınca mutlu oluyordum.
-Kurtulduğunuzdan...
-Bir kabustan mutlu uyanılır mı?
-Bugünkü seçimleri yapmasaydınız hayatınız kabusa dönüşecekti. Haklı uyanmışsınız.

YAZI MASASI
Züleyha şunu düşünür:
İlahi adaletin varlığına, yaşattığı her büyük zorluğun sonunda getirdiği aydınlık günlere inandım.
Yusuf ona şunu diyemez: Hayat herkese iyilik yapmaz, karakterinizi unutmayın.
Arzularına layık mısın? diye de sorulabilir…

Şöyle konuşabilirler:
-Belki de hiçbir şey yaşamadık daha, belki de ana karakter filmin sonunda çıkacak.
-Yanlış başlanmış bir film doğru gitmez, ana karakter çıksa da tanımazsın.
-Bütün filmler ikinci yarıda başlar.
-Birinci yarıda doğru hazırlanmışsa ancak.

KAFE
-İlahi adalete inanır mısınız Yusuf Bey?
-O adalet beni de cezalandırabilir diye düşünürüm.
-Ya size kötülük yaptılarsa!
-Ne kötülük yaptım da başıma bunlar geliyor diye sağlam bir şekilde düşünmeden hiçbir şey düşünmem.
-Demiştiniz, biz hep karıncayız başkaları hep ağustos böceği.

YAZI MASASI
Böyle dememişti, o yüzden güzel oldu.
Hatta cevap olarak desin ki, evet, buna benzer bir şey demiştim.
Yine de kafamdaki gibi değil.
Oturtmaya çalışmıyorduk hani…
Kafamda bir oturtmayış tarzı var ama…
Az konuşmasını nasıl halledeceğiz… Kesik kesik konuşuyordu başta. Ama öyle devam etmiyor.
Şuradan gitsek: “Biliyorsunuz akıl hastaları toplumun tersine hareket ederler; gündüz uyur, gece uyanırlar, herkes başkasıyla onlar kendi kendilerine konuşurlar. Son çeyrek asırdır hastaların makro değil mikromanyak (küçüklük) hezeyanları başlamış; şizofrenlerin kimisi ufalıp doktorun cebine girmek istiyor, kimisi de görünmez olup arada dolaşmayı arzuluyormuş. Eskiden Süveyş Kanalı’nı daha derin yarmak, Rusya’ya çar olmak isteyen megalomanlar varken, bugün hiç kalmamış. Normaller utanmayı yitirdikçe, hastalar utanmayı öğreniyor.” Tahir Musa Ceylan
Bu ne anlatıyor ki!
Olmadı mı; Mark Twain’e bakalım: “Gerçekle kurgu arasındaki tek fark kurgunun inanılır olması gerekliliğidir.”
Bir şey anlamadım!
Mark’a inanıyorsak, kurgu inanılır olmalıysa, ama gerçek inanılmaz da olabiliyorsa, sen gerçek bir kurgu yapmaya çalışıyorsan, o zaman kurgun inanılmaz da olabilir.
Fazla açıklıyor.
Hiç açıklamıyor.
Şu açıklıyor mu?:
“Vurulmadan önce, yarım buradaymış gibi gelirdi -hayatı yaşamak yerine tv seyrediyordum sanki. İnsanlar filmlerde olayların oluş biçiminin gerçekdışı olduğunu söyler bazen, ama gerçek hayatta başınıza gelen şeylerdir asıl gerçekdışı olan. Filmler duyguların çok güçlü ve gerçek görünmesine yol açar, oysa olaylar gerçekten başınıza geldiğinde tıpkı tv seyreder gibi olursunuz -hiçbir şey hissetmezsiniz." Andy Warhol

KAFE
-Benim de hatalarım oldu.
-Hatalarımızı zaman gösterir bazen.
-Onun devamlı karşıma çıkması.
-Belki de o sizin için bir hataydı.
-Anlaşamıyorduk ve amaçlarımız da farklılaşmıştı.
-Amaçlar derken?
-Çocuk istiyordum.
-O istemiyordu.
-O aldırmıyordu.
-Kime?
-Yazıları hariç. İnsanlara aldırmazdı.
-Başka biriyle olmanız gerekiyormuş.

YAZI MASASI
Ona da aldırmayacaktı ki.

KAFE
-İkinci adam…
-Ona âşık oldunuz mu?

YAZI MASASI
“Hiçbir kadın para için evlenmez, bütün kadınlar bir milyonerle evlenmeden önce ona âşık olacak kadar kurnazdırlar.” Pavese

KAFE
-Kimle olsam oğlum yine olurdu…

YAZI MASASI
"Karun gibi yakışıklı." Maria Callas

KAFE
-İlginç düşünce...
-Biraz ayıp tabii!
-İkinci adama…

YAZI MASASI
-İkinci adam, Mecnun. Merhaba Mecnun. Bu Kerem.
-Merhaba Kerem.
-Merhaba ayakkabıcı.
-Ayakkabıcı mı!?
-Kerem bize bir rüyasını anlatacak. Buyrun.

Rüya
Bir adam.
Ayakkabı dükkanının sahibi.
Sevgilime ayakkabıları denetiyor.
Tezgahtarlar yerine patron.
Ayaklarına yağla masaj yapıyor.
(Bu bir rüya olmalı. Üçümüz için de.)
Sonra sevgilim benim gözümün önünde.
Benim gözümde.
Ona kartını veriyor.
Dışarıda arabasını park ettiği yerde bulma konusunda beceriksizce davranıyor.
Uyanıyorum, yanımda uyuyor.
Rüyaya devam ediyorum.
Herife verdiği kartı geri alıyorum.
Yakışıklı orta yaşlı sakallı ayakkabı dükkanı sahibi.
Cep numaranı yazmamışsın deyip sevgilime, ben yazıyorum karta.
Önce cep numarasını ona sormayı düşünüyorum, ezberimde değil.
Ama sonra, herhangi bir numara yazıyorum, nasılsa fark etmeyecek.

-Neden ayakkabıcı?
-Başta hep ayakkabıcıdırlar ya…
-Ayakkabının sahibini buldum sanırlar ama daha bacaklara bakmamışlardır…
-Gerçekten bulsanız…
-Kolomb Hatası derler buna.

Kurgu nedir? 2
Fazla güzel, benle ilgilenmez dediği kız, evinin duvarlarını boyarken kapıyı çalar, ders notlarını alacaktır. Çocuğun boya dökülmüş kazağını görünce, resim mi yapıyorsun der hayranlıkla, çocuk reddetmez ve kız içeri girer. Boyacı kazağı daha sonra başka kızlarda da kullanılır… (Hikaye: İlyas Başsoy)

-Kız evde hiç tablo olmadığını fark etmez mi?
-Ayağına olduysa, buldum sanıyordur.

KAFE
-İlişkimizin başlangıcı güzeldi aslında.
-Birinci adamla?
-Onla zaten fırtınalıydı. İkinci adamı diyorum.
-Nasıl başladı?

YAZI MASASI
8 numaralı tanışma sahnesini buraya uyarla. Birbirlerini tanıyor olsunlar ama samimiyetleri yok.

KAFE
-Güzel bir hikaye. Her kadın yaşamak ister.
-Vasat bir rastlantıyı gözümde nasıl büyütmüşüm.
-O an içinde olduğunuz durumdandır. Vasat harikalıklarla dolu hayat.
-Yani?
-Bir dolu insanla olabilirmiş o zaman aşk, diye düşündüğünüz duygu.
-Doğru zamanda doğru yerdeydi belki.
-Yanlış adam.
-Sizin gibi bilge biri insanları sınıflandırmaz sanırdım!
-Yanlış sınıflandırmaz bilge.

YAZI MASASI
Olmuyor.
Kendisi yanlış adam demeye giderken karşıdakinin demesine kızmak tam bir kadınsı durum, orası güzel.

KAFE
-Yanlış adam, evet.
-Neden yanlış adam?
-Çünkü ilki aklımdaydı.
-Onunla gelecek planları yaparken bir anda o planları başkasıyla yapmanız… Tuhaf hissetmişsinizdir.
-Hissetmedim.
-Tuhaf.
-Hiçbir şey hissetmedim.
-Kafanız sadece plandaydı.
-Çocuk yapmak her şeyimdi. Yalnız kalmaktan korkuyordum.
-Beni çocuk doğurmaya indirgeyen anlayışa karşıyım demişti bir müşteri.
-Hiç çocuk doğurmaya indirgenmedim.
-Bir erkek demişti bunu…
-O zaman? İki erkeğe yaptım bunu.
-Yanlış adam değil yanlış zaman o zaman.

YAZI MASASI
Şöyle demişti:
-Kocayı bilmem ama sen iyi bir baba olursun.
-Sen koca değil baba arıyorsun…

Hatta kendi babasını arıyordu. Babasının hatalarını yapmayan bir baba…

O zaman, yanlış kadın.

Yanlış sınıflandırmayalım:
Doğru yerde doğru zamanda olduğundan doğru adam sanılandır, yanlış adam.
Yanlış yerde yanlış zamanda yanlış adam sanılırsa doğru adam; yanlış kadındır. Evet.
Yanlış yerde yanlış zamanda doğru adım, doğru kadındır. I-ıh.
Doğru yerde doğru zamanda doğru adım, doğru kadındır. Doğru ama yetersiz.

KAFE
-Belki de doğruluk yanlışlık zamana göredir… İkinci adam o zaman için doğru adammış. Birinci adamla sadece aşk yaşayabilirdiniz, başka işe yaramazdı.
-Onun kendi amaçları vardı. Amaçlarımın aracı olmak ona tersti. 

YAZI MASASI
Şöyle bir konuşma geçmiş olsun aranızda, okuyun lütfen Kerem:
-Yaza kadar kavga etmezsek çocuk yaparız.
-E soyadı?
-E senin soyadın.
-E evlilik?
-E evet.
-E teklif etseydin bari.
-E ben mi edicem?
-E isteyen sensin.
-E sen ne istiyorsun?
-E hiçbiri.

KAFE
-Birinci adam aklınızda hâlâ. İkinci adamsa unutulmuş, ya da unutsanız da olur.
-Unuttunuz! Çocuğum ikinci adamdan.
-Hımmm.
-Ne düşündünüz?
-Birini, onla evlenerek aldatmak.
-Bunu anlamanızı beklerdim. Siz de anlamıyorsanız...

YAZI MASASI
Kurgu nedir? 3
Bir sevgiliden ayrılınca, geçmişimizi yeniden yazıyoruz; bazı şeyler sansürleyerek, değiştirerek. Böylece yanlış biliyoruz kendimizi.
Fazla açıklıyor.

-Karakterlerin oluşunu da açıklamıyor mu bu. Yusuf özellikle. Bir yerde bir kafaya göre, başka bir yerde başka bir kafaya göre.
-Karakterlerin oluşumunu.
-Tarihin oluşumu gibi; yazılışı ise farklı…
-Karakter oluşturmak hangi tarihte kalmış?

KAFE
-Siz de anlamıyorsanız belki ben yanlış anlıyorumdur.
-Bana bu kadar güvenmeyin.
-Size güvenme konusunda kendime güveniyorum. Devam edin.
-Bir erkeği düşünürken başka bir erkekle sevişmek. Ve hamile kalmak. Manevi baba gibi bir şey sanki.
-Kim bilir siz de kaç çocuğun manevi babasısınız.
-Yapılacak en iyi şey buydu belki de.
-Beni haklı bulmanızdan hoşlanıyorum… 
-Sizi hep haklı bulurlar gibi geliyor.
-Sizin gibi değil.

YAZI MASASI
-Kızıyor musunuz Mecnun?
-Böyle yaşandıysa…
-Böyle yaşanmış olmayabilir.
-Böyle yazıldıysa…
-Siz Sharlock Holmes’daki Watson'sınız: Aklı bazı şeylere yetmez Watson’ın, olayları yanlış ve eksik yorumlar, bu da Holmes’un dehasını ateşler, bir çeşit ilham kaynağıdır. Watson olmak sizi kırmayacaktır… Aynı zamanda sizi Alain Robbe-Grillet türü bir insan olarak da yazıyorum. Sözümün kesilmesine bayılırım ben, diyen biri, özellikle de ne anlattığımın pek farkında olmadığım zamanlarda…
-Yazmadığınız bir şey anlatayım mı? Mantığı sizi haklı çıkartıyor, ya da bilmiyorum. Kerem Bey ile buluştu bir barda Züleyha. Ben de ordaydım ama beni görmediler, heyecandan her halde, gelip dibime oturdular. Bir-iki şey duydum. Bana duyurmak için söyledi sandım. Ama çok iyi gizlenmiştim.
-Onu ayarlarız! Duyduklarınız neydi?
-Her şey seni çağrıştırıyor ve Oğlumun gözleri sana benziyor.
-Oğlunun gözleri size benzeyemez; babasına benziyordur.
-Babasının gözleri bana benziyor yani.
-İkinizin gözleri benziyor mu ki?
-Benzemiyorsa da kötü.
-Daha kötü.
-Bir Rus kuantum genetiği doktoruna göre bir kadının dünyaya getirdiği çocukta daha önce ilişki yaşadığı erkeğin genetik izleri bulunabiliyormuş. Kadının önceki ilişkisi bir siyahlaysa, bir beyazdan olan çocuğunun siyah olabileceğini iddia ediyor adam; DNA zincirinin yaydığı manyetik dalgalarla açıklıyor bunu… Kerem’e dönerim dedi mi size hiç?
-Şöyle derdim her halde şimdiki aklımla: Gözlerime bak ve ona gitmeyeceğini söyle…
-Komik oldu.
-O zaman şöyle diyeyim: Artık seni kabul etmez ki…
-Burada konu var: Bir erkeğin, diğer erkeğin gururuna güvenmesi...
-Bu size çizdiğim erkek tipine uyuyor, F tipi erkek.

Erkek Tipleri; ne tür kadınlardan hoşlanırsın sorusuna verdikleri yanıta göre.
1. Benden hoşlanan kadınlardan hoşlanırım.
2. Bir kadından hoşlanırsam her şeyinden hoşlanırım.
3. Bir kadından hoşlanırsam hoşlanırım. Onun benden hoşlanıp hoşlanmamasıyla ilgilenmiyorum.
Şu da F tipi erkek, Fuantes’in Diana’sından: “Kendi kendimi inandırmaya çalıştım ki, bir kadını sevmenin tek yolu, onu başka erkeklerin nasıl sevdiğini bilmektir, onun hakkında neler söylediklerini, onların ne tipte kişiler olduğunu öğrenmektir.”
Yani 4. Başka erkeklerin de hoşlandığı kadınlardan hoşlanırım.
F tipi erkeğe Fowles’un Koleksiyoncu’sundan da örnek verebiliriz. Koleksiyoncu kadını kaçırıp hapseder, her Allahın günü çok güzelsin dedirtmeye çalışır, kadından çok çirkinsin yanıtını alır hep. Beni bırakırsan güzelleşeceksin der kadın; hatta bir gün tutsağını bıraktığında güzelleşen canavarın masalını anlatır ve şimdi siz de bana kendi peri masalınızı anlatın der: Yalnızca sizi seviyorum, der Koleksiyoncu…
Birçok erkeğin kadın düşkünlüğünü anlatmıyor mu...

KAFE
-Düşkünlük demesek?

YAZI MASASI
Koleksiyoncunun devamlı suyuna giderek giriştiği kaçma deneyimleri her seferinde başarısızlığa uğrayan kadın, sonlara doğru, umutsuzluktan sefil bir hale düşer ve koleksiyoncu da ona ilgisini yitirir, hatta küçümsemeye başlar.

KAFE
-Düşkünlük uygundur.

YAZI MASASI
-Sizin kadına bakışınız afyon gibi… Malraux afyonu; insanın insana katlanması zordur, Doğulular bunun için afyonu icat etti, Batılılarsa aşkı, demiş… Kadın sizde afyon etkisi yaratıyor, bu yüzden kraliçeye tapar gibi tapıyorsunuz onlara, aşktan değil ama afyondan...
-Din de afyondur derler ya, hem yukarıda çocuk ve para için de benzer şeyi söyledik di mi; aşk için de afyon diyebiliriz…
-Ama afyon için aşktır diyebilir miyiz! Size sormak istediğim; anneniz nasıl biriydi, hayatınızdaki ilk kadınlar, sevgili olması gerekmez?
-Fahriye ablanız kimdi?
-Kadınların, üstün değerleri verilmeyen ezeli mağdurlar olduklarından el üstünde tutulmaları gerektiğini belki de babanız öğretti size?
-Bir arkadaşım vardı, asıldığım kız ona asılmıştı çıkmaya başladılar. Ben de onlarla takılırdım… Bunu anlattığıma inanabilir miyim?
-Devam edin.
-Neden onu oraya döktün dedi bir gün kız, birkaç kişi onun evindeydik, ne adamsın dedi, ne aptalsın da dedi sanırım… Onu ben döktüm canım, kusura bakma dedi arkadaşım… Bir saniye bile tereddüt  etmedi kız; öyle mi, dur temizleyeyim dedi.
-Tolstoy’un Levin’ini yapalım size: “O günden sonra Levin kendini daha az değer görmeye başlamıştı Kiti’ye, ruhsal yönden onun önünde daha çok eğilmeye, hakkı olmayan mutluluğunu gözünde daha yüceltmeye başlamıştı.”
-Ya da: “Kadınlar değerli varlıklardır, öyle olmasalardı beni yüz sefer reddetmezlerdi. Emrah Serbes"
-Yazarı da tırnağın içine almak bir fikir.
-Kendinizi insanların önüne çimento diye koyarsanız üzerinize kat çıkarlar.
-Jean Genet gibi de yapabilirdiniz. Onu aşağılayanların karşısına aşağılanma nedenlerinin tümünü benimseyerek gururla dikilirmiş.
-Sonuçta herkes birini bulabilir ya da bulunabilir. Bir kadın demişti ki bugüne kadar seçimlerimi ters tarafa yaptım, hep güçsüz insanlara; seni seçmiş olmam ilginç, annem kadar güçlü biri...
-Seçilmiş olmak için mükemmel olmak gerekmiyor yani.
-İsa gibi mi?
-Uyandığında kendini böcek olarak bulan adam gibi. Siz adamsanız ben böceğim hissindeymiş! Halbuki siz adamsanız ben daha üst bir şeyim diyebilirdi, tabii o zaman da ukala bulunacaktı; Kerem’se uyanan ve etrafında böcekler gören biri; hakaretse hakaret…
-Hep Kerem’e övgüler mi dinleyeceğiz yazarım? Onun hiç mi zaafı yok?
-Onun yok; benim yazarlık zaaflarım var.
-Züleyha’nın benimleyken zevk aldığı, mutlu olduğu durumlar hiç mi yok?
-Üzerinize alınmayın…
-Küçümsemek kolaydır.
-Şu küçümsemeye ne diyorsunuz: Bir yemekte herkes uğradığı haksızlıklardan söz ediyor, sıra Kerem’e gelince o yaptığı bir haksızlığı anlatıyor. Algılamıyorlar, işlerine gelmiyor, devam ediyorlar sıradan, bana da şunu yaptılar demeye...
-Eskilerden hatırlıyorum, iki küçük kız kardeşe hanginiz güzelsiniz derdik, Ayşe Fatma’yı gösterirdi, o güzel diye, bu yüzden Ayşe’yi severdik...
-Ben yaptım o işi diyemediği için çalınan işleri, ödülleri olan bir reklam yazarı tanıyorum…
-Kitapçıda senin kitabı daha görünen bir yere, başka bir yazarınkiyle yer değiştirerek koyduğumda, sanki çalmışım gibi kızgın kızgın bakıp tekrar eski yerine koymuştun.
-İlk röportajımı yeterli bulmayışım üzerine ne kadar ukalasın demişti bir arkadaşım…
-E ama ukalasınız!
-Böcekler böcekleri böcek diye suçladığında…
-Tabii Yusuf da var: Böcek de bir canlıdır diyen biri.
-İnsanı mı kastediyor, böceği mi?

KAFE
-Tahammülüm sıfırdı. En küçük hatada çekip gidebilirsine kadar götürüyordum işi…

YAZI MASASI
-Sadece sizin hatalarınızdan olmayabilir Mecnun, benden yorulmuşluğundandır.
-Ama siz haklı olduğunuzu düşünüyormuşsunuz.
-Onu yoran sen değildin. Fırtına hep ondaydı.
-Ben sakin limandım. Girip fırtına çıkarıyordu.
-Ve fırtınalısın diye suçluyordu.
-Limandan atılınca da bak işte yine yaptın diye bir daha suçluyordu.
-Siz ne güzel anlaşıyorsunuz…

KAFE
-Kendimi sorgulayınca ilişkimiz süresince ona karşı tavrımın ne kadar katı olduğunu fark ettim. Bir ilişkide nasıl empati yapılır, onu anladım.

YAZI MASASI
-Empati yapamadığı durumları göremeyen insan empatik olabilir mi?
-İşte kabul ediyor artık.
-Bunlar kabul değil kibarlık, hem de sahtesinden… Bence size kızgındır bile, ona hatalarını hatırlattığınız için… Sizden hiç özür diledi mi Mecnun?
-Aslında… Ben ondan diledim…
-Yakışır! Nedenini sormayacağım…

KAFE
-İçgüdülerimin beni doğru yönlendirdiğini düşünürdüm.

YAZI MASASI
-Adamla kadın psikologa gelmişler, bunu biliyor musunuz?
-Hayır!
-Siyah Atlı Prens’te mi anlatmıştım… Bir yalanı arketip arketip satmak… Kadın ağlamaya başlamış bir süre sonra. Eşiniz ne hissediyor diye sormuş psikolog, yanlış hissediyor demiş adam… Yanlış his diye bir şey yoktur demiş psikolog, bir şey hissediyorsak doğrudur…
Oysa çocuk ağlaması gibidir bazen… Doğru değildir, duygu sömürüsüdür, acındırmaya çalışmaktır, ilgi çekmeye çalışmaktır… Adam yanlış hissediyor bilgisini verdiyse önce onu araştıracaksın, kadını tavlamak için hemen atlamayacaksın, yanlış his diye bir şey yokmuş! Diyelim kadın gerçekten incinmiş hissediyor; buna neden olacak şeyi yapan kocası olmayabilir…
Belki de öncelikle kadını değil adamı korumanız gerektiğini hiç düşündünüz mü demiştim psikologa… O kala kaldı, çünkü dinlemişti… Aynı örneği başka bir kadına verdim,  incitmek bu kadar kolay mıdır sizde, hem de yok yere diyen bir kadına; şöyle çıkışmıştı bana: “Ne Berger biliyorsun, ne Jung, ne de Proust, ne de… ne de… Kendini, en mühimi… Kadının hissettiğine Arketip, yani geriye doğru işleyen sezgi, birikmiş kaygı denir. Bunu yersiz bir vesvese sayıp görmezden gelmek olmaz. Kadın inciniyor çünkü kocasının davranışları ona bir şeyleri anımsatıyor, babasını, öteki kocasını, ağabeyini…”
Ben de bunu diyorum, dedim… Şu anda incinmişliğin benden kaynaklanmıyor, beni suçlaman yersiz değil mi?
-Günah keçisini seçmiş…
-Özellikle bir adamı seçiyor ve öyle saldırgan/otoriter/yanlış davranmasını sağlamaya çalışıyor! Çünkü becerebildiği tek iletişim bu… Babası, öteki kocası ya da ağabeyi ona böyle öğrettiği için…
-Böyle kadınlar yine de bir kurban ama…
-Böyle adamları kurban etmelerine yine de izin vermemeli...
-Günümüz kadını bunu anlayamayacak kadar modern…
-Bu sıkı laf oldu Kerem…

KAFE
-Bugüne kadar aksini düşünmeme neden olacak bir şey olmadı çok şükür diye de kendimi haklı çıkarırdım.

YAZI MASASI
-Aksini düşünmesine neden olacak bir şey olamaz; olsa da göremeyeceği, görse de kabul etmeyeceği için… Neden? İşte, içgüdüleri…
-Kendi işaretlediği şıklara göre cevap anahtarının üzerinde yalancı delikler açan yaramaz bir çocuk.

KAFE
-Kararlarınız yanlış bile olsa yine de sizin kararlarınız olmalı.
-Başkasını dinlemek ayıp mı?
-Değil tabi…
-Kararlarınızın ne kadarı yanlıştı?
-Çoğu doğruydu!

YAZI MASASI
-Yine aynı şeyi yapıyor!
-Demiştim… Beni eski sevgililerin gönderdi demiştim. İntikamlarını almam için.

KAFE
-Sanki biri beni andı.

YAZI MASASI
-Bu iş oğlunuza düşüyor belki de.
-Erkekleri yetiştirmeye çalışarak oğullarına hazırlıyorlar kendilerini… İnşallah oğlan evin erkeği olmayı becerir…
-Epeyce bir kadın düşmanı gibi görünüyorsunuz Kerem.
-Epeyce bir kadının düşmanıyım… Mağduriyetlerini ön plana çıkartarak dokunulmazlık arayışlarını sevmiyorum... Öyle mağdurlar ki herkes onlara bir şey yapmış olmalı. Hatta çocukları  bile… Daha yeni bir tanesini okudum gazetede. Anne çocuğa bağırıyorsa mutlaka çocuk çıldırttığındanmış…
-Evdeki eşyalara bağırıyorsa da eşyalar hatalıdır; bu yüzden eşyaların yerini değiştirerek ya da yenilerini alarak onları cezalandırırlar…
-Yazıyı bir de şu sözle bitiriyor: “Sinir hastalığı kalıtsaldır. Çocuklardan ebeveynlere geçer!” Ne hoş bir ironi! Çoğu kadında rastladım: Kadının tüm hataları dışarıdan geliyor, kadına yapılanlardan; erkeğinse tüm hataları doğasından!
-Bir yöntem var. Kendinde yüzde on hata bulan insana diyorsun ki: Hadi şimdi o yüzde ona odaklanalım...
-Sıfır hata buldu görmüyor musunuz…

KAFE
-Rüyamda karşıma yargıç olarak yine kendimi çıkartmam gibi. Kendimi haklı çıkartmam…
-Kendi sağlamanız yine kendiniz; jüriniz bir dolu sizden oluşuyor…

YAZI MASASI
-İnsan zamanla hatalarını anlamıyor belki de, hatalarıyla zamanı anlıyor…
-Yine bir kendini haklı çıkartma çabası değil mi? Hatalarıyla zamanı anlıyor ve diyor ki: Zaman böyle! Böylece zamana hatalarını dayatıyor. Zamana aman vermiyor.
-Bu konuyla ilgili bir yazınız var, kadınları hamile bırakmayı şöyle anlıyorsunuz:
“İnsanlardan hemen bir değişim beklemek yerine, sağlam ve doğru eleştirinizi sakince ekmek yeterli olabilir… Kafasında bir yer etmek, tek ve net bir anlamı, daha o bile fark etmeden; kafa kendisi yapar bunu. Sonra bir şekilde çıkacaktır, bilince yerleşeni bir şekilde bulgulayacaktır, bir süre sonra, eğer insanın akıllanacağı bir dönem olacaksa, şimdi ya da yaşlandığında, mutluyken ya da ilerde aradığı mutluluğu bulduğunu sandığında, bulgulayacaktır bilincine ekilen doğruyu... İlk ekim için yoğun ve doğru, gayet planlı yaşanmış bir 9 ay 15 gün yeter... Bulgulama için bazen bir ömür yetmeyebilir... O yüzden her sevgilim mutlaka bana dönmeyebilir...”

KAFE
-Geçen gün şu cümleyi okudum: "Herkes kendi akıl sınırında ve ahlak anlayışınca yargılanmalıdır."
-Kafe duvarı için iyi laf, müşteri her zaman haklıdır yerine...

YAZI MASASI
Kafe duvar yazıları daha konuşulmadı…

2 kadın.
1. Belki bir gün seni yazıların kadar tatmin edecek birini bulursun. Ya da ben beni hayatının tatmini olarak görecek birini.
2. Etrafımda bir sürü insan var hepsi çok ahlaklı erdemli olduğunu düşünüyor. Seninle yaşadığımız her şeyi bilip eleştiren insanlar bunlar. Ve düşündüm ki tüm yaşadıklarıma rağmen hiç biri senin tırnağın olamaz.

İkincisi Aslı’nın cümleleri olsun.

KAFE
-Şöyle yazmışım ona: Belki bir gün seni yazıların kadar tatmin edecek birini bulursun…
-…Onun hayatının tatmini olmaya neden çalışmadınız?
-…Bitireyim: Ya da ben, beni hayatının tatmini olarak görecek birini.
-Cevabımı aldım…
-Kitabını bana adarsın artık, demiştim.
-Sanat eseri gibi görmüşsünüz kendinizi.
-Bazen kırıcı oluyorsunuz… Hayır! Özür dilemeyin. Seviyorum bu yönünüzü…
-Yine de dilerim… bazen kırıcı oluyorum…
-Kaba değilsiniz…
-Özür dilerim…
-Özür dilemek yakışmıyor size…
-Ama dilerim.

YAZI MASASI
Böyle bir adamdır.

KAFE
-Birinci adama da yakışmıyordu özür dilemek.
-Belki de sizden dilediği özrü özür olarak algılamadınız da haklılığınızı dile getirdi diye düşündünüz.
-Haklı olabilirsiniz.
-İkinci adama yakışıyor muydu özür dilemek?
-Sık sık dilerdi. Tam da özür dileyecek bir adamdı, aslında değil, pardon tam düşünmeden konuşuyorum.
-Güzel olan bu bazen.

YAZI MASASI
Mecnun alt kattaki tuvalete gidip uzunca bir süre sonra geri geliyor. Sonra alt kattan iki kişi daha katılıyor gruba; bir kadın, bir erkek. İçiliyor. Bir ara, erkek, birlikte geldikleri kadını göstererek Mecnun’a şöyle diyor.
-Yahu demin asılıyordun ama onun sevgilisi var. 
Bu da nerden çıktı!
Mecnun gayet soğukkanlı, seni tanıştırmadım gruptakilerle diyor. Ve herkesi adıyla tanıtıyor, sadece yanındaki kadını sanıyla da:
-Züleyha, eşim.

KAFE
-Soğukkanlı değil de pişkin doğru kelime.

YAZI MASASI
-Ben buradayken böyle konuşmanız!
-Konuşmayabiliriz de, arkanızdan yazarım… Hatta kendim yarattım demem öldürürüm… 6 numaralı tanışma sahnesini durumunuza uygun buldum…

KAFE
-Eve döndüğümüzde utanmadan özür dilemişti.
-Özür dilenmesini seviyor ama özür dileyeni artık sevmiyor olabilir miyiz… Bana da yakışmadığını söylemiştiniz.
-Yani düşünsenize, nerden öğrenmiş olabilir o kadar iyi özür dilemesini... Özür dileme konusunda tecrübeli birine nasıl güvenilir? Oysa birinci adam bana özür diletmek için özür dilediğini söylemişti.
-Anlıyorum.
-Tuhaf gelmedi mi?
-Alttan alırsın, karşıdaki de alttan almazsa, üstte kalmaktan rahatsız olmazsa ayıp etmiş olur. Kabalık.

YAZI MASASI
Alttan alırsın… O da almazsa… Ayıp…
Böyle konuşmalı.

KAFE
-Peki ikinci adam, sizi hayatının tatmini gibi gördü mü?
-Başta öyle gözüküyordu.
-İlkinden daha fazla düşünüyormuş sizi.
-Benim isteklerimi yapıyordu. Evlenme teklifi bile ben istediğimdendi…
-Nasıl?
-Benden sonra birlikte olduğu kadın için, hayatımda ilk kez O’nla birlikte olarak kendi istediğimi yapıyorum, demişti…
-Sizi mutlu etmeye çalışmış, evlilik ve çocuk istiyordunuz…
-Ama beni gerçekten sevmiyordu, çünkü kendini sevmiyordu, ben de onu bu yüzden sevmiyordum. Birinci adam ise kendini severdi, bu gözümde bir değerdi, onu sadece bu yüzden bile severdim…

YAZI MASASI
Benim oyumla neden çobanın oyu bir diyen mankeni düşünsenize; biri de çıkıp bir manken niye konuşuyor demez mi… Halbuki güzel akıl şudur: Benim oyumla mesela neden Adorno’nun oyu bir…

KAFE
-Birinci adama ikinci adam gibi davrandınız. Bu yüzden ayrılmışsınızdır.
-Ona pek öyle davranılamazdı, ama öyle hissettirmiş olabilirim.

YAZI MASASI
Fazla mı yumuşak oluyor Yusuf?
Sizin seçiminiz, sizin kararınız diyen biri hep, sinir bozucu değil mi, onaylanmanın bu kadarı…
Tanrı da böyle mi sinir bozuyor? Karışmayarak?

-Yaratıcı yönetmez derler...
-Yöneticilik her şeyi doğru yapmak, liderlik ise doğru olanı yapmakmış; Tanrı bir lider; doğru olanı yapıp gerisini sana bırakıyor.
-Gördüm ve Rousseau ile artırıyorum: “Yaradılış öyle mükemmeldir ki Yaratanın gereksiz olması mümkündür.”
-Gördüm ve Dino Buzatti ile azaltıyorum: “Tanrı bazı şeylerin olmamasını ister ama engel olamaz. Çünkü kendisi öyle karar vermiştir.”
-Umursamaz değil yani; duyarlı gibi de gözükmüyor ama…
-Barthes gibidir: “Küçümsediğim için sustuğumu sanmaları bana acı veriyor.”
-Mevlana gelir ve şöyle der: “Topluluk yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz.”
-Kendi gibidir…
-Hem duyarlı, hem umursamaz olunabilir mi?
-Zweig’a göre zor, fazlasıyla ince ruhlu ve duyarlı oluşu birini hantal ve beceriksiz hale getirebilir diyor.
-Belki de ne ince ruhlu ne duyarlı; öyle görmek istiyoruz sadece?
-Hantal denemez, peki ya beceriksiz?
-Pek el işlerini görmedik, konuşuyorlar sadece.

KAFE
-Bazen beni dinlemiyorsunuz.
-Bazen sözler dikkatimi dağıtmaz…

YAZI MASASI
-Okur musunuz şunu Mecnun.
-Birinin seni istediğin gibi sevmemesi seni tüm varlığıyla sevmediği anlamına gelmez. Marquez.
-Bunu Kerem’e söylüyorsunuz. Şunu da siz Kerem, Mecnun’a diyorsunuz.
-Aşk olmayanı vermektir. Lacan.

-Yazar yokken dedikodusunu yapalım mı?
-Bu mümkün mü sizce!
-Değil di mi, her şeyi o yazıyor sonuçta. Sizi de beni de.
-Beni değil, ben zaten yazarın kendisiyim.
-E neden baştan söylemediniz? Bu kurguya ne kazandırdı ki?
-Bir şey kazandırmadı, kaldırmak lazım. Bunu yazara söyleyelim.

Avcı kabillerde üç kişi ava çıkılmaması öğütlenirmiş çünkü ancak ikisi dönebilirmiş…

-Anne, baba ve çocuk geldi aklıma…
-O zaman bunu Aslı’ya söylet; Kerem, Mecnun ve Yazar için söylemiştim ben…

-Kerem ve yazarın aynı kişi olmasının çok önemi yok! Ego ve Mego da olabilirdi…
-Ben de Lego…
-Yusuf’u diyeceğim, o sakin yaradılışıyla karşısındakinin içinden özeleştirel bir ikinci kişiyi çıkarıyor.
-Birine haklısın derken diğerine de haklısın diyen biri, Nasrettin hoca gibi…
-Bunun tersini savunmuştum? İki taraf da haklı olamaz ama ikisi de haksız olabilir demiştim!
-Bu başka bir kitap! Senle benim yani benle benim konuşmam gibi. İkimiz de haklıyız… Bu tarz bir mükemmeliyet olamaz mı?
-Üçüncü kişiyi de eziyoruz burada!
-Tamam, şikayetim yok, bir yeri imzalamam gerekiyor mu…
-Sizin anlattığınız başka Yazarım: Haklı bulunan insanın, yahu bu kadar da haklı değilim demesi… Bunu sağlayabilen biri Yusuf. Amacınız o.
-Vicdan demiştik ya. Seni haklı bulmuyor, suratına ayna tutuyor.
-Ayna dediniz de… Oyuncunun rolüne bürünürken ayna karşısında çalışmasını düşünün. Oyundan sonra rolünden çıkmak için de ayna karşısında çalışıyor mudur? Eve giderken çocuklarına ekmek alacak sıradan birini oynamak için…
-Kurgu’yu anlattığınız bölümler için güzel olur bu.
-Mahalleye girdiğinde, herkes ona yıldız muamelesi yaparken, bakkal amca, ulen donlu halini bilirim dünkü bok, deyip onu gerçeğe döndürür.
-Götü boklu halini bilirim…
-Benim de prova yapmam lazım…
-Küçümsemeden… Tatlı tatlı… Yusuf’da böyle… Bence bunu vermeye çalışıyorsunuz…

KAFE
-Bunları hiç düşünmemiştim.
-Sadece düşünmüştünüz…
-Birinci adamın karşıma çıkması gibi, hep karar anlarımda çıkıyordu ama ben yönelmiş oluyor, görmüyordum…
-Bu kafe gibi.

YAZI MASASI
Sonra ve belki, şunları konuşurlar:
-Yıllar önce karşılaşsaydık tüm bunları yaşamayacaktım… Belki sizle bir şey olurdu…
-…
-Bunu nasıl söyledim…
-Doğru zaman…

KAFE
-Bunları konuşacağım kimse yoktu. İnsanların dinlemediğini hep düşünürdüm ama dinleyen birine rastlamadan bunu dillendirmek saçmaydı… Bazen siz de bir şey söyler gibi oluyorsunuz ama söylemiyorsunuz, gözleriniz anlatıyor.­­­.. Allah söyletiyor derler ya…

YAZI MASASI
Göz doktorunun odasından çıktı…
9 numaralı tanışma sahnesi buraya koy.
Yıllar önceki karşılaşmaları, yüzyıllar önceki.

KAFE
-Gözlerine o kadar baktım ki yüzünü hatırlamıyorum, o yüze gözlerin neden bu kadar yakıştığını da çıkaramıyorum, hani pop star fotoları olur ya, sadece güzel gözlerini kadrajlar, ne salaktır, ben de salaklık etmişim.
-Gözler aklında kalmıştır.
-Bir çeşit külkedisi hikayesi, gözünün numarasından seni bulabilir miydim…

YAZI MASASI
-Elemesi için bir neden olmalı ama. Yani sadece karşılaşmışlar ve ayrılacaklarmış zaten. Başka bir şey olmalı.
-Pasaklı diye eler. Daha zengin bir adam beklemektedir.
-Otoriter değil diye eler.
-Bakışları fazla otoriter diye eler.
-Peşinden gelmediği için eler.
-Elediği için eler!.. Başka bir tanışma bakarız, konumuz o değil…

Bak konumuz şöyle şeyler mesela:
-Gereksiz ayrıntı olsun, suratımızda patlasın. Çehov’un tüfeğine gönderme.
-Ama tersten. Onu yanıltırcasına.
-Rüya gibi, tersi çıkar diye inanılır ya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder